Arama

Gabriel garcia marquez'den genç yazarlara 10 tavsiye

O, bizleri gerçekle hayalin girdabına sokup Latin Amerika edebiyatının atmosferi ile büyüledi… Sıcak ve tozlu sokaklar, derme çatma evler, neşeli, hüzünlü, kavgacı ama ille de iyi bir hikâyesi olan insanları konu edindi. Bizi hiç bitmesin dediğimiz öykülerin başkahramanı yaptı. Bu usta edebiyatçının genç yazarlara verdiği önemli tavsiyeleri derledik.

Gabriel garcia marquez’den genç yazarlara 10 tavsiye
Yayınlanma Tarihi: 10.08.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 10.08.2018 18:09

"Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi."

20. yüzyılın en önemli yazarlarından Marquez, ve aynı zamanda gazeteci, yayımcı, siyasi aktivist ve senaristtir. 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.

"Üzerinde çalıştığım esere en kötü şartlarda dahi bir haftadan fazla ara vermem. Çünkü aksi takdirde en baştan başlamam gerekir. Çalışmam süresince 'Yüzyıllık Yalnızlık'ın yazımı 18 aydan fazla sürdü- günün ya da gecenin tek bir dakikasında dahi başka bir şey düşünmem…"

KENDİ AĞZINDAN YAZMA SERÜVENİ

Yazmaya nasıl başladınız?

Paris Review'de Peter H. Stone'a verdiği söyleşide şunları söyledi. Çizerek. Karikatürle. ''Okuyup yazmazdan çok önce bile evde ya da okulda sürekli bir şeyler çizerdim. Komik olan ise, şimdi fark ediyorum, lisedeyken herkes beni yazar olarak bellemişti, tek kelime yazmamama rağmen. Hani ben yazardım ya, ne zaman bir broşür ya da imza kampanyası olsa metnini bana yazdırırlardı. Üniversiteye başladığımda, akranlarıma kıyasla çok daha iyi bir edebi geçmişe sahip olduğumu fark ettim.

Bogotá Üniversitesi'nde birçok kişiyle tanıştım, onlar da beni kendi yazar arkadaşlarıyla tanıştırdı. Böyle bir akşamda bir arkadaşım Franz Kafka'nın kısa öykülerinin olduğu bir kitap vermişti. İşte o gece eve dönüp Dönüşüm'ü okumaya başladım. Kitabın ilk cümlesi bile beni neredeyse yatağımdan düşürmeye yetmişti. Şaşakalmıştım. O cümle şuydu: "Talihsiz bir uykunun ardından sabaha gözlerini açan Gregor Samsa, kendini yatağın üstünde koskoca bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…" İlk cümleyi okur okumaz tanıdığım hiçbir yazarın kendine böyle şeyleri yazma izni vermediğini fark ettim. Eğer Kafka'yı tanısaydım, yazmaya çok daha önce başlardım.

Hemen kısa öyküler yazmaya başladım. Bu öyküler hayli entelektüel düzeydeydi, çünkü o zamanlar edebiyat ve hayat arasındaki bağı bulamıştım ve yazdıklarım edebi deneyimlerimden geliyordu. Kısa öykülerim El Espectador'un edebiyat ekinde çıkıyordu ve epeyce başarılı olmuştu. Çünkü belki de o zamanlar Kolombiya'da kimse entelektüel kısa öykü yazmıyordu. O zamanlar herkes şehir dışındaki hayat ve sosyal hayat hakkında bir şeyler yazıyordu. İnsanlar kısa öykülerimde Joyce etkilerinin olduğunu söylüyordu.''

1."AÇ SANATÇI" KLİŞESİNDEN VAZGEÇ

Bu yüzden öldü...

"Bizlerden daha sağlıklıydı, ama insan onun göğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokurdayan gözyaşlarını duyabiliyordu."

''Genel olarak, etrafımızdaki diğer tüm yaratıklar gibi bizler de rahatımız yerindeyken daha iyi yazıyoruz. Bundan şunu anlamalısınız: Yazarın üretirken aç ve sefil durumda olması gerektiğine dair o romantik efsaneye şahsen ben inanmıyorum. Akşam iyi bir yemek yediysen, bir de elektrikli daktilon varsa, kesinlikle daha iyi yazar olabilirsin.''

Plinio Apuleyo Mendoza ile röportajından

2.BİZE GEREKEN DAHA AZ SİHİR, DAHA ÇOK ALIN TERİ

"Benimle vedalaşmaya kalkma sakın. Ne kimsenin önünde eğil, ne kimseye dil dök. Beni çok önceden vurmuşlar gibi davran."

''Edebiyatçının bir tür marangoz olduğu söylenebilir. Birincisi, bu mesleklere mensup kişiler çok sıkı çalışır. İkincisi, bir öykü yazmak da neredeyse bir masa yapmak kadar zordur. Tek fark edebiyatçının hakikatle çalışmasıdır ve bu da aslında ahşap kadar sert bir malzemedir. Ayrıca her iki meslek de türlü çeşit hile ve tuzakla doludur. Daha az sihir, daha çok alın teri. Proust'a katılıyorum, yazmanın yüzde 10'u ilhamsa, yüzde 90'ı sıkı çalışmaktır.''

Paris Review ile 1981 röportajından

3.ERKEN BAŞLA

"Bu durum, tıpkı kan lekesi gibi yayılıp sessizce üstümüzü örtüyor."

''Dominikli yazar Juan Bosch'un yirmi beş yıl önce söylediği bir şeyi duymuştum. Kendisi, yazıyla ilgili teknikleri, genç yaşta gizli gizli öğrenmek gerektiğini söylemiş. Biz yazarlar papağanlara benzeriz, yani yaşlandıkça daha iyi konuşmayı öğrenmemiz imkânsız.''

Plinio Apuleyo Mendoza ile yaptığı röportajdan

4.TEKNİĞE ODAKLAN

"Aşkımın kanıtı olarak sana gözyaşlarımı yolluyorum."



''Yaşlandıkça, hele ilham azaldığında, tekniğe daha çok güvenmelisin. Teknik yoksa tüm yapı çöker. İlham gelmiyorsa, daha yavaş ve daha titiz yazmalısın, o zaman sorun kalmaz.''

New York Times ile 1985 tarihli röportajından

5.DAKTİLONLA ÇALIŞ, ELEŞTİRMENLERİ MUTLU ETME YÖNTEMLERİYLE DEĞİL

"Yavrucuğum, bu dünyada yalnızız.''


''Toulouse Üniversitesi'nde Latin Amerika edebiyatı hakkında yazan bir Fransız profesör vardı. Ona ulaşmam gerektiğini söylüyorlardı, çünkü kendisi bir türlü benim hakkımda yazmıyordu. Ulaşmayı denemedim, çünkü gerçekte buna ihtiyacım yoktu. Genç arkadaşların unuttuğu şey şu: Onların yaşındayken eleştirmenler benim hakkımda değil, Miguel Angel Asturias hakkında yazıyordu. Sözüm genç yazarlara, zamanınızı çalışmak yerine eleştirmenlere harcamayın, çünkü yazmak hakkınızda yazılmasından çok daha önemli. Edebi kariyerim hakkında çok önemli başka bir şey daha var, isterseniz size ondan da bahsedeyim: 40 yaşına geldiğimde 5 kitabım yayınlanmıştı ama yüzde bir telif bile almamıştım.''

Paris Review ile 1981 röportajından

6.BİR SONRAKİ ÖYKÜYÜ YAZ VE ARKADAŞLARINI DİNLE

''Ömrüm boyunca bir daha onunla karşılaşmamak için bütün kalbimle dua ettim.''


"Her durumda, bu hikâye zaten geçmişe aittir. Şimdi önemli olan şey, bir sonraki hikâyen" demişti arkadaşım Jorge Álvaro Espinosa.Hiçbir tavsiyenin bundan daha akıllıca olamayacağını fark edinceye kadar ben tam tersine inandım, anlayacağınız o kadar kör ve aptaldım. Jorge ilk önce hikâyeyi, sonra stili oluşturmam gerektiği şeklindeki sarsılmaz fikrini açıkladı, hem bu ikisi birbirine adeta köle misali bağlıydılar. Bu köleliğe "sadece klasiklerde bulunan o sihirli değnek" de denebilir. Jorge Yunan şairleri, düşünürleri tutkulu ve tarafsız bir şekilde okumam gerektiğini tekrarlayıp dururdu, sadece Homeros'u değil. Okuyacağıma söz verir ve o diğer isimleri duymak isterdim, ancak hızla konuyu değiştirir, bunun yerine hafta sonu okuduğu bir kitabı, mesela André Gide'in Kalpazanlar'ını anlatmaya başlardı. Ona bu konuşmanın hayatımın gidişatını belirleyebileceğini söyleyecek cesareti hiç bulamadım. Ve her gece uyumadan o sırada çalıştığım öyküyü unutup sonraki öyküm için notlar aldım.''

New Yorker'da 2003'te yayınlanan "Nasıl Yazar Oldum" soruşturmasından.

7.KURALLARINI OLUŞTURURKEN KENDİNİ ÖZGÜR HİSSET VE KURALLARINA UYMAYA ÇALIŞ

"Zaten olacak olan olur. Tıpkı takvimlerin önceden haber verdiği şeyler gibi… "


''Kafka'yı okuduğumda, edebiyatta ortaokul ders kitaplarında rastladığım akılcı ve son derece akademik örneklerin dışında sayısız imkânın olduğunu birdenbire anladım. Öyle her hoşuna giden fikri icat edemeyeceğini hatta hayalini kuramayacağını yıllar sonra keşfettim. Hoşuna gitmekten yola çıkıyorsan, gerçeklerden kaçıp yalanlara sığınıyorsun demektir ve yalan edebiyatta hayatta olduğundan daha ciddi bir meseledir. En keyfi yaratının bile kuralları vardır. Kendini kaostan ve total akıldışılıktan kurtaramazsan, mantığın incir yaprağını da atamazsın.''

Plinio Apuleyo Mendoza ile röportajından

8.KENDİ HİKÂYENE İNAN

"İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür."

''Ne yapmak istediğime dair bir fikrim vardı ama bir şey eksikti ve doğru tonu keşfedene kadar o şeyin ne olduğundan emin değildim. Yüzyıllık Yalnızlık 'ta kullandım bunu. Temelde büyükannemin hikâye anlatma yöntemine dayanıyordu. Büyük annem fantastik şeyleri bile tam bir doğallıkla anlatırdı. Sonunda kullanmam gereken sesi keşfettiğimde, on sekiz ay boyunca oturdum ve her gün çalıştım… Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, hikâyeyi ona pek de inanmadan anlatıyordum. Yapmam gereken şeyin hikâyeme önce kendim inanmak olduğunu daha sonra keşfettim ve büyükannemin üslubuyla yazmaya başladım. "Büyükannemin üslubu" dediğim de şu: Taş gibi bir suratla…''

Paris Review ile 1981 röportajından

9.SEZGİNE GÜVEN, AKLINA DEĞİL

"Kör talih doğuştan yakama yapışmış, ölünceye kadar da bırakmayacak."

''İlham, gerçekten seveceğin doğru temayı bulmandan başka bir şey değildir. İşi daha kolay hale getirir bu. Kurgu yazmanın temelini oluşturan sezgi, hakikati bilgiye ihtiyaç duymadan çözmene yardımcı olur. Yerçekimi kanunlarını bile sezgilerinle çok daha kolay anlarsın. Bir romancı için sezgi esastır.''

Paris Review ile 1981 röportajından

10.RÖPORTAJDA SES KAYIT CİHAZI YERİNE NOT ET

"Yüreğini kolla, ölmeden çürüyorsun."

''1981'de Paris Review'a verdiği bir röportajda not alma sistemini şöyle açıkladı: "Sorun şu ki röportajın kayıt altına alındığını bildiğiniz anda tavrınız tamamen değişiyor. Kişisel olarak ben hemen savunmaya geçiyorum örneğin. Bir gazeteci olarak ses kayıt cihazlarını kullanmayı hâlâ öğrenemediğimizi düşünüyorum. Bence en iyi yöntem, gazetecinin herhangi bir not almadan yaptığı uzun sohbet. Sonrasında ise gazeteci, konuşmadan aklında kalanları hatırlayıp hissettiklerinin bir izlenimini yazabilir; kullanılan sözcükleri tam olarak hatırlaması şart değil. Bir başka kullanışlı yöntem ise not almak ve sonra bu notları, röportaj yapılan kişiye mümkün olduğunca sadık kalarak yorumlamak. Kayıt cihazlarıyla ilgili asıl sorun, röportaj yapılan kişiye sadık kalmaması, çünkü konuşma sırasında bir pislik olduğunuz zamanlarda bile kaydetmeyi sürdürür.''

Kaynak : Peter H. Stone'un yaptığı Paris Review Winter 1981 sayısında yayımlanan bu söyleşiyi bianet İngilizce'den Barış Mumyakmaz, Beyza Dağdeviren, Barış Eral ve Elif Nas Ünal çevirdi.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN