Görünmezliği Bozan Sesler: Fatıma Hassouna ve Hind Receb’in Direnişi
Sinema, her dönemde yaşamla ölüm arasında bir bağ kurdu. Perdede izlediklerimiz, perde kapandığında gerçeğin tam ortasında olduğumuzu hatırlatırdı bize. Filistin’de yaşanan soykırımı, bir sinema perdesinden izlerken bunu çok daha derinden hissettim. Perdede izlediklerimiz gerçeğin tarihi belgesiydi. Fatıma'nın yüzünden eksilmeyen gülüş, Hind Receb’in çaresizce yardım bekleyişi sadece Gazze’deki kayıpların derinliğini değil, aynı zamanda görünmez olanı görünür kılmayı, teslimiyeti ve insanlığın vicdanındaki boşluğu da gözler önüne serdi. Sinema perdesi burada sadece bir araç görevi görmüş olsa da, gerçek olan, kaybolan umutlar ve yok edilen hayatlardı. Fatıma ve Hind'in hikayeleri, küresel sessizlik ve eylemsizliğin sonuçlarıydı. Bu gerçekliği yalnızca alkışlamakla yetinmemeli; farkındalık ve eyleme dönüşmesi gerekliliğini savunmalıyız. Çünkü Fatıma'nın gülüşü hala bir enkazın altında, Hind'in sesi hala o korktuğu karanlık arabanın içinde yankılanıyor.

Fatıma'nın ve Hind'in hikâyesini "izlemek" için bir ücret ödedim. O ücret Filistin'e gitmedi, gitmeyeceğini de biliyordum. İkilemde kaldım. Çünkü bu hayatlar, sinema salonundan izlenemeyecek kadar gerçekti. Onların hayatı bir film değildi. Ama uğradıkları soykırımı anlatabilmek için ne yazık ki görsel bir araca ihtiyaç vardı. Ben de nasıl anlattıklarını nasıl göstermeye çalıştıklarını bilmek; Fatıma'yı ve Hind'i yalnız bırakmamak için izledim. Bilmiyorum, bu kadar acıyı sadece ben mi hissediyorum… Her saniyesi yaktı içimi. Çünkü gencecik umut dolu bir kızın son bir yılını ve 6 yaşındaki Hind Receb'in son 3 saatini sinema koltuklarından izledik.
"Yüreğini Eline Al ve Yürü", yönetmen Sepideh Farsi'nin, Filistinli arkadaşı aracılığıyla tanıştığı Fatıma Hassona ile bir yıl boyunca yaptığı görüntülü — bazen de bağlantı olmadığı için yalnızca sesli — görüşmelerin kayıtlarından oluşturulmuş bir belgesel. Fatıma'nın umut dolu sözleri ve gülüşü, insanın kalbini delip geçiyor. Ne olursa olsun, dilinde daima hamd vardı Fatıma'nın. Yönetmen ona, "Nasıl bu kadar normal durabiliyorsun?" diye sorduğunda, verdiği cevap aslında teslimiyetin en saf hâliydi: "Ben bir şey yapmıyorum, sadece yaşıyorum." Fatıma, dışarıda "yüreğini eline alarak yürüdüklerini" söylüyor. Her yerde keskin nişancılar var. Günlerce aç kalıyorlar. Ama yine de onun yüzündeki umut dolu yaşama sevinci kaybolmuyor. Bu bile kahredici, çünkü biz Fatıma'nın artık olmadığını biliyoruz. Fatıma'nın Allah'a olan güveni ve teslimiyeti karşısında yönetmen şaşkınlığını gizleyemiyor. "Bunları yaşamamanız gerekiyor." diyerek onunla aynı fikirde olmadığını söylese de, Fatıma bunu yine gülümseyerek karşılıyor. "Korkmuyor musun?" diye soruyor yönetmen. Fatıma'nın cevabı ise yüreği delen türden: "Kaybedecek bir şeyimiz yok ki."
Korkmuyor Fatıma… Öyle derin, öyle sarsılmaz bir teslimiyeti var ki, bunu bizim tam olarak anlamamız belki de mümkün değil. Yönetmen, "Saçlarını hiç görmedim" dediğinde Fatıma bir kez daha zarafetle cevap veriyor: "Bunu herkes izleyecek, seninle ikimiz olsaydık açardım. Ama herkes göreceği için açamıyorum." "Başını baskı yüzünden mi kapattın?" diye sorduğunda Fatıma yine aynı dinginlikle, gülümseyerek cevap veriyor: "Hayır, annem bana başörtüsünün beni koruyacağını, bunun uygun olduğunu söyledi. Bu yüzden kapattım." Fatıma'nın her cümlesinde Allah'a olan sevgisini, güvenini ve teslimiyetini hissediyorsunuz. Bu hem muazzam bir şey hem de onun artık hayatta olmadığını bilmek, her kelimesini kalbe ağır bir taş gibi düşürüyor. Belgesel Cannes'a seçiliyor ve o akşam Fatıma, tüm ailesiyle birlikte katlediliyor. Yönetmen ile son konuşmaları da Cannes'a gelebilmesi üzerine oluyor.
Bir diğer yapım ise Hind Receb'in Sesi… 82. Uluslararası Venedik Film Festivali'nde "Gümüş Aslan Jüri Büyük Ödülü"nü kazandı. Film, 6 yaşındaki bir kız çocuğunun "Beni gelin alın, ölüyorum" dediği ve "yanımdakiler ceset biliyorum" farkındalığına erişmek zorunda kaldığını ifade eden sesiyle insanın yüreğini paramparça ediyor. Filmi izlerken salondan çıkıp gitmek istedim; yüreğim dayanmadı. Hind'in kurduğu her cümle, çaresizliğin ve yaşama hakkının elinden alındığının bir çığlığıydı. Hind'in yaşamıyor olduğunu bilmek, bu acıyı katbekat artırıyordu. Bir tarafta, birazdan salondan çıkıp evime dönecek olan ben… Öte yanda, çaresizce ölüme terk edilmiş Hind...
Hind, akrabalarıyla sığındığı araçta sağ kalan tek kişiydi. Filistin Kızılayı'nın ambulansı, sadece 8 dakikalık mesafedeydi. Ancak oraya ulaşabilmesi için güvenli bir rotanın Kızılhaç'tan gelmesi gerekiyordu. Üç saati aşan süre boyunca bu rota gelmedi. Hind, her geçen dakika "Ölüyorum, beni alın!" diye yalvardı, direndi. Yanından tanklar geçiyor, ateş ediyordu. Üç saat boyunca hayatta kalmak için mücadele etti.
Üç saati aştıktan sonra güvenli rota onayı nihayet verildi, ancak tam ambulansa yaklaşmışlardı ki ateş açıldı. Sonrasında görevlilerden haber alınamadı. Hind, son cümlelerini, "Ateş açıldı mı?" sorusuna verdiği yanıtla bitirdi: "Evet, ateş ettiler." Bundan sonra Hind'den hiçbir haber alınamadı. Ordu bölgeden çekildikten 12 gün sonra, ambulansın paramparça olduğu görüldü. Hind'in içinde bulunduğu araca ise 335 kurşun atılmıştı. Gazze'de yüzlerce kez hastane ve ambulansları bombalayan katil İsrail, bu saldırıya açıklama dahi getirmedi. Hind karanlıktan korkuyordu ve tüm dünya onu, en çok korktuğu şeyin içine doğru terk etti; yapayalnız bıraktı. Hind ve Gazze'de öldürülen tüm çocuklar ve bebekler affetmediği sürece, kimse cennet hayali kurmasın.
***
Filistin'de olup bitenin birebir dünya ile buluşabilmesi çok önemli, hatta tarihî bir belge niteliği taşıyor. Siyonist güçler, yalnızca sekiz dakikalık bir mesafede bulunan bir çocuğa yardımın ulaşmasını engellerken, soykırımın ortasından gerçek görüntüleri elbette yok eder. Öyle ki yönetmen, belgesel Cannes'a seçildiğinde Fatıma'ya şöyle diyor: "Bunu tüm dünya izleyecek ve ben senin güvenliğin konusunda endişeliyim." Fatıma ise, bu gerçeğin net bir şekilde görünmesi gerektiğini söylüyor. Aslında bu, onun vasiyeti. Ve şimdi her şey tüm dünyaya açık, net bir şekilde anlatılacak. Fatıma kendisi için hiçbir şey yapılmasını istemedi. Onun için, sadece telefonun ucunda onu dinleyen birinin olması —Gazze'nin dışında biriyle bir iletişim kurabiliyor olması— bile yaşama sevincini tetikliyordu. Tek isteği, bu vahşetin bir gün sona ermesi ve yaşananların açık bir şekilde gösterilmesiydi.
Evet, sinema güçlü bir iletişim aracı. Fatıma'nın belgeseli Cannes'a seçildi. Hind'in o kulaklardan silinmeyen sesi Venedik'te yankılandı. Ve uzun süre ayakta alkışlandılar. Medya, "Dakikalarca alkışlandı!" manşetleri attı. Ama neyi alkışladılar? Her saat, her dakika orada yüzlerce insan katledilmeye devam etti. Gerçek, Fatıma ve ailesinden herkes katledilince mi fark edilecekti? Yoksa Hind'in yalvararak beni kurtarın dediği sesini duyurunca mı fark edilecekti? Belki de en acı olanı şu: Çoğu insan, gerçeğin tanıkları değil, seyircileri oldu. Bir koltukta oturup, akan o görüntülere ağladı. Tek dileğim; salon ışıkları yandığında, gözyaşlarımızı sildikten sonra hayat kaldığı yerden devam etmesin. Gerçek, bir sanat formuna sığdırılarak izlenebilir hâle gelmesin. Bu gerçeğin bir sinema perdesine ihtiyacı olmamalı. Sinema salonundan çıktığınızda hiçbir şey olmamış gibi yolunuza devam ediyorsanız, yalnızca kapitalizme faydanız olmuş demektir. Fatıma'nın gülüşü hâlâ orada bir enkazın altında, Hind'in sesi hâlâ o karanlık arabanın içinde yankılanıyor.
Filistin yok oldu; bebekler öldü, daha yaşayamadan. Anneler yavrularını koklayamadan her şey yok oldu. Her şey yok olduktan sonra gerçekleri görme huyumuzdan bir an önce vazgeçmeliyiz, tüm insanoğlu olarak...
Fatıma'nın şaşkınlığı, bu kadar görünür bir haldeyken görünmez olmalarıydı. Belki de fotoğrafı sevmesinin nedeni buydu. Çünkü fotoğraf, gerçeği saklamadan gösterebilen tek dildi onun için. Elinden geldiğince her yeri, her yüzü, her izi fotoğraf makinesiyle kaydetti. Belgeselde izlediğimiz o görüntüler, onun gözünden süzülen bir hakikatin parçalarıydı. Fatıma, objektifin arkasında sadece yıkımı değil, hayata tutunmanın sessiz gücünü de gösteriyordu. Fakat tüm bu görüntülere rağmen, Filistinliler dünyanın gözleri önündeyken nasıl bu kadar görünmez kaldıklarını anlamakta zorlanıyorlardı. Çünkü akıllarına, Batı'nın bu kadar açık bir ikiyüzlülük gösterebileceği gelmiyordu belki. Müslüman dünyanın ise onları böylesine derin bir sessizlikle yalnız bırakabileceğini düşünmemişlerdi. Onların tek bir derdi vardı: vatanları.
Fatıma çektiği her kare ile görünmezliğin içinden görünürlük kurmak istedi. Şimdi onun fotoğrafları, sessizliği delen birer feryat gibi yankılanıyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.