Ahlaki nedensellik ve evrenin düzeni

"Elleriyle işledikleri nedeniyle karada ve denizde bozgun gerçekleşti." (Rum, 41).
Doğadaki düzenin bozulması ve ekoloji sorunu karşısında birçok Müslümanın aklına ilk gelen âyet-i kerîme "ellerinin yaptıkları nedeniyle karada ve denizde fesat çıktı" mealindeki âyet-i kerîme olabilir. Vakıa âyet-i kerîmenin lafzen okunuşu bile böyle bir anlamı hatıra getirir. İnsanların sadece karaları değil denizleri hatta günümüzde havayı da kirlettikleri, âlemde carî olan düzeni bozdukları, yeryüzünü sadece kendileri için değil, buradaki bütün canlılar için yaşanabilir olmaktan çıkardıkları akla gelir. Bu bakımdan insan düzeni bozmuştur ve bunun neticeleri görülmektedir demek, âyet-i kerîmeden varabileceğimiz en kestirme yorumlardan birisidir. Âyet-i kerîmeyi içinde yaşadığımız sorunlar müvacehesinde çevre sorunları ve doğanın düzeni bağlamında okusak bile, asırlarca âyet-i kerîmenin bu şekilde okunmasını gerektirebilecek ne gözlemlenebilir çevre sorunu ne de düzenin bozulması diye bir durum söz konusuydu. Hâl böyle olunca ilâhî kelamın belirli bir asrın idrakine mahsus anlam taşıdığını düşünmek, önceki çağlarda hakkıyla anlaşılmadığını söylemek akla yakın gelmiyor. Bu nedenle âyet-i kerîmenin önceki asırlardaki Müslüman zihnini ihata edecek şekilde kademeli bir yöntemle yorumlanması gerekir. Böyle bir durumda sadece bir âyet-i kerîmenin anlam derinliğine değil, aynı zamanda âyet-i kerîmenin farklı çağlara ve farklı akıllara da şahitlik ettiğine dikkat etmiş olacağız. İlâhî kelam, insanların onun karşısındaki tutum ve eylemlerine zaten bir şahit değil midir?
Âyet-i kerîme bilgi perspektifinin değişimiyle birlikte yeni yorumlar kazanabilen, asırların ve bilgi anlayışının değişimiyle uyumlu bir şekilde yorumlanabilecek bir âyet-i kerîmedir. Âyet-i kerîmeye anlam veren ilk tefsir bilginleri karada ve denizde ortaya çıkan suçlara, günahlara atıf yaparak olabildiğince lafızcı yorumları tercih etmiştir. Aktardıkları görüşler arasında ayrımlar bulunsa bile, söz gelişi Taberî "İnsanların karada işlediği suçlar, günahlar bellidir; denizde ise hırsızlık, korsanlık gibi günahlar işleyerek denizleri de kirletirler" demektedir. Yapılanlara karşılık ve ceza olarak bozulmanın ortaya çıkması veya sadece yapılan işlerin 'bozulmak' şeklinde ortaya çıkması sadedinde iki kademede âyet-i kerîmeye bakınca Taberî ikinci yorumu dikkate almış görünüyor. Ona göre söz konusu olan şey, insanların karada ve denizde sürekli günahlar işlemesidir. İmam Matürîdî ve İmam Râzî arasında ise benzerlik, daha doğrusu Râzî'nin önceki geleneği takip etmesinden kaynaklanan bir düşünce ortaklığı vardır. Onlar daha önceki âyet-i kerîmelerde şirkten söz edildiğini dikkate alarak insanların 'şirk' yani en büyük günah olan Allah'a ortak koşma fiiliyle âlemde bozulma meydana gelebileceğini söyler.
Bu yorumları kendi bağlamlarında dikkate alsak bile, kanaatimce âyet-i kerîmenin modern dünyadaki yorumların dışında iki yorum tarzını düşünmek mümkündür. Bunlardan birincisini birçok Müslümanın aşina olduğu ahlâkî yorum, ötekini ise metafizik yorum olarak tasnif etmek mümkündür. Ahlâkî yorum, insanların fiilleri ile âlemde ortaya çıkan hadiseler arasında bir süreklilik ve nedensellik ilişkisi kabul ederek bozulmayı genellikle 'cezalandırma' ya da bela kabul ederek Tanrı'ya bağlar. Pagan toplumlarda bu konu daha güçlü bir şekilde ele alınır; insanların fiillerinin yol açtığı sorunlar, onlara yönelik cezalandırmalar daha baskın bir şekilde anlatılırdı. Üstelik bazen bu cezalandırmalar nesiller boyu devam eder, bir tür 'beddualı olmak' hâli nesilden nesile aktarılırdı. Müslümanlığın 'ahlâkî nedenselliği' -zaruret şeklinde olmasa bile- vesilecilik şeklinde kabul ettiğini düşünebiliriz. Bu itibarla İslam, insanın yaptığı kötülük, suç ve zulümlerin yeryüzünde bir karşılık meydana getirdiğini, âlemde düzenin bozulduğunu, en azından kuraklık vb. semaî ve arazî felaketlerin ortaya çıktığını kabul eder. Zelzele, fırtına, ürünlere dadanan haşerat vb. insanların günahlarının karşılığında ortaya çıkan bozulmaların ve cezalandırmanın örnekleridir. Bununla birlikte Müslüman gelenekte pagan toplumlardaki gibi güçlü bir ahlâkî nedensellik dile getirilmez, ilâhî uyarı ve ikaz sadedinde böyle hadiselerin ortaya çıktığı anlatılır. Hz. Ömer yağmur duasına çıkıp insanlara tövbe etmesini söylediğinde bir âyet-i kerîmeyi yorumlayarak kuraklık ile günahlar arasında ilişki kurar: "Tövbe ederseniz Allah gökyüzünü size yağmur yağdırıcı olarak gönderir." Pagan toplumlarında ise kan davalarının ve öç almanın bile düzenin bozulması, daha doğrusu bozulan düzenin tekrar ikâme edilmesiyle ilgili olduğunu hatırlarsak düzen ile ahlâk arasındaki ilişkiyi daha iyi fark edebiliriz.
Âyet-i kerîmeyi metafizikçilerin bakış açısıyla yorumladığımızda daha farklı bir düşünceye varmamız mümkündür. Her şeyden önce âlemde düzen insan ile tesis edilir; varlıklardaki itidal, onların bilfiil var olmasını sağlayan birlik insan sayesinde ortaya çıkar. Âlemin düzeni kendiliğinden gerçekleşen bir imkân veya kuvvenin bilmediğimiz bir süreç ve gerekçeyle fiile dönüşmesiyle değil, insan vasıtasıyla tahakkuk eden ilâhî bir inayet ve lütuftur. Tanrı insan vasıtasıyla âleme merhamet eder, inayeti insan sayesinde ortaya çıkar, Tanrı âleme insan ile imdat eder. Metafizikçiler için insan hakkında söylenen bütün cümleler bu eksende ortaya çıkar. Bu durum Âdem'e meleklerin secde etmesiyle gerçekleşen ilk irtibatın bir neticesidir. Bu secde gerçekte Âdem'in kozmolojik bir ilke ve düzenleyici olması anlamına geliyordu. Bu itibarla meleklerin -ki bir anlamıyla âlemdeki güçler- Âdem'e secde etmesi onun ilâhî halife olduğunu gösteren bir durumdur ve bu secde onun halife olmasıyla devam eder. Bu sayede insan önce kendi bedeninde ardından bütün evrende düzenleyici ilke olarak var olur, âlem onun sayesinde düzen bulur. Âlemin varlık sebebinin insan olması bu demektir. Çünkü burada insan hem varlığı bakımından âlemin varlık nedenidir hem de âlemdeki düzenin devam etmesi bakımından, yani bilfiil olarak âlemdeki düzenin nedenidir.
Bu durum ilâhî kurallara boyun eğmesine bağlıdır. İnsan bu kurallara boyun eğmediğinde -eğmeyen kimseler için- âlemde bir düzenlilik ortaya çıkar, âlem onlara amade olmaz. İmam Kuşeyrî "Gök ve yer onlara ağlamadı" (Duhân, 29) âyet-i kerîmesini bu eksende yorumlar. İkinci anlamda âlemde ortaya çıkan 'bozulmak' âlemin değişmesi, başkalaşması, hâsıl-ı kelam hayatın idâmesi için gerekli olan hadiselerin vukuu anlamına gelebilir. Âlemin kevn ve fesat âlemi olması zaten bu demektir. İnsan bunun nedenidir ve bu süreç içinde ilâhî fiil insan eliyle ortaya çıkar, insan fiiliyle gözükür; zâhirde insan fiili varken bâtında bütün fiiller Tanrı'dan ortaya çıkar. Bu durumda âyet-i kerîme salt bir hakikatin tespiti anlamına gelerek iyiliğin ve kötülüğün ardında Tanrı-insan ilişkisini, daha doğrusu insanın Tanrı ile âlem arasında vasıta oluşunu anlatır.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.