Arama

Aruzun müziğini yakalayan “İstanbul Şairi”

Nedim’in şiirlerinde Türkçe’nin nabız atışlarını duyar, Osmanlı yaşama üslubunun ince estetik yapısını buluruz. Onun şiirlerinde önceki asırların şairlerinde görülen tasavvufi derinlik ve zihnî tasarruflara dayalı ustalık merakı yoktur; sanki her şey kendiliğinden olmuş izlenimi vardır. Bu sebeple sadece yaşadığı zaman itibariyle değil, eseriyle de bize diğer divan şairlerinden daha yakındır.

Aruzun müziğini yakalayan İstanbul Şairi
Yayınlanma Tarihi: 2.10.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 02.10.2018 15:30

Ey Nedim ey bülbül-ü şeydâ n'içün hâmûşsun
Sende evvel çok nevâlar gift ü gûlar var idi

Nedim'in asıl adı Ahmed'di. İstanbul'da yaşadı. Babası Sultan İbrahim'in saltanat yıllarında kazaskerlik eden ve "Mülakkab" diye anılan Muslihüddin Efendi'nin oğlu Mehmed Efendi, annesi ise Karaçelebizâde ailesinden ( soyu Mevlana'ya dayanır) Sâliha Hatun'du. Abdurrahman Şeref adlı amcası da şairdi.

Dedesi Kazasker Muslihittin Efendi, bazı kötü alışkanlıklarından dolayı ulema ve halk tarafından sevilmezdi. Bunun için kendisine çirkin lakaplar takılmış, Mülakkap Mustafa Efendi diye tanınmıştı. Dedesine takılan lakaplardan ötürü Osmanzade Taib gibi bazı şairler Nedîm'den mülakkabzâde diye bahsetmişlerdi.

YETENEKLİ VE BAŞARILI BİR ŞAİRDİ

Ahmet Nedim iyi bir eğitim görmüş, döneminin klasik ilimlerini, Arapça ve Farsça'yı bu dillerde şiir yazacak kadar öğrenmişti. Tahsilini tamamladıktan sonra Şeyhülislam Ebezade Abdullah Efendi'nin de bulunduğu bir jüri tarafından yapılan sınavda başarılı olarak müderris oldu. Söz konusu edilen sınavın tarihi bilinmemekle beraber, Ebezade Abdullah Efendi'nin görevde bulunduğu 1707-1713 yılları arasında gerçekleştiği kesin.

Nedim'in ilk şiiri, annesinin mezar kitabesi için yazdığı şiirden önce kendisinin Gülşenî tarikatine mensup olduğunu gösteren bir tarihtir. Önceleri Şehid Ali Paşa'ya kasideler sunduysa da beklediği karşılığı göremeyen şair, asıl hak ettiği ilgiyi Damat İbrahim Paşa'dan gördü.

Bir yandan İbrahim Paşa'nın faaliyetlerini şiirleriyle överken diğer yandan da Lale Devri'nde teşekkül ettirilen tercüme heyetlerinde görev alarak koruyucusunun her hamlesine destek verir. Meslek hayatında da çabuk ilerler. Müderrislikten Mahmut Paşa Mahkemesi naipliğine getirilir. Daha sonra 1726'da Molla Kırımî Medresesi'nde, 1728'de Nişancı Paşa-yı Atik Medresesi'nde görev yapan Nedim, 1729'da Sahn Medreseleri müderrisliğine yükselir. Sekban Ali Paşa Medresesi'nde müderris iken Patrona Halil İsyanı patlak verir.

DAMAT İBRAHİM PAŞA VE NEDİM

İbrahim Paşa, Ali Paşa'nın şehit edilmesinden sonra geride kalan nikâhlısı Fatma Sultan'la evlenerek padişaha damat olur. 1718 tarihinde de sadrazamlık makamına getirilir. Bu tarih, daha sonra Lale Devri (1718-1730) olarak adlandırılan dönemin başlangıcıdır. Artık, Damat İbrahim Paşa'nın hemen her faaliyeti Nedim'in dikkatini çeker.

Şair, kıta ve kasideleriyle her fırsatta koruyucusuna bağlılığını ifade ederdi. İbrahim Paşa'yı takdir eden, öven tek şair sadece Nedim değildi. Fakat Nedim, bu şairlerin içinde en başarılı olanıydı.

DEDESİ GİBİ BİR SON İSTEMEDİ

Patrona Halil İsyanı sırasında Nedim'in akıbetinin ne olduğu konusunda değişik iddialar ileri sürülür. Kaynaklarda şairin, söz konusu isyanı takip eden günlerde illet-i vehimeden veya içkiye düşkünlüğü nedeniyle titreme hastalığından öldüğüne dair bilgiler kayıtlıdır.

Nedim, ihtilal esnasında korkudan evinin damına çıktığını ve oradan düşerek öldüğünü söylenir. Bu acı akıbet, şairin belki de son bir kurtuluş ümidiyle evinin damına çıktığını veya linç edilerek öldürülen dedesi Mülakkab Mustafa Efendi'nin yaşadığı tecrübenin tekrar edilmesine imkân vermemek için ölümü tercih ettiğini akla getirir. Bu durum illet-i vahim olarak tanımlanır.

Ancak kesin olan bir şey vardır ki o da şairin ihtilal sırasında öldüğü. Şairin kabri Üsküdar Karacaahmet Mezarlığının Miskinler kısmında.

Mezar taşı Hamzavî tadışı. Hamzavîler tarikat erbabının ve bilhassa Mevlevîlerin bildikleri eski "bî-şer-ü pâ" denen ve başı kesik, kolları ve ayakları kırık bir çeşit taş şekli kabul etmişler ve bu suretle hem Allah'a teslim olduklarını hem de pek çok şehit verdiklerini ima etmişlerdi.

Mezar taşındaki kitabede şu yazıyı okuruz:
"Nedim Ahmed Efendi kârı tedris idi rûz u şeb
Ulûm içre kemâle ermiş idi ol safî-meşreb
Hitâb-ı İrciî erdikde sem'ine deyüb lebbeyk
Kuyub cân-u cihânı kıldı kurb-i Bâri'yi matlab
Revâ ola düşerse fevtin işbu duâ târih
Nedîm ola nedîm- şâh-ı ceyş- i enbiyâ yâ Rab".

(Nedim Ahmed Efendi geze gündüz ders okudu. O temiz yaradılışlı, ilimler içinde olgunlaşmıştı. İrciî ( "Geri gel!" ölüm emri) hitabı gelince duyduğuna Lebbeyk (emret!) deyip canını ve dünyayı bırakarak Allah'a yakın olmayı istedi. Yitip gitmesine bu dua tarih olarak düşülürse yerinde olur: "Ya Rab! Nedim, peygamberlerin başkumandanının nedimi ( en yakın ve hiçbir zaman yanından ayrılmayan dostu) olsun.)

Her dönemde birçok edebiyatçının gönlünde yer etmiş bu şair için Refik Halit Karay, gazetesinde köşe yazısında mezarı hakkında köşe yazısı yazmıştır.

NEDİMDEN KALANLAR

Nedim Divanı

Nedim'e asıl şöhretini kazandıran eseri, divanıdır. Şairin hayattayken divan tertip edip etmediği bilinmiyor. Bakü Elyazmalar Arşivi No.11627'de kayıtlı bulunan Nedim Divanı nüshasının, müellif hattı olduğuna dair iddialar da gerçeği yansıtmaz.

Nedim Divanı'nın bilinen en eski tarihli nüshası, 1149 yılında istinsah edildiği tahmin edilen ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Y.13 numarada kayıtlı olan nüshadır. Nedim Divanı'nın yurtiçi ve yurtdışındaki kütüphanelerde kırk beş kadar yazma nüshası var.

Nedim Divanı'nın bilinen bütün nüshaları değerlendirilerek hazırlanan son baskıda; 43 kaside, 89 kıta, 3 mesnevi, 1 terkib-bent, 1 terci-bent, 2 mütekerrir müseddes, 1 tardiyye, 5 tahmis, 1 muhammes, 33 murabba, 2 koşma, 166 gazel, 2 müstezad, 11 rubai ve 23 müfred ve matla var. Ayrıca Nedîm Divanı'nda 5 Arapça, 39 Farsça şiir yer alıyor.

Sahaifü'l-Ahbar

Lale Devri'nde oluşturulan tercüme heyetlerinde görev alan Nedim, Müneccimbaşı Ahmet Âşıkî 'nin Camiü'd-Düvel adlı Arapça eserini Türkçe'ye çevirerek Sahaifü'l-Ahbar adını vermişti. Nedim'in on yılda tamamlayarak (1720-1730) İbrahim Paşa'ya sunduğu bu çeviri, 1285 yılında İstanbul'da basılmıştı.

Aynî Tarihi

Bedrettin Mahmut bin Ahmet (ö.1451) tarafından yazılan Ikdu'l-Cüman fi Tarihi Ehli'z-Zaman adlı yirmi dört ciltlik İslam tarihi, Nedim'in de içinde bulunduğu tercüme heyetince çevrilmişti. Fakat Nedim'in mütercimler arasında yer aldığı bilindiği halde hangi bölüm veya kısımları tercüme ettiği henüz bilinmemekte.

Nedim'in bunlardan başka, Şehit Ali Paşa'ya yazdığı bir dilekçesi, İzzet Ali Paşa'nın şaka yollu mektubuna mensur cevabı, Safayî Tezkiresi'ne Takriz'i ve Münşeat-ı Aziziye'de yer alan ve kime yazıldığı belli olmayan bir mektubu var.

Ma'lûmdur benim sühanım mahlas istemez
Fark eyler onu şehrimizin nükte-dânları

On sekizinci yüzyılın başında gazelde hikemî tarzın büyük temsilcisi Nabi'nin, kasidede Nefi'nin etkisinin revaçta olduğu şiir ortamına ilk adımını atan Nedim, çok geçmeden Nedimâne denilen yeni bir tarz geliştirmişti. Bu tarzın esasını; söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve Nedim'e özgü eda oluşturur. Kendisi de üslup sahibi bir şair olduğunu kabul eder ve şiirlerinde bunu gösterir.

Nedim'in sanatı nasıldır ve ne gibi orijinaliteyi içerir? Bu soruya hemen ve tek sözle cevap vermeye imkân yok. Nedim'i zamanındaki şairlere divan şiiri zihniyetine göre eleştirmen sayabileceğimiz şuara tezkirecileri takdir etmişler, övmüşler, onda bir yenilik bulmuşlardı.

KELİME BİLGİSİ ZAYIF AMA HAYAL GÜCÜ HAZİNE

Nedim, şiir lügati zengin olmayan şairlerdendi. Bulduğu bir imajı veya hoşuna giden benzetme unsurlarını tekrar tekrar kullanırdı. Onun asıl kudreti dili kullanmadaki ustalığında saklıydı. Konuşma dilinden gelen söyleyişleri kullanmadaki dehası ve ahengi sağlamadaki titiz işçiliği onu çağdaşlarından ayırır.

Kafiye, redif ve vezin kullanımındaki başarısı, şiirlerinde ritmik akışkanlığın sağlanmasında etkili oldu. Redif ve kafiye kullanımında geleneğe bağlı olan şairin ara sıra Türkçe kelime ve eklerle yaptığı kafiyelerdeki doğallık, daha önceki şairlerde az rastlanan bir özellikti.

ŞİİRLERİ BESTELENMEYE MÜSAİTTİ

Nedim aruzun musikisini yakalayan ve şiirinde âdeta bir ahenk unsuru olarak kullanan divan şairlerinden biridir. Şiirlerinin bestelenmeye elverişli bir yapısı vardır. Onun için şairin yaşadığı dönemden başlayarak musammatları ve gazelleri bestelenmişti.

NEDİMÂNE ÜSLUBU

"Üslûb-ı beyan, aynıyla insan"

Nedimâne üslup, Seyyid Vehbî'nin "Nedîm-i nükte-perdâz", tezkire müellifi Sâlim'in "Nedîm-i tâze-zebân" sıfatlarıyla andıkları şair Nedîm Ahmet'in üzüntüden dertten uzak bir dünya görüşüyle, şen, neşeli ve coşkun söyleyiş biçimiydi. Nedim tarzı, "Nedim Okulu" kuracak kadar taraftar kazanmıştır. Bu okulun son temsilcisi Yahya Kemal'di. Yahya Kemal'de gerçek anlamını kazanan "Nedimâne şiir"i, Tanpınar eskilerin anlayışıyla mukayese ederek şöyle tanımlar:

"Gerek mahallîlik, gerek çapkınca mazmun Nedim'den çok evvel şiirimizde vardı. Birincisi, şiirimizin İran edebiyatı karşısında hürlük davası olarak vardı. Açık, çapkınca hevâ ve heves şiirleri ise daha çok önceden mevcuttu. Çağdaşları, Nedim'de daha çok bunları görüp sevdiler. Onun sesini, eşya ile duyumlarının temasa geliş tarzını, mısraya verdiği bükülüşü ve bu mısranın hafifliğini, kısaca kemanın yayını çekiş tarzını fark edemediler."

Nedim tarzı, eski şiirde yenilik olarak kabul edilirken, onun eski mazmunları yeni tarz söyleyişine de Abdülbaki Gölpınarlı "Nedimleştirme" adını verir. Nedimâne üslubu, konuşma diline ait deyişlerle yüklü, külfetsiz açık bir söyleyişe dayanan mahallî (folklorik) üslup; el değmemiş düşünceler ve kendine has yaratıcılıkla diğerlerinde farklı söyleme üslubu, gerçekçi, müstehcenliğe yakın açık söyleyiş, ses ve ahenge önem veren, tasannudan uzak, nükteli, açık ve zarif söyleyiş şeklinde gruplandırıldığını görmek mümkün.

SARAY EDEBİYATINI YERLİLEŞTİRDİ

Nedimâne denilen tarzın önemli özelliklerinden bir diğeri, yerlilik merakıdır. Nedim, divan şiirinde Necati'yle belirginleşen, Baki ve Şeyhülislam Yahya gibi şairlerin eserlerinde mükemmelleşen mahallileşme deneyiminin on sekizinci yüzyıldaki en büyük temsilcisiydi.

Onun, şiirlerinde halk edebiyatına yakınlaşması, İstanbul hayatından sahneler sunması, gerçek hayattan alınan unsurları kullanması, günlük dilden gelen konuşma kalıplarına ve deyimlere yer vermesi yerlilik arzusunu gösteren unsurlar olarak görülür.

Bilindiği gibi on sekizinci yüzyılda halk ve divan şiiri arasında kısmen bir yakınlık söz konusuydu. Divanlarda heceyle yazılmış şiirler yer aldığı gibi, halk şairlerinin de divan şiirinin estetik ve hayal dünyasına yakın şiirler söyledikleri bilinir. Nedim'in;

Sevdiğim cemâlin çünkim göremem Tutasın cihânı Sikender gibi
Çıkmasın hayâlin dil-i şeydâdan Şevket ile dünyâ dola hünkârım
Hâk-i pâye çünki yüzler süremem Kapına Ferîdûn bir çâker gibi
Alayım peyâmın bâd-ı sabâdan Her ne emredersen n'ola hünkârım

dörtlükleriyle başlayan koşmaları, yerlilik arzusunun en somut göstergelerindendi.

NEDİM ŞİİRLERİ, ITRÎ BESTELERİ, LEVNÎ'NİN MÜCESSEM NAKIŞLARI

Nedim'in yerlilik merakının en dikkate değer tarafı ise şiirlerinde İstanbul hayatından sahneler sunmuş olmasıydı. On sekizinci yüzyılın başında özellikle İbrahim Paşa'nın gayretleriyle oluşturulan barış ve istikrar döneminde, imar faaliyetleriyle birlikte eğlence hayatıyla ilgili mekânların ve mesire yerlerinin de yeniden düzenlendiği bilinir. Düzenlenen helva gecelerine, Sadabad eğlencelerine devlet ricalinin yanı sıra şairlerin de katıldığı eserlerinden anlaşılır.

İstanbul'un eğlence ve mesire yerlerinin şiirlere konu olması on sekizinci yüzyılda başlamaz. Fakat Nedim devraldığı bir geleneği daha canlı, değişik sahneler ve tipleri öne çıkararak devam ettirir. Ayrıca Nedim, devrin diğer şairleri gibi İbrahim Paşa'nın İstanbul ve Nevşehir'de yaptırdığı çeşme ve sebillere, han ve kervansaraylara, hamamlara, köşklere manzum tarihler düşürmüştü.

Nedim, Osmanlı şairleri arasında devriyle birlikte anılan, hatta özdeşleşen müstesna şairlerdendir. Lale Devri'nde Nedim'le aynı muhitte yaşayan ve devrin havasını onunla birlikte teneffüs eden pek çok şair olmasına rağmen devrinin ruhunu onun kadar eserine yansıtan olmadı. Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı kültür ve sanat hayatında gerçekleştirmeye çalıştığı hamleye Nedim şiirleriyle, Itrî besteleriyle, Levnî mücessem nakışlarıyla katkıda bulunmuştu.

Nedim, başta Fuzulî olmak üzere pek çok usta şaire nazire söylemiştir. Nevâyî'nin bir gazelini tanzir etmiş ve ayrıca Çağatayca üç beyitli bir manzume söylemiştir. Razî, Neşatî Dede ve Tıflî'nin gazellerine tahmis; Nedim-i Kadim ile İzzet Ali Paşa'nın şiirlerine taştir yazmış; Enverî, İbrahim Paşa ve Sultan Ahmet'in mısra ve beyitlerini tazmin etmiştir. Ayrıca, "gibi" redifli kasidesinde İran şairlerine âdeta meydan okuyan Nedim, Türk şairlerinden kasidede Nef'î'yi; gazelde Bakî ve Yahya'yı; mesnevi tarzında Atayî'yi ve rubaide ise Haletî'yi beğendiğini söylemiştir. Özellikle ilk kasidelerinde Nefi etkisine sonuna kadar açık olan Nedim, gazelde de kendisini Baki'nin mirasçısı sayar.

HER MECRADAN BEĞENİSİNİ ALMIŞTI

Nedim'in yeni sesi, edası daha hayattayken devrinin şair ve tezkirecileri tarafından fark edildi. Eserini 1722'de tamamlayan Salim'in, Nedim'i "tâze-zebân" sıfatıyla nitelendirmesi dikkate değer bir husus.

Safayî'den başlayarak Nedim'in biyografisine yer veren bütün kaynaklarda onun önde gelen şairlerden biri olduğu vurgulanır. Raşid ve Asım gibi on sekizinci yüzyılın iki vakanüvis şairi Nedim'i takdir etmekle kalmayıp şiirlerini övmüşlerdi. Aynı asrın şairlerinden Kâmî, Neylî, Asım, Atıf, Raşid, İzzet Ali Paşa, Seyyid Vehbî, Samî, Kelîm ve Pertev gibi şahsiyetlerin de Nedim'e nazireleri vardı. Hatta eserini farklı bir mecrada veren, tasavvuf iklimine şiirinin kapılarını sonuna kadar açan Şeyh Galip bile Nedim'in şiirlerini övmüştür.

MİRAS GELENEKTEN MODERN ŞİİRE

Edebiyatımızın yüzünü batıya çevirmesiyle birlikte miras kalan geleneği sürdüren şairlerden, modern şiir tarzını oluşturmaya çalışanlara kadar geniş bir yelpazede Nedim'in etkisi devam etti. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Nedim'in en büyük takipçisi Enderunlu Vasıf'tı. Tanzimat dönemi şairlerini de etkileyen Leskofçalı Galip, Nedim'in etkisinde kalan bir başka şairdi.

Tanzimat edebiyatının önde gelen simalarından Namık Kemal, Nedim'i Türk dilinin en büyük şairi sayar. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin benimsedikleri dil anlayışı, Nedim'in söyleyişine dikkat etmelerine engeldi. Bununla birlikte "Aveng-i Tesavir"de eski şairlerin daha çok mizaçlarıyla ilgili özelliklerini vurgulayan Tevfik Fikret, Nedim'in mizacını, tavrını, döneminin içindeki yerini ayrıntıya inen çizgilerle tespit eder.

DERGİNİN KONUSU OLMADI, ONUN İÇİN DERGİ ÇIKARILDI

Geçen asrın başında Nedim, adeta yeniden keşfedildi. Birinci Dünya Savaşı, özellikle aydınlar arasında yarattığı ruhsal çöküntü, bir bakıma Nedim'in şiirleriyle telafi edilmeye çalışıldı. Böyle bir ortamda Şair Nedim mecmuası yayın dünyasına girer. İlk sayısının çıktığı 16 Ocak 1919'dan 29 Mayıs 1919 tarihine kadar 18 sayı çıkarılan bu haftalık edebî dergide Nedim'le ilgili yazılar, İstanbul üzerine denemeler, şairin meşhur şiirlerine nazireler yayınlanır. Şiirleri tahmis edilir. Millî Mecmua, "Nedim" nüshasını yayımlar. Yahya Kemal ve Mehmet Halit'in Dergâh'ta Nedim'e dair yazıları çıkar. Bu dergilerdeki yazıların ve şiirlerin büyük çoğunluğunda Nedim; çapkın, biraz pervasız, neşeli ve yaşama hazzıyla dolu bir şair olarak tanıtılır. Böyle bir ortamda Yahya Kemal'in "eski şiirin rüzgârıyla" söylediği şiirlerindeki tarzı, nesirleri ve sohbetlerinde ortaya koyduğu görüşleri, Lale Devri ve Nedim'in şair kimliğinin öne çıkmasında nispeten etkili olur. Nedîm'in şiirlerine yazdığı nazirelerle edebiyat dünyasına adım atan Halil Nihat, Nedim Divanı'nı neşreder. Bu çabası takdirle karşılanır ve özellikle Ahmet Haşim, Akşam'da yayımlanan "Nedim Divanı'nın Yeni Tab'ı" başlıklı yazısıyla edebiyat ortamında oluşan popüler Nedim imajını öteleyerek şairin gerçek kimliğine dair tespitlerde bulunur.

TİYATRODA VE ŞİİRDE VE MÜZİKALDE KONUYDU

Modern Türk şiirinin başında duran iki ustanın; Ahmet Haşim ve Yahya Kemal'in yaklaşım biçimleri Nedim'in şair kimliğinin, döneminin havası içinde boğulmasını erteler. Cumhuriyet döneminde Nedim'in sanatı kadar hayatı da dikkati çeker. Hayatı, Halit Fahri Ozansoy'un "Nedim", Faik Ali Ozansoy'un da "Nedim ve Lale Devri" oyunlarına konu olur. Şair Nedim mecmuasının "müdîr-i edebîsi" olan Halit Fahri, "Bugünkü Sadabad" şiirinde Lale Devrini derin bir özleyişle yâd eder. Diğer şiirlerinde de Nedim'i anmadan geçemez. Musahipzade Celal, "Lale Devri" adlı şarkılı tarihî operetinde Nedîm'in şiirlerine yer verir ve oyun sahnelenirken bu güfteler Suphi Ezgi tarafından bestelenir. Dolayısıyla Yahya Kemal ve Haşim'in vurguladığı şair kimliği göz ardı edilerek Nedim, büyük ölçüde 'kurmaca' bir yaşama biçiminin temsilcisi sıfatıyla sanat ve edebiyat dünyasında tanınır.

Yahya Kemal'in, Lale Devri ve İstanbul üzerine yazdığı şiirlerinde benimsediği söyleyiş tarzından ve sohbetlerinde ortaya koyduğu görüşlerden etkilenen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Nedim'e Dair" makalesi tekrar dikkatlerin şairin hayatından çok eserine yönelmesinde etkili olur.

BİR ELİNDE GÜL BİR ELİNDE KADEH

Modern Türk edebiyatında eserinden çok fantastik öğelerle süslenmiş yaşama biçimiyle hatırlanan ve eleştirilen divan şairlerinin başında Nedim gelir. Popüler tarihçiliğin ve ideolojik bakış açısıyla geçmişi yeniden kurma çabalarının bir sonucu olarak Lale Devri ve Nedim genellikle bir yönüyle öne çıkarılır. Bu algılama biçiminde Nedim, Lale Devrinin müstesna şairidir. İstanbullu ve hatta Beşiktaşlı oluşu, bir elinde gül bir elinde câm (=kadeh) olmak üzere dünyadan kâm almak için Sadabad seyrine çıkışı, güzellerle senli benli konuşması ve hayatın bin bir güzelliğini tatmasına rağmen bu dünyanın ona da kalmayışı söz konusu edilir.

Lale Devri ve Nedîm'e dair oluşan bu imaj, sanat ve edebiyat çevrelerince de paylaşılır. Bu algılamanın farklı yansımalarını Cahit Sıtkı Tarancı, Faruk Nafiz, Ümit Yaşar Oğuzcan, Ercüment Behzad Lav, Metin Altıok, Sezai Karakoç, Melih Cevdet Anday ve Attila İlhan'ın Nedim'e ayırdıkları dizelerinde görürüz.

MAHLASLI BEYİTLER SANATÇININ RUHSAL KİMLİĞİ

Yok bu şehr içre senin vasf ettiğin dil-ber
Nedîm Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

Divan edebiyatında şairlerin kendi mahlaslarını kullandıkları beyitler, şairin kendisi ve şiiri hakkında bazı değerlendirmelerde bulunduğu bölümlerdir. Bu nedenle kendini ve şiirde nelere önem verdiğini şairin bizzat kendi dilinden öğrenebileceğimiz kısımlar. Mahlas beyitlerine bu gözle baktığımızda gerek şair gerek şiir anlayışı ve gerekse döneme ait edebî çevre hakkında pek çok önemli ipucu bulmak mümkün.

Nedim, sevgilinin güzelliğini överken konuyla bağlantılandırdığı kendi söz söyleme gücünü de över. Bunun için "vasfetmek" sözüyle "hayâl" sözcüğünü kullanır. Onun bu kadar güzel vasfettiği sevgili ancak bir hayâl olabilir, çünkü gerçeğin anlatımı bu kadar güzel olamaz, bu kadar güzel anlatılamaz.

NEDİM VE İLHAMLARI

Fuat Köprülü, aynı bakış açısıyla Divan edebiyatı ile ilgili şunları söyler:

"Hayatı en gizli, en karışık köşelerine kadar göstermeyen, ruhumuzun hamlelerini anlatmayan, duygularımızı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir surette duyurmayan, elemlerimizi, felâketlerimizi, ahlaki yararlarımızı açık açık aksettirmeyen bir edebiyat, hayat ile rabıtasız ve sahte bir edebiyattır…"

Eski şiirimizde daha çok tasavvuf ve tasavvufun temelini oluşturan yaradılış nazariyesi yer alsa da, bu hayat görüşüne bağlı olan şairler dahi, âlemi Allah'ın tecellisi olarak benimsedikleri için şiirlerinde dünyaya ve dünya sevgisine yer vermişlerdi. Divan şairleri içinde, özellikle on sekizinci yüzyılda, şiirlerinde hayata ve hayatın güzelliklerine en çok yer veren Nedim'di.

Nedim'in muhayyilesinin ilham kaynağı öncelikle hayattı. Onun hayat dolu şiirleri, Nedim'in devrini ve devrinde yaşanmış olayları en ince ayrıntısına kadar işlediğini ve bu konuda ne kadar başarılı olduğunu açıkça ispat eder. Lâle Devri'nin bu coşkun şairi kadar yaşadığı toplumu yansıtabilen başka bir divan şairimiz yoktur diyebiliriz.

Nedim Divan'ında sosyal hayat, bütün zevk ve özellikleriyle, şairin orijinal anlatımıyla ayrıntılı bir biçimde yapılanmıştı. Lâle Devri, bu devrin devlet erkânı, eğlence hayatı, âdet ve gelenekleri, giyim kuşamı, sarayları, köşkleri yani imar faaliyetleri gibi bütün hususiyetleri ile Divan'da, Nedim'in şiirlerinde yerlerini aldı. Sosyal hayatı aksettiren her beyit, dönemin bir belgesi niteliğinde olup şairin gerçekçiliği ve bireysel hareketliliği ile hayat bulmuştu.

MAŞUKUN HER HÂLİ AYRI GÜZEL VE EŞSİZ

"Haddeden geçmiş nezaket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şişeden ruhgâr-ı âl olmuş sana."

(Nezaket, kuyumcuların altını tel halinde incelttiği araçtan (haddeden) geçerek, senin boyunu posunu oluşturmuş. / Şarap, şişeden süzülerek yanağındaki allığı oluşturmuş.)

Nedim sevgilisinin fizikî özelliklerini uzun uzadıya tasvir ederek sevgilisini över. Maşukun her hâli ayrı güzel ve eşsizdir. Zaten maşuk oluşu da bu hâllerindendir. Göze hitap etmeyen Nedim'in gönlüne nasıl hitap etsin? Sevgili nazlıdır; bir bakışına mazhar olmak için âşık yıllarca kapısında kul köle olmalıdır. Olur ya bir gün sevgili ok gibi kirpiklerini süzerek belli belirsiz bir bakışını lütfeder. İşte o zaman sevgilinin ok gibi kirpikleri âşığın kalbine saplanır ve gönlünde onulmaz yaralar açar.

NEDİM İÇİN GÖNÜL

"Açılır elbet nesîm-i nevbahar essin hele
Bend-i dil muhkem değil bend-i nikâbından senin"

( Hele ilkbahar yeli essin, gönlüm açılıp ferahlar; gönlümü sıkan bağlar senin yüzünü gizleyen örtünün düğümünden de sağlam değil ya…)

Nedim şiirinin bütün ilhamını, acılarını, neşesini gönlünden alır ve de işleyerek şiir haline getirir. Şairin yegâne sermayesi gönlüdür. Gönlü genellikle acılar içinde kebap olan şairlerimizin pek ender olsa da sevgilinin bir yan bakışı karşısında sevindikleri bile olur. Bu yüzden gönül kavramı, klasik şiirimizde çok sayıda benzetmeye konu olmuştur.

Gönül kavramının diğer bir yönü de sevgilinin gönlüdür. Âşığın acı çeken, daima âh ü figân eden gönlünün karşısında sevgilinin acımasız, katı gönlü karşımıza çıkar.

Nedim Divanı'nda gönül kavramı "dil, sîne, gönül" sözcükleriyle gönlümüze sirayet eder.

Nedim, gönlünü hasbıhal edecek bir dost olarak görmüş, benzeyen- benzetilen ilişkisi içinde gönlü, nazımlarında bir dantel işçiliği titizliğinde işlemişti. Nedim'in şiirlerinin membaı olan gönül, aşkın kanlı yaralarla yaşandığı yerdi. Bir aşk hastasının kaleminden çıkan gönül benzetmelerinin ise bu kadar coşkun ve heyecanlı olması gayet doğaldı.

(Derlenmiştir.)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN