Arama

Zikredilebilir bir şey olarak ve olmayarak insan: Adlı-Adsız Varlık

Zikredilebilir bir şey olarak ve olmayarak insan: Adlı-Adsız Varlık
Yayınlanma Tarihi: 10.06.2022 10:55:35 Güncelleme Tarihi: 10.06.2022 11:04
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'İnsan zikredilen bir şey değildi' (İnsan, 1)

Kur'an-ı Kerim'de insanla ilgili dikkat çeken ayet-i kerimelerden birisi 'İnsanın üzerinden bir süre geçti ki o süreçte insan zikredilen bir şey değildi' denilen ayet-i kerimedir. Ayet-i kerime bir yandan ilk bakışta anlamlandırılabilecek bir ayet gibi dururken, öte yandan anlamını tespit etmenin imkansız olabileceği bir ayete benziyor. En azından günlük dilin kolaylaştırıcı yanlarının dışına çıkarsak, ayet-i kerimenin ne dediğini anlamak güçleşiyor. İnsanın var oluş sürecini onun ana rahmine intikaliyle birlikte başlayan biyolojik süreci üzerinden düşünürsek, ayet-i kerime insanın yaratılışının belli bir merhalesine işaret ediyor olabilir. Bu durumda 'insan bir süre zikre şayan bir şey değildir' demek, söz gelişi babadan ana rahmine intikal esnasında herhangi bir şeylik ve kimlik kazanmış bir varlık değildi anlamına gelebilir. Bunun akabinde ise belirli bir gelişim seyri dahilinde insan evvela biyolojik bir varlık olarak isimlendirilebilecek, akabinde ise ahlaki ve zihinsel olarak bu adı ikinci kez hak edebilecek bir varlık haline gelmiş, bir 'şey' olmuştur. İnsanın var olma sürecinde kendilerinden geçtiği bu merhalelerin her biri çok kıymetlidir ve bunların insan oluşumu evresindeki etkilerini genellikle bilmeyiz. Çağımızda hem bilimsel imkanlar hem de özellikle psikanalizin katkıları dikkatimizi bu evrelere de çekmiş olsa bile, kadim dönemlerde bu süreçler hakkında kayda değer bir bilgi yoktu. Buna mukabil insan yaratılışının bu evreleri kabaca anlatılır, insanın bedensel gelişim seyri üzerinde belli noktalara atıf yapılarak süreç hızla ahlaki ve zihinsel konulara taşınırdı. Bir hadis-i şerif bu süreçle ilgili bazı hususları tespit eder: 'Melek insan annesinin karnında iken ona gelir, onun adına şu hususları yazar: eceli, mümin mi kafir mi olacağı, rızkı.'

Hadis Mutezile ile Ehl-i sünnet alimleri arasında kader ve özgürlük sorunu üzerindeki yaklaşımlarda tartışılmıştır. Mutezile bilgini Amr b. Dırar -veya başka bir isim olabilir- 'Ben bu hadisi Hz. Peygamber'den duysam bir şey söylemezdim; Allah bana bunu söylese 'Rabbim! Bizden bu söz üzerine ahit almadın derdim' demiştir. İslam geleneği dahilinde bir düşünürün düşüncesini bu şekilde savunabilmesi bana her zaman masum bir tutum olarak gelmiştir. Netice-i kelam ayet-i kerimenin bu şekilde biyolojik süreç üzerinden yorumlanması mümkün görünüyor, birçok insan için de konu bu kadardır.

Lakin ayet-i kerimeye metafizik bir yaklaşım getirmek de mümkün görünüyor. Bu durumda söz konusu 'zikre şayan olmayan' dönem biyolojik süreç sınırlarını aşarak yeni ve kalıcı bir anlam kazanır, bütün insanlık için geçerli olmak üzere farklı bir insan tanımı ortaya çıkartır. Yorumun değerli olmasının kıymeti de burada saklıdır: Bir yorum olmakla birlikte her insanı ve her daim ilgilendiren bir yorumdur söz konusu olan. İslam metafizikçileri için insan hiçbir zaman tarihsel bir varlık, beden ve onun paralelinde gelişen ruhsal hayatı ile sınırlı varlık değildir. İnsan ezelden ebede doğru akan mühim ve değerli bir hakikattir. Dünya hayatı ise bu yolculuğun evrelerinden sadece birisidir. Yolculuk ezelden ebede ise bunu idrak etmek için yeryüzünde bulunmak ise Mevlana'nın tabiriyle 'ezel meyhanesinde' olmak demektir.

Meseleye böyle bakınca, insan belli bir süre -ki burada zaman zihnin meseleyi idrak edişinde en ciddi sorundur- 'zikre şayan' bir şey değildi. Peki insan neydi? Zikre şayan bir şey olmadan Allah'ın bilgisinde sabit bir hakikatti. Başka bir anlatımla kendisi bakımından varlık sahibi değil iken Tanrı'da bilgi olarak bulunuyordu. Üstelik bu durum ortadan kalkmış da değildir. İnsan her zaman böyle olmuş, ezeli taraf her daim ona eşlik etmiştir. Bu durumda insanın ikili doğası yani yaratılmış olan ile olmayan seklindeki mahiyeti ayet-i kerimede zikredilmiş olabilir. Ayet-i kerimeye böyle yaklaşan isimlerden birisi büyük metafizikçi Sadreddin Konevi'dir. Konevi insanın 'zikredilmemiş şeylik' olan halini onun ilahi ilimdeki sabit hakikati olarak görür. Bu yaklaşımla birlikte insanın var oluş sürecini yeniden düşünmek gerekir. İnsan ne zaman var oldu ve nasıl var oldu?

İbnü'l-Arabi insanın en basit halinden söz ederken onu harf diye niteler. 'Biz ulvi harfler idik, yüceler yücesinde' diye başlayan şiiri henüz bir şey olmamak üzere sabit hakikatimizi anlatır. Muhakkik düşünürler buna ezel, yani başlangıç derler. Bilindiği üzere, Allah için ezel başlangıcın olmayışı demek iken insan için ezel ise başlangıç noktasıdır. Muhakkik düşünürler için başlama noktası insanın ilahi ilimde sabit durumudur. Bu hal hem varlık hem yokluk ile nitelenen izah edilmesi güç, zihnin mutlaka çelişkiye düşeceği paradoksal bir ar oluş halidir. Tasavvuf edebiyatı bu çelişkiyi izah etmeye çalışırken zihni yanıltabilecek bir takım sözler söyler, insanın ilahi bilgideki durumunu somutlaştırma eğilimine girerler. Gerçekte konu onların dile getirdiği kadar açık ve anlaşılır değildir, üstelik bu paradoksu açıklama teşebbüsleri her zaman başarısız kalacaktır. Mevlana insanın 'ana vatanı' derken bir yorumla burayı anlatıyor olmalıdır; fakat onun ifadeleri de yanıltıcıdır. Yunus Emre 'Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm' derken burayı anlatıyor olmalıdır, fakat bu da yanıltıcı bir ifadedir. İbn Farız 'üzüm kütüğü yaratılmamış iken sarhoştuk' derken bizi yanıltır. Hasıl-ı kelam insanın bu ikili doğasını açıklamak imkansıza yakın bir şey olarak durmaktadır.

Böyle bir halde oluş nasıl bir insan telakkisi ortaya çıkartır? Hiç kuşkusuz metafizik yapmanın nedenlerinden birisi bu gibi soruların ardında olmaktır. Ayn-i sabite vahdet-i vücud düşüncesinin tartışmasız en çetin kavramıdır. Haddi zatında bir kavram olmaktan daha çok bir düşünme biçimine giriştir. Bu durumda aynı- sabite insan için kesin ve açık bir bilgi ifade etmese bile, bir bütün olarak varlığı anlaması için ona istikamet çizer. Buradan hareketle insanın kendisini yaşarken 'adı konmuş' ve 'adı konmamış' bir varlık şeklinde düşünmesi ayet-i kerime üzerinde düşünürken yeterli bir perspektif olabilir. En azından metafizikçi düşünürlerin ona vereceği şimdilik bu kadardır. Her insan adlılığı ve adsızlığı (zikre şayan olmayı ve olmamayı) bir durum olarak kendinde birleştirir. Bunu izah sadedinde bir hadise gidebiliriz: 'Allah vardı ve O'nunla birlikte başka bir şey yoktu.' Bu hadis için 'şimdi de öyledir' denilir. İnsan da böyledir: 'Bir süre insan bir şey değildi.' Şimdi de öyledir.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN