Arama

Darbenin zemini ‘o suikast’ ile hazırlandı

Serbesti” gazetesinin başyazarı olan Hasan Fehmi, Meşrutiyet’e zemin hazırlayan İttihat ve Terakki’yi sert biçimde eleştirdiği için sık sık ölüm tehditleri alıyordu. Bundan tam 110 yıl önce ilan edilen II. Meşrutiyet’in ardından, Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü’nde öldürülmesi ülkede büyük bir infiale sebep oldu. Meclis’te iktidar ve muhalefeti birbirine düşüren bu provokasyon, Osmanlı’yı dönüşü olmayan yola sürükleyen 31 Mart Vakasının da habercisiydi…

Darbenin zemini ‘o suikast’ ile hazırlandı
Yayınlanma Tarihi: 23.07.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 23.07.2018 14:18

Osmanlı topraklarında ilk meşrutiyet, 1876 tarihinde gerçekleşmişti. Osmanlı Devleti, hiçbir zaman Avrupa'daki emsalleri gibi bir mutlakiyete sahip değildi; çünkü idareyi kısıtlayan kanunlar vardı. Hem din, hem de geleneklerden kaynaklanan bu kanunları hükümdar dahi değiştiremezdi.

FRANKOFON DÜŞÜNCE OSMANLI TAHTINI SARSIYOR

Fransa'da gerçekleşen ihtilalin ardından yayılan hürriyet düşünceleri Osmanlı'ya da yayıldı; kendi geleneklerini yadsıyan bir grup entelektüel ortaya çıktı. Hürriyetin beşiğini Fransa olarak bilen ve ona hayran olan bu grup, zamanla bürokraside de kendilerine birçok taraftar buldu.

1876 yılına gelindiğinde, Sultan Abdülaziz tahttan indirildi; yerine yeğeni Sultan V. Murat geçirildi. Meşrutiyete yanaşmayan V. Murat da kısa süre sonra tahtını kaybetti. Ardından II. Abdülhamid, ihtilalcilerin başı olan Mithat Paşa'ya meşrutiyet ve anayasa sözü vererek tahta çıktı. Meclis toplandı ve bir Kanun-i Esasî hazırlandı.

ABDÜLHAMİD DENGE SİYASETİ GÖZETTİ

Meşrutiyet hükümeti, ülkeyi 93 Harbi'ne sürükledi ve bu savaşın galibi Rusya oldu. Osmanlı'nın mağlubiyetinin faturası ise oldukça ağırdı. Ülke topraklarının önemli bir kısmı kaybedildi. Bunun üzerine Abdülhamid, meclisi fethederek meşrutiyeti askıya aldı. Kanun-i Esasî yürürlükte kaldı ancak, bir daha seçim yapılmadığı için meclis toplanamadı.

Sultan Abdülhamid, bu savaşın zararlarını diplomatik girişimleriyle hafifletmeye çalıştı. 33 yıl boyunca saraydan yönettiği ülkeyi, maarif, ziraat, ticaret ve sanayi bakımından geliştirmeye çalıştı, demir yollarına büyük önem verdi.

Avrupa'nın güçlü devletleri arasında denge siyaseti gözeten Abdülhamid, İslâm birliği adına dünya Müslümanları üzerinde halifelik nüfuzunu da vurguladı. Bu da dönemin önde gelen sömürgeci devletlerini endişeye sürükledi. İngiltere, dış siyasetini halifeliği kaldırmak, hiç değilse Abdülhamid'i tahttan indirmek üzere kurdu.

OSMANLI MALİYESİNİ SARSAN SAVAŞ

Sultan Abdülhamid, barışı korumak için büyük bir çaba gösterdi. Onun zamanında olan tek savaş, Yunanlıların Girit'i işgali üzerine 1897 yılında gerçekleşen savaştı. Osmanlı ordusu, İngilizlerin altı ayda geçemez dedikleri Termofil Geçidini 1 günde geçip Atina'ya girdi ve bu Osmanlı'nın son zaferi oldu.

Maliyeye oldukça zararı olan bu savaşın ardından paranın değeri düştü, maaşlar zamanında ödenemez oldu. Bu da asker ve memurları padişaha düşman etti.

32 YILIN ARDINDAN İKİNCİ TEŞEBBÜS

1896 yılında rejim muhalifleri, İttihat ve Terakki Cemiyetini kurdu. Mason kulüpleri gibi teşkilatlanıp çalışan bu cemiyet, özellikle askerler ve memurlar arasında hızla taraftar buldu.

1908 yılına gelindiğinde, Selanik'teki Üçüncü Ordu subayları ayaklanıp, askeri müfettiş Şemsi Paşa'yı vurdu. Bunun üzerine saray, zorunlu olarak II. Meşrutiyet'i ilan etti. Tarih 23 Temmuz idi ve bu tarih hürriyet bayramı ilan edildi. Meclis toplandı; halk Fransız İhtilalindeki gibi, "hürriyet, müsâvat (eşitlik) ve uhuvvet (kardeşlik)" sloganları ile sokağa döküldü.

Resneli Niyazi, II. Meşrutiyet'in ilanından iki gün sonra şu cümleleri kaleme almıştı: "Altı yıldan beri çıkarları uğruna birbirini boğazlayan Ulahlar, Rumlar, Bulgarlar ve Sırplar şimdi Türklerin açtığı bayrak altında toplanarak ayrılıkları, kırgınlıkları sararak, kaybettiklerini unutarak insanlıkla ülkenin yücelip yükseltilmesine çalışacaklar..."

İngiliz gazeteci Edward F. Knight "1908 İhtilalinin Hikâyesi: Jöntürkler ve II. Abdülhamit" kitabında o günü şöyle anlatıyor: "İhtilalin karargâhı Selanik'te, Avrupalıları hayrete düşüren büyük bir sevinç yaşanıyordu. Bulgarlar, Rumlar ve diğer çete liderleri; Arnavut tugayı ve şefleri; bütün bunların dağlardaki kanun kaçağı avanesi ki, kelleleri yıllardır satılığa çıkarılmıştı -getirene mükâfat vardı- çocukluklarından beri birbirinin şehirlerini yakan ve kadınlarını öldüren bu insanlar Cemiyete teşekkür etmek, yekdiğeriyle barışmak ve Müslüman Türklerin dostu olmak için gelmişlerdi. Kahveler şerefe içiliyor, bazen de rakılar yuvarlanıyordu. Birbirini kucaklıyor, kardeş olacaklarına dair yemin ediyorlardı." Tüm bu gelişmelerin ardından Meşrutiyet, karanlık bir sis perdesi altında kaybolup yitecekti. Aslında o birkaç aylık şenlik, Balkanlar'daki kanlı tiyatroda verilen kısa bir molaydı.

31 MART'I HABER VEREN CİNAYET

Anayasanın ilanından sonra Enver ve Talat Beyler, Sultan Abdülhamid ile yakınlaşmışlardı. Bundan rahatsız olan devletler, içerdeki adamları vasıtasıyla yeni bir oyun kuruyorlardı.

Abdülhamid'e karşı birleşenler birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardı. İttihatçılar ve liberal Prens Sabahattin'in birleşme çabaları sonuç vermemişti. Sabahattin Bey'e yakın olanlar 'Osmanlı Ahrar Fırkası'nı kurmuşlardı. Avnullah El Kazimi de 'Fedekaran-i Millet Cemiyeti'ni kurmuştu. Basın, subaylar, aydınlar fırkalara bölünmüştü. Normal olmayan, bu fırkaların birbirinin canına kastedecek şekilde davranmalarıydı.

Önce İsmail Mahir Paşa'nın, sonra Hasan Fehmi'nin faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi Meşrutiyet'in havasını iyice zehirledi. Hasan Fehmi'nin öldürülmesi İttihatçılar ve muhalifleri arasındaki gerginliğin başlamasına sebep oldu. Bu cinayet "31 Mart Vakası"nın da habercisiydi.

"SENİ ÖLÜM LİSTESİNE ALDILAR"

Mevlanzade Rıfat'ın çıkardığı Ahrar yanlısı "Serbesti" gazetesinin başyazarı olan Hasan Fehmi, İttihat ve Terakki'yi sert biçimde eleştirdiği için ölüm tehditleri alıyordu. Ordunun siyasete bulaşmasını eleştiriyor, bazı devlet adamlarının yolsuzluklarını ifşa ediyordu. Arkadaşlarının "Seni ölüm listesine aldılar, dikkatli ol, evden dışarı çıkma" uyarılarını duymazdan geliyordu.

6 Nisan 1909 akşamında, Hasan Fehmi bir akşam arkadaşı Ertuğrul Şakir ile Galata Köprüsü'nde yürüyordu. Arkalarında aniden bir subay belirdi. Arkadan yaklaştığı Hasan Fehmi'ye üç el ateş etti. Katil, "Al sen de Mevlan" diyerek Mevlanzade Rıfat zannettiği Şakir'in belden aşağısına ateş etmiş, Eminönü tarafına doğru koşarak gözden kaybolmuştu.

Zabıta, katili takip etmek yerine, kasığından yaralanan Şakir'i cinayet zanlısı diye karakola götürmüştü. Cinayet İstanbul'da deprem etkisi yaptı. Muhalif basına göre cinayet İttihat ve Terakki Cemiyeti yahut Cemiyetin arkasına gizlenmiş bir komite tarafından planlanmıştı. Cemiyet ise, yayımladığı bir bildiriyle iddiaları yalanladı.

8 Nisan günü Serbesti gazetesinin ilk sayfası sadece şu cümleyle çıkmıştı: "Serbest basının ilk kurbanı ömrünü sürgünlerde geçirmiş olan evlad-ı hürriyetten Hasan Fehmi Bey'in ruhuna Fatiha."

BİR HAFTA İÇİNDE NELER OLMAZ!

Cinayet Meclis-i Mebusan'da sert tartışmalara neden oldu. Muhalif mebuslar Hasan Fehmi'ye atılan kurşunların bütün basına, bütün Osmanlı milletine atıldığını vurguladılar.

Verilen soru önergelerinde, "İki tarafında asker ve zabit; ortasında Bahriye nöbetçileri bulunan Galata Köprüsü'nün üzerinde gerçekleştirilmiş bu cinayetin faili nasıl olup da yakalanamaz" deniliyordu.

Hükümeti destekleyen mebuslara göre cinayet siyasi değil adli bir vakaydı. Hasan Fehmi'nin Arnavut olmasını dile getirerek cinayetin başka sebeplerle işlenmiş olabileceği imasında bulunanlar bile vardı.

Verilen araştırma önergesinin görüşülmesi bir hafta sonrasına bırakılmıştı. Bir mebus "Öbür Cumartesi mi? O vakte kadar neler olmaz" diyerek bağırmıştı. Hakikaten öyle oldu, bir hafta içerisinde 31 Mart vakası gerçekleşti ve Hasan Fehmi Bey dosyası da tarihe karıştı.

"REJİM OTURUNCAYA KADAR BU ÖLÜMLER ŞART!"

İsmail Mahir Paşa sahte bir mektup vasıtasıyla Saray'a davet edilmişti. Saray'dan böyle bir davetin söz konusu olmadığını öğrenmiş ve kıl payı bir suikastten kurtulmuştu. Bu sahte mektupla ilgili bir tahkikat için Harbiye Nezareti'ne çağırılmıştı. Katiller bu çağrıyı da haber almışlardı. Paşa bir adamıyla evinden Harbiye Nezareti'ne doğru yola çıkmıştı. Aniden çıkan pelerinli bir zabit Mahir Paşa'ya ateş etti.

Olay yerine ilk ulaşan, İttihatçılardan Hasan Amca (Hasan Vasfi Kıztaşı) idi. "Doğmayan Hürriyet" başlıklı anılarında anlattığına göre Mahir Paşa ve adamı sokakta yürüyordu. Bir tesadüf eseri Hasan Amca arkalarındaydı. Kepenk indirmesine benzer bir ses duymuştu. Köşeyi döndüğünde Paşa yerdeydi. Paşa'nın adamı da bacağından yaralanmıştı. Gözden uzaklaşmakta olan pelerinli bir zabitin karartısını Hasan Amca'ya göstererek "Paşayı vurdular" demişti.

"ZATEN SORAN DA OLMADI!"

Paşa'yı sedyeyle taşırlarken bir bekçi gelmiş ve biraz evvel pelerinli bir teğmenin kendisine "Bir paşa vurulmuş. Git bak" dediğini aktarmıştı. Hasan Amca hemen müdahale etmiş, "Nereden biliyorsunuz subay olduğunu" diye sormuş, bunun üzerine bekçi "Hayır bilmiyorum, subay gibi bir şey dedim" diyerek lafı çevirmişti.

Hasan Amca şöyle devam ediyordu sözlerine: "Bu konuşma kısa sürdü, beş altı kişi olmuştuk, hepimiz de bir şey görmediğimizi söylemeye zımmen mukaveleli gibi konuşmadan danışmadan hazırlanmış idik sanki... Zaten soran da olmadı."

Dr. Müfit Ekdal'ın "Bir İhtilalcilden Dinlediklerim" isimli kitabında ise, Hasan Amca olayı şöyle anlatır: "Bir akşamüstü Divanyolu'ndan yukarı doğru çıkıyor, önümde bir Paşa, onun da arkasında bir Haremağası yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Tam karşıdan pelerinli genç bir teğmen hızlı hızlı geldi, silahını çekip Paşa ile Haremağasını vurdu. Paşa yere düştü, ayağından vurulan Haremağası'nın yarası hafif olduğu için ayakta kıvranıyordu." Hasan Amca bu cinayetten çok etkilenmişti ve İttihatçı arkadaşlarıyla konuyu tartışmıştı. Yakup Cemil, cinayeti eleştiren Hasan Amca'ya çıkışarak "Rejim oturuncaya kadar bu ölümler şart" demişti.

ADI DAHİ DUYULMAYAN PAŞALAR ÖLDÜRÜLDÜ!

İsmail Mahir Paşa, Manastır'da öldürülen Şemsi Paşa'nın akrabası idi. Cemiyetin düşmanlığını hak eden bir şahsiyet değildi, bu yüzden öldürülmesi üzüntüyle karşılanmıştı. Ahmet İzzet Paşa, anılarında şöyle der: "Binlerce tanınmış hırsız rüşvetçi hafiyet hatta cani meydanda gezerken Sultan Hamid ricali arasında adı bile duyulmayan bir Arnavut İsmail Mahir Paşa seçilip kandırılarak evinden çıkarılmak ve sokakta arkasından kurşunla vurulmak suretiyle öldürüldü. Bununla da bir kavmin kızgınlığı çekildi."

Paşa haklıydı, Arnavut subayların İstanbul'dan uzaklaştırılmaları da yanlış olmuştu. Üst üste gelen yanlışlar "Halaskaran-ı Zabitan (Kurtarıcı Subaylar)"ı doğurmuştu. Hasan Amca da Ahrar'a ve Halaskarlar'a katılmıştı. Halaskar subaylar da tıpkı İttihatçılar gibi Makedonya'da dağa çıkmışlar ve Hükümet istifa etmek zorunda kalmıştı.

RESNELİ NİYAZİ'NİN HAYALLERİ YIKILMIŞTI!

"Hürriyet kahramanı" olarak ünlenen Resneli Niyazi'nin yaşam öyküsü de dramatik şekilde sonlandı. 1912-1913'teki "Balkan Bozgunu"ndan dolayı büyük bir üzüntüye kapılmıştı.

Ölmeden önce Avlonya'da rastladığı bir subay arkadaşına, "Görevimi yerine getiremedim, çok üzgünüm" demişti. Niyazi Bey'in hatıralarını yayımlayan İhsan Ilgar'ın dediği gibi Balkan Savaşları Resneli'nin kurtarmak istediği Rumeli'yi baştanbaşa düşman eline düşürmüştü. Hayalleri, umutları yıkılmış, kırılmış halde ve hastalık acıları içinde kıvrandığı Arnavutluk kıyısındaki Avlonya'dan İstanbul'a dönmek istemişti.

Avlonyalı Süreyya Bey'in anlattığına göre kıvrana kıvrana iskeleye indirilmişti. Deniz yoluyla İstanbul'a dönmeye hazırlanan Niyazi Bey kendisi gibi Arnavut ırkından bir komitacının kurşunlarına hedef olmuştu. Son nefesini vermeden önce sadece "Niçin?" diyebilmişti. Takvimler 17 Nisan 1913'ü gösteriyordu.

"GİZLİ ELLER KIRILSIN!"

Hasan Fehmi'nin öldürüldüğünü duyan üniversite gençleri dersleri boykot etmiş ve "Gizli eller kırılsın" sloganıyla eylem yapmıştı. On binlerce genç Bab-ı Ali'ye yürümüş, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa da gençlerin karşısına çıkmak zorunda kalmıştı.

Talebeler adına konuşan Hukuk talebesi bir genç (daha sonra Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapan Burhan Felek) şöyle diyecekti: "O köprü ki, iki başı asker ve polis karakolu ile çevrilmiş bir kapandır. Burada adam öldürebilmek için hükümetin yardımına güvenmek yahut hükümetten direktif almak lazımdı. İktidardan veya iktidar partisinden himaye görmeden katilin saklanabilmesine imkân yoktur. Makedonya dağ metotlarıyla imparatorluğun idaresi mümkün değildir."

Sadrazam, "Merak etmeyin 24 saatte katili buluruz ve asarız" demişti. Meclis-i Mebusan önünde de protestolarını sürdüren gençlerle Meclis Başkanı Ahmet Rıza arasında sert tartışmalar yaşandı. Hasan Fehmi'nin cenaze töreni bir gövde gösterine dönüştü. Meşrutiyetçi cephede büyük bir gedik açılmıştı ve bu gedik hiç kapanmayacaktı. Aradan 24 saat değil, 109 yıl geçti ama Hasan Fehmi'nin katilleri hep meçhul kaldı.

Prof. Tarık Zafer Tunaya fail-i meçhul cinayetleri "Resmi Tabanca" başlığı altında yorumlar. Muhalif kişileri öldürterek ortadan kaldırma yönteminin İttihatçılıkla bütünleştiğini, bu kurbanlar grubu içinde gazetecilerin özel bir yer işgal ettiğini belirten Tunaya, "1908-1918 arası, baştan sona iktidara hâkim ya da iktidarda olan İttihat ve Terakki'nin bu işlemleri resmilik kazanınca, vuran tabanca 'resmi' olarak nitelendirilmiştir" demiştir. İttihatçı hükümetlerin cinayetleri gereği gibi soruşturmadığı ve dosyaların örtbas edildiği yadsınamaz bir gerçektir.

Fikriyat

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN