Müslüman Düşüncede Ekoloji: Mabet Olarak Evreni Düşünmek

Yayınlanma Tarihi: 22.08.2025 11:02 Güncelleme Tarihi: 22.08.2025 11:35
Müslüman Düşüncede Ekoloji: Mabet Olarak Evreni Düşünmek

"Taşlar vardır Allah korkusundan yuvarlanır." (Bakara, 74)

İnsanın 'düşünen canlı' olmasından kaynaklanan mutlak üstünlük algısının yol açtığı sorunları hâl yoluna koyarak, onu bütün evrenle uyum içinde yaşayan saygılı bir varlık hâline getirebilecek âyet-i kerîme nedir diye sorulsa, akla ilk gelecek âyet-i kerîme 'Taşlar vardır ki Allah korkusundan yuvarlanır' (Bakara, 74) mealindeki âyet-i kerîmedir. Âyet-i kerîme doğadaki tüm varlıkları kapsayacak şekilde, yaratılmış varlıklara bilincin ve düşünme kabiliyetinin ötesinde dindarlık hali izafe ederek insana mahsus imtiyazı yeniden düşünmenin yolunu açar, aynı surede zikredilen başka âyet-i kerîmeler ise insanın varlıklar arasındaki değer ve üstünlüğünü sorumluluk, saygı ve marifet üzerinden başka şekilde tesis eder. Kolaycı tevile yönelmeksizin lafız anlamıyla âyet-i kerîmeyi okuyacak olsak, ciddi bir anlama problemi ortaya çıkabilir. Üstelik bu anlama sorunu sadece modern zihinler için değil, başka bir âyet-i kerîmede 'siz bilemezsiniz' (İsra, 44) denildiğine göre bütün çağlar için geçerlidir. Literalist bir yorumla âyet-i kerîme, kadim öğretilerde aşina olduğumuz 'animist' dünya telakkisiyle uyumlu bir şekilde yorumlanabilir. Müslüman gelenek içindeki normatif gelenek bu tarz âyet-i kerîmeleri 'bilgi' ve hüküm çıkartmaya elverişli âyet-i kerîmeler olarak görmek yerine 'teberrük' ve sevap niyetiyle okumayı yeğler, dikkatimizi ameli ve ahlaki alana çekerek bireysel sorumluluğa odaklanır, öteki konularla ilgilenmeyi -âyet-i kerîmede zikredilmiş olsa bile- lüzumlu görmez. Halbuki böyle âyet-i kerîmeler üzerinde düşünmek, dinin insan dışındaki varlıklar telakkisi kadar insanın bu varlık türleriyle ilişkisini keşf etmemizi mümkün kılar. Üstelik başka âyet-i kerîme ve hadis-i şerifleri bu âyet-i kerîme ile birlikte okuduğumuzda tevil imkânı daha da zorlaşır. Duyusal tecrübede 'donuk' ve hareketsiz görünen taşların hareket sahibi olmasının ötesinde bilinç ve düşünce -haşyet bir düşünmedir- sahibi olduklarını beyan eden âyet-i kerîme bize farklı hatta tarih boyu Müslüman toplumun bir kısmı tarafından bile ihmal edilmiş bir evren telakkisinin kapılarını açabilir. Öyle ki bu kapılar günümüzde yaşadığımız iki tür sorunu aşmanın yöntemini bize gösterecektir: Sürekli arttığı kabul edilen bilimsel verilerin neticesinde, evrendeki hiçbir şeyi anlamlı görmeyen mutlak nihilizm ile evrenin insan eliyle tahribine yol açan 'insanın üstünlüğü' algısının yıkıcılığıdır.

Anlamsızlığı hikmete aykırı sayarak evrenin tümünün bir anlam ve gayeyle var olduğunu kabul eden düşünürler, gayeyi açıklamak üzere 'insanları ve cinleri bana ibadet etmek maksadıyla yarattım' mealindeki âyet-i kerîmeye atıf yaparlar. Vakıa bu âyet-i kerîme doğrudan gaye (telos) anlamında yorumlanamaz. Normatif gelenek âyet-i kerîmede insan ve evren için müşterek bir gayeden daha çok amel ve ibadetle insanın entelektüel ilgi ve meraklarının daraltıldığını görebilir. Bu itibarla dini düşünce geleneğinde iki ana akımı teşkil eden normatif gelenek ile metafizikçi gelenek arasındaki bariz fark burada tebellür eder: Normatif gelenek bilgiyi amel şartıyla sınırlayarak bilginin konularını daraltma eğiliminde hareket etmiş, insanın yaratılış amacını tezyif edebilecek veya dikkatini dağıtabilecek hususlardan uzak durması gerektiğini dindarlığın bir gereği saymıştır. 'Amele dönüşmeyen bilgi yüktür' düsturu bu yaklaşımın bilgi anlayışını anlatır. Metafizikçi yaklaşım ise buradaki 'için' ifadesini olabildiğince geniş perspektifle okuyarak evreni ve var oluşu mutlak gayenin vasıtası kılar. Müslüman düşünce içerisinde metafizik geleneklerin ortaya çıkabilmesinin nedeni, 'bütün (kül veya külli)' hakkındaki konuşabilme kabiliyeti ile her şeyi Tanrı ile irtibatlı kılma iradesidir. Bir dindar, metafizikle en çok bu iki nedenle ilgilenir: Her şeyin Tanrı ile irtibatlı kılınmasının ilahi isimler üzerinden tesis edildiğini dikkate alırsak, metafizik okumak, bütün türleriyle birlikte var olanları ve ilahi isimleri düşünmek demektir. Bu itibarla metafizikçi için bütün türleriyle birlikte varlıkları incelemek, onlar üzerinde düşünmek, ilahi isimler üzerinde düşünmek demek olduğu kadar varlık sahası ilahi isimlerin tefsir ve yorum sahası demektir. İlahi isimler 'mücmel' ve veciz olan ise âlem mufassal bir anlatımdır.

Varlıklar ile ilahi isimler arasında böyle bir ilişki kurmak (neden ve nedenli ilişkisi), âlemi Tanrı'nın muhatabı haline getirmek, insanın evren içindeki yerini müstakil olmaktan çıkartarak ikmal edici merhaleye taşımak demektir. Bu sayede insan öteki varlıklarla arasındaki saygın ve hürmetli ilişki ile kendi kemaline doğru yürür, bu sayede tıpkı bir beden-ruh gibi öteki varlıklarla ilişkisini 'bedeni' ile olan ilişkisi gibi tasavvur eder. İnsanın kemali âlemi tanımaya, âlemin kemali ise insanın onda bulunmasına bağlanır. Hz. Peygamber 'Ben güzel ahlakı ikmal etmek için gönderildim' dediği gibi insan, âleme eksik taşın gediğe konması için gelmiştir: her şeyin bir anlamı her şeyin bir değeri ve her şeyin bir görevi vardır ve bu yönüyle her şey ilahi tecellinin mazharıdır. İnsan ile birlikte gerçekleşecek olan budur.

Metafizikçiler 'her şeyi' bir gaye ekseninde toplamada hemfikir iken âyet-i kerîmede belirtilen ibadeti tespih, hamd vb. öteki âyet-i kerîmelerde zikredilen kavramlarla genişletmiş, yaratılmış her şeyi Tanrı karşısında bir görevle ikame etmiştir. Burada yükümlülüğü ve ibadeti iki kısımda düşünmek meseleyi anlamak için gereklidir: İnsani iradenin gerekmediği varlıkların yaratılışları gereği yerine getirdikleri hamd ve tespihi ifade eden ibadet ve itaate 'ubudet', iradeli ibadet ve itaate ise 'ubudiyet' denilmiştir. Birinci tür ibadet insan algısında 'camid' yani donuk sayılan doğal varlıklar ile hayvanlar, bitkiler, hatta bedeninin Tanrı karşısındaki teslimiyetidir. Bu yönüyle Müslüman düşünce için evren bir mabet gibi Tanrı karşısında sürekli 'ubudet' halindedir. Özellikle İbnü'l-Arabi işin bu kısmını en nefis anlatan düşünür olarak zihne hakkını teslim eder. Âyet-i kerîmede zikredilen 'taşların Allah korkusuyla yuvarlanması', bir kısmının içinden suların çıkması gibi ifadeleri -tevilsiz- bu eksende yorumlamak mümkün olabilir: Her şey 'ubudet' üzere Allah'a ibadet eder, her şey yaratılış gayesinde müşterektir ve alemde boş ve anlamsız iş yoktur. Bir tasavvuf deyiminde Allah gizli hazine olarak betimlenir, yaratılış ise gizli hazinenin tecellisiyle izah edilir. Bu yaklaşımla birlikte var olan her şey kenz-i mahfinin delili ve işaretidir. Her şey, değerli ve anlamlıdır, her şey hazinenin tecellisidir, hatta her şey henüz keşf edilmemiş bir hazinedir. Hz. Peygamber bir rivayette elindeki taşların tespihini duymuştu. Bu, bir şeyi olduğu hâl üzere görmek ve idrak etmek demektir: perde kalktığında hadiseler bu özelliğiyle görünür bu özelliğiyle keşf edilir. Metafizikçi düşünürlerin evren hakkında söyledikleri budur.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
>