Ünlü mutasavvıf şair Niyâzî-i Mısrî sürgün yıllarında nasıl vefat etti?
"Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş" mısralarıyla tanıdığımız Niyazi-i Mısri, yaşadığı dönemden günümüze kadar gerek tasavvufun gerekse edebiyatımızın en önemli isimlerinden biri oldu. Zorlu bir yaşam geçiren Mısri, defalarca sürgün edildi. Peki, sürgünde birçok işkenceye maruz bırakılan şairin ölüm sebebi neydi? Limni Adası'nda yer alan türbesi günümüzde ne durumda? İşte ünlü mutasavvıf şair Niyazi-i Mısri'nin hayatı, görüşleri ve edebi kişiliğine dair en ilgi çekici ayrıntılar…
📌Mısrî'nin Tekirdağ yakınlarına geldiğini öğrenen öğrenen II. Ahmed büyük şaire bir araba ve müritlerine dağıtması için yüklü miktarda para verdi. Fakat Mısrî bunları kesinlikle kabul etmedi.
📌Edirne'ye ulaşmaması için çevresindekiler de Mısrî'yi asla ikna edemiyordu. Nitekim Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa'ya göre Niyazi'nin Edirne'ye gelmesinin ardından halk üzerindeki etkisiyle büyük bir fitne kopacaktı.
📌Sadrazam bu düşünceleriyle Mısrî'nin yeniden sürgün edilmesi için çabaladı.
15 KİLOLUK BUKAĞI (ZİNCİR) İLE LİMNİ ADASI'NA SÜRÜLDÜ
Tarihler 1693'ü gösterdiğinde ünlü mutasavvıf ve şair vaaz edeceğini duyurduğunda halk Selimiye Camii'ni doldurdu. Fakat Sadrazamın büyük endişeleri vardı, eğer camideki bu vaaz yapılırsa, Mısrî sürgün edilmezse büyük fırtınalar kopacaktı. Hemen bir plan hazırlandı. Mısrî padişah çağırıyor gerekçesiyle apar topar camiden çıkarıldı. Camiden çıkarılan Mısrî'ye yeniden sürgün edilme kararı açıklandığında otuz kadar müridiyle birlikte 15 kiloluk ayağına takılan bukağılarla yeniden Limni Adası'na sürüldü.
📌''Gülzâr-ı Mısrî'de Şeyh'in Limni'de kendisinin ve Vezir Baltacı'nın gömüleceği yeri işaret ederek, ''Burası bana ve bir diğer büyük zâta medfen olacaktır'' dediği rivayet olunur. Yani Mısrî, yıllar önce, Vezir Baltacı Mehmet'in de Limni'ye gömüleceğini bildirdi.
Hayatı ve vefatına dair ayrıntıların en önemli kaynağı neydi?
Niyazî-i Mısrî'nin "Mecmua-i Kelimât-ı Kudsiyye-i Hazret-i Mısrî" adını taşıyan ve hayatının uzun bir döneminde yaşadıklarını anlatan eseri Hatırat niteliği taşıyordu. Kendi el yazısıyla yazılmış tek nüsha bu eserinde hayatına dair pek çok ayrıntıya yer verildi.
📌"Hatırat" olarak adlandırılabilecek kendi el yazısıyla yazılmış tek nüsha eseri bu özelliği itibariyle oldukça önemliydi.
📌18 yıl süren sürgün hayatında başından geçenleri detaylı bir biçimde anlattı.
📌Limni'de yaşadığı yıllarda defalarca zehirlenmiş, türlü hakaretlere uğramış, gözaltında tutulduğu yerin tavanı delinerek her gece rahatsız edilmiş, yüzüne tükürülmüş ve ayağındaki demir bukağıyla yıllarca yaşamak durumunda bırakılmıştı.
📌Hatıratlarında sürgünde şairin zehirlendiği anlaşılmaktadır.
📌Şair bizzat sıçan otu zehiriyle zehirlendiğini ifade etmiştir. Zehirlendiği için yüzü ve dudaklarının şişip ayakta duramaz hale geldiğini ayrıca kaydetmiştir.
📌İlk zehirlenmesinden sonra yemeğine yeniden zehir katarlar endişesiyle çoğunlukla yemek yiyemediğini, düşmanları tarafından yılan zehiriyle zehirlendiğini anlatmıştır.
✅Abdülbaki Gölpınarlı'nın Niyazi Mısri isimli yazısında Hatıratlardan yola çıkarak ifade ettiği üzere: Şair, sürgün yıllarında kendisine zehir verildiğini, suyuna yılan zehri katıldığını, karnında yılanlar bulunduğunu sanıyor, hatta bu yılanların bulunduğunun herkesçe bilinmesi, kaç tane olduğunun sayılması için ölümünden sonra karnının yarılmasını vasiyet ediyordu.
✅Yine Gölpınarlı, Misrî' nin Limni'de zehirlenerek öldürüldüğüne dair başka bir kaynakta böyle bir kayıt olmadığı için söylenti olabileceğini düşünmüştür.
📌Niyazi Mısrî'nin sürgünde geçen yıllarında kendisine yapılan işkenceler, Limni'de Sürgün Bir Velî isimli eserde Mustafa Tatcı tarafından şöyle özetlenmiştir:
"Bazı günler aç kaldığını, yemeğine koydukları zehirlerden dolayı içinin dışının vurulmuş koyun gibi şiştiğini, zehirin tesiriyle şaşkın bir vaziyette dolaştığını, bu sebeple zaman zaman konuşma ve yazmada sıkıntı çektiğini, mazur görülmesi gerektiğini, Limni Hâkimi'nin kendisini bir konuşma sırasında "sus bire edepsiz" diye azarladığını, halk içinde hakaret edildiğini, düşmanları tarafından yüzüne tükürüldüğünü, kendisini hemen öldürmeleri için düşmanlarını bazen tahrik ettiğini, yine çok hakaret ve işkenceler edildiğini, fıtratının ehl-i dünya ile konuşmaktan hazzetmediğini, tekrar yemeğine yılan zehri konulduğunu, amcasının 3 aylık yoldan adaya kendisini ziyarete gelmesini ve buna karşı duyduğu memnuniyeti, evde çakmağı olmadığı için mumunu yakamayıp karanlıkta oturduğunu, daha sonra dışarı çıktığını, kendisine bir makreme (havlu) hediye getirildiğini, gece yarısı düşmanlarının çan çalarak kendisini uyutmayıp rahatsız ettiklerini, bütün bu sebeplerden ötürü yazı yazarken sürekli imlâ hatası yaptığını, hülasa çektiği sıkıntıları ve işkenceleri anlatıyordu."
📌Limni'de bir meczuptan etkilenerek yazdığı, "Kasap Elinde Koyunum" şiirinde, hakkındaki tüm iddialara son noktayı koyuyordu:
"Kasab elinde koynum, ya o beni, ya ben onu,
Cellâd önüde boynum, ya o beni, ya ben onu.Irz u vakâr mal menâl yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya o beni, ya ben onu.Habsüm bugün kırk erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim emîn, ya sen beni, ya ben seni.Vallâhi senden korkmazam dâ'vâyı bâtıl kılmazam,
Haktır yolum yanılmazam, ya sen beni, ya ben seni."
📌Vefatından iki yıl önce yazdığı bu şiirinde yaşadığı tasavvufi yolculuğun bir bedeli olduğunu, yaşadığı sıkıntılarla Allah'ın inayetine uğrayacağını şu sözlerle açıklar:
"Görün zararı ne mertebedür ki, dokuz yıldur yanarum dahi halâs olamadum bin seksen üç târihinden beri yanarum, bu şevvâlun ibtidasında dokuz sene tamam oldı onuncuya geçdi."