Bir şahit olarak bedeni düşünmek: Bedene itibar, doğaya hürmet

"Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu." (Fussilet, 21).
Modern öncesi dünyanın ayırıcı özelliklerinden birisi 'görünmez' olan hakkındaki sonsuz merak ve ilgisidir. O dünyadaki insanlar, ister bir dine inansın ister inanmasın, hakikati her zaman görünmez olanla ilişkili saymış, alemde ortaya çıkabilecek bütün işleri ve fiilleri görünmez olanın fiilleri kabul etmiş; bazen cinler, bazen kötü güçler gibi birtakım şeyleri kabul etmiş, dünyadaki mücadelesinin en önemli kısmını bu güçlerle ilişki kurmak veya bunlardan kaçınmak üzere planlamıştır. Modern öncesinde dünya görünmeyen güçlerle mücadele dünyasıydı. Burada hakikate dayalı inançlar ile sahte ve bozulmuş olanlar bir araya gelerek dünyanın hakim ve yaygın düşüncesini 'görünmeyenin saltanatı' olarak tesis etmişlerdir. Böyle bir anlayışın neticesi ise görünür olanın değersizliği, basitliği, zayıflığı ve her şeyden önemlisi geçiciliğidir. Mesele insan olduğunda bu yaklaşım bedene karşı ruhun mutlak üstünlüğü üzerine kurularak bedenin anlamsızlaştırılmasına yol açar. Bu meyanda beden bazen ruhu içine hapsetmiş bir kafes, bazen sürgünün cezasını çektiği zindan, bazen ise şimdilik binilmiş bir sandal kabul edilmek suretiyle sürekli geçici ve arızi vasıta gibi düşünülerek değersizleştirilmiştir. Üstelik ruhun yetkinleşmesi, daha doğrusu yetkinliğinin ortaya çıkması bedenin aşılmasına, en azından ihmal edilmesine bağlanarak güçlü bir beden karşıtlığı anlayışı gelişmiştir. Kadim dünyada ahlak beden karşıtlığı üzerine kurulmuş, çileci zahit bir yöntemi esas alarak 'seçkinci' bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır. Üstelik bu dünya içerisinde ahlakın kurucuları filozoflardı ve onlar bu konuda daha katı ve uzlaşmaz tutumlar sergilemiş, beden karşıtlığını ahlakın zemini kılmışlardı. Filozofların bu beden karşıtı teorileri dinin bazı düşünceleriyle uzlaştırılmış, dindarlar arasındaki bazı gruplar, özellikle de mistik veya tasavvufî akımların düşünceleriyle daha da yaygınlaşmıştır. Bütün bunlar, bir dünyanın kıt kanaat imkanlarıyla da beslenerek insanın kemalini bedenin ihmal edilmesine bağlamışlardı.
Bu meyanda dikkate değer hususlardan birisi ilahi kelamdaki âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflere rağmen Müslüman toplum içinde böyle düşüncelerin yayılma imkanı bulabilmiş olmasıdır. İşin bu kısmı ilahi kelamın ne ölçüde kurucu olduğu ve ne ölçüde dönüştürüldüğüyle ilgilidir. Hakim dünya görüşü ne ise ilahi kelam genellikle onun tarafından yorumlanmış; Müslüman düşünce gelenekleri içinde daha dikkatli isimler, ilahi kelamın kurucu olabilmesi için içinde yaşadıkları şartlarla mücadele etmişlerdir.
Günümüzde bu beden karşıtlığı etkisini yitirerek 'beden' merkezli bir anlayış hakim olmuş görünmektedir. Rene Guenon'un 'niceliğin egemenliği' dediği çağ bedenin de egemenliğini işaret ediyor. Artık ikilik diyebileceğimiz bir ruh ve beden ayrımından değil, bedenden ve bedendeki birtakım hallerden, psişik durumlardan söz edilmektedir. Bilim ve felsefe çevrelerinde bir ruhumuz olduğu fikrini savunmak, bunu bilimsel yollarla izah etmek zor görünüyor. Modern insan bütün dikkatini bedene teksif etmiş, insanın yeryüzündeki kısa ömrünü bedenin ihtiyaç ve arzuları doğrultusunda idame ettirmesi gerektiği kabul edilmiştir. 'Beden ile barışmak', bedeni sevmek modern çağın en istikbal vadeden düsturlarından birisidir. Günümüzde beden hakkındaki düşünceler kadim dünyadan kopmuştur; bedeni kimliksiz, dilediği kılığa sokulabilen, hatta cinsiyeti bile değiştirilebilen bir oyun 'hamuru' gibi görmek, bedenin bu dünyada başına gelen hadiseleri anlamak için yeterlidir. Başka bir anlatımla beden, insanların en kolay, en basit oyuncağı haline gelmiştir. Geleneksel tabirle anlatacak olursak günümüzde 'beden maskaralığı' diyebileceğimiz bir dönemini yaşıyoruz.
Burada dikkate değer olan husus doğa hakkındaki düşünceler ile beden hakkındaki düşüncelerin birbirini besliyor olmasıdır. Doğanın gizeminin kaybolmasıyla birlikte insanın gizemi kaybolmuş, insan kelimenin gerçek anlamıyla 'dokunulabilir' hale gelmiştir. Beden ise bu dokunma faaliyetinin en uygun zeminidir.
Oldum olası 'iki aşırı uç' arasındaki orta noktayı itidal saymaktan uzak durmaya çalışmışımdır. Fakat burada öyle yapmayacağım. Vakıa beden üzerinde iki müfrit tutum söz konusudur ve bu iki tutum da hakkaniyetten ve hakikatten nasibini almamıştır. Kadim dünyada felsefenin ve seçkinci dinlerin görüşlerinde bedenin ihmal edildiğini söylemek gerekir. Bu dünya içinde beden bir kafestir ve insanın gurbette oluşu bedende bulunması demektir. Bu yaklaşım insan tanımında ruhu dikkate alarak bedeni anlamsızlaştıran, bazen onu heva gücüyle bazen nefs ile özdeşleştiren hakkaniyetsiz bir tutum ve düşüncedir. Günümüzdeki durum ise malumdur. Yaşadığımız dünyada yeni bir düşünceye, belki ilahi kelamda ve hadislerdeki beden anlayışının yeniden keşfine ihtiyaç vardır. Üstelik bu ihtiyaç öyle 'olsa da olur' tarzındaki bir ihtiyaç olarak kabul edilemez. Bu ihtiyaç, dünyanın kurtuluşunu gösterebilecek bir yol olarak kabul edilebilir. Çünkü beden üzerindeki teori zorunlu olarak doğa hakkındaki bakış açısını değiştirecek, insanın dünya-doğa ile ilişkisine yeni imkanlar açacaktır. Beden doğanın bizdeki bulunuşudur ve beden sayesinde insan dünyalı olmuş olur.
Kurân-ı Kerîm'de ve hadislerde beden yaklaşık olarak bir şahit, bazen sürekli Allah'ı zikreden-zikredilen abid gibi kabul edilir. Organların insanın -ki burada insan iradeli varlığa ve bilince işaret eder- aleyhine şahitlik etmesinden söz eden âyet-i kerîme tam olarak bu konuyla ilgilidir. Alimler böyle âyet-i kerîmeleri amaçları üzere yaratılmış olan organların bu amaçlarından mahrum edilmesiyle ortaya çıkan zulme karşı bir şahitlik olarak yorumlarlar. İnsan gerçekte kendine zulmeder; organlarını yerli yerinde kullanmayarak kendini tahrif eder, kendini bozar, kendini olması gereken yere yerleştirmek yerine 'ait olmadığı yere' koyar. Zülum denilen şey tam olarak budur. O zaman organlar böyle bir irade ve tasarrufa karşılık insana direnir, baş kaldırır, daha önce 'Âdem'e secde etmiş olan melekler', bu durumda tıpkı yeryüzünün insana baş kaldırması gibi insana baş kaldırır, ona secde etmek yerine aleyhine şahitlik ederler. Çünkü insanın bedeni tıpkı doğa, gökyüzü ve yeryüzü gibi "istekle veya zorla itaate gelin" (Fussilet, 11) emrine 'gönüllüce' icabet veren doğamızdır Bedene itibar etmek ise ibadet eden, zikreden, gayesi gereği tespih eden bir abide hürmet ve itibar göstermek demektir. Bedenin hazları ise onları konuşturacak yaratıcılarının isimleriyle onların irtibatını kurmak demektir. Görmek, duymak gibi duyu güçleri ile beslenmede olduğu gibi haz alan kısımlarıyla haz alması da insanın bedeninin ilahi isimlerle dünya içerisinden irtibat kurduğu bir vasıtadır. İlahi isimler bu vasıta üzerinden tecelli eder, insan ilahi isimleri bedenin dünyasında temaşa eder.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.