Divan şairlerinin gözünden aşk
Klasik şiir, edebiyatımızın kaybolmaya yüz tutan gizli bahçesi gibidir. Toplumumuzun eski düşünüş, yaşayış ve sanat sevgisini günümüze taşır. Asırların biriktirdiği kültür ile harmanlanan bu şiirlerde, her insan kendinden bir parça bulur. Bunun bir nedeni, insanlığın en eski meselesi olan aşk üzerinde kurulmuş olmasıdır. Klasik edebiyatımız, kadim aşkların asaletini yansıtır. Gelin, divan şairlerinin gözünden aşkın ne olduğuna bakalım.
Âşık öldü deyu salâ verirler
Ölen hayvân durur âşıklar ölmez
Yunus Emre
➡ İnsan, aşk ile adeta dirilir. Aşksız kalan kimsenin ölüden farkı yoktur. Nitekim bu duygunun en güzel ifade edilişini Yunus Emre'nin dizelerinde görürüz.
📚 YUNUS EMRE KİMDİR?
Türkçe şiirin öncüsü Yunus Emre, Anadolu mutasavvıfı ve halk şairidir. Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, merhamet ve yardımlaşmayı öğütleyen şiirleri, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaştı. Yunus Emre'nin kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte Risaletü'n Nushiyye adlı mesnevisinin sonundaki "Söze tarih yedi yüz yediydi, Yunus canı bu yolda fidiydi" mısrasında tarih düşürme sanatını kullandığından 13. yüzyılda yaşadığı kabul edilir.
➡ Divan şairlerine göre aşkın ortaya çıkması için gönlün keder, gam ile harap olması gerekir.
➡ Âşık üzüldükçe muhabbetinin yüceliği artar, ancak bu şekilde vuslata ulaşabilir. Bu düşünce, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn mesnevisinde Mecnun'un Kâbe'deki münacatında aşk duası olarak da bilinen şu beyitlerde yer alır:
Yâ rab belâ-yı aşk ile kıl âşînâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
Fuzuli
(Ya Rab aşk belasıyla beni içli dışlı et, bir an bile beni aşk belasından uzak tutma.)
🔎 Bilinmeyen kelimeler sözlüğü
Âşînâ: Bildik, tanıdık
Cüdâ: Ayrı düşmüş, uzak kalmış, ayrı, uzak
📌 Divan edebiyatını anlayabilmek için o dönemin şartlarını göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü o çağlarda aşk ve aşıklık bir çeşit davranış tarzıdır. Güzel sevmenin kendine özgü hal ve tavırları vardır.
➡ Divan edebiyatında aşk kavramı, basit bir arzudan hastalık derecesine varan tutkulara kadar çeşitli boyutlarda görülür. Bu duygu kaynağını "Âşık olup da aşkını gizlemekle beraber iffetini muhafaza ederek ölen, şehittir" hadisinden alır.
Şehitlikle ilgili ayet ve hadisler
➡ Aşkın yüceliği, gizli tutulmasından ileri gelir. Bu duygu, sır gibi seven ile sevilen arasında kalmalı, bir başkası bilmemelidir. Aksi takdirde dile düşürerek aşkın kirletildiği düşünülür.
Heva-yı aşka uyup kuy-ı yâre dek gideriz
Nesim-i subha refikiz bahara denk gideriz
Naili
Aşkın hevasına (hevesine, havasına, nağmesine) uyup sevgilinin mahallesine kadar gideriz. Böylece biz, sabah rüzgârına arkadaş olup bahara varmış oluruz. Sevgili bizim için baharın kendisidir.
🔎 Bilinmeyen kelimeler sözlüğü
Nesim-i subh: Sabah rüzgârı
Refik: Arkadaş
Kuy-ı yâr: Sevgilinin mahallesi
Heva-yı aşk: Aşkın hevesi, havası veya nağmesi
📚NAİLİ KİMDİR?
17. yüzyıl divan edebiyatı şairlerinden olan Naili, zamanın ilimlerine vâkıf olan bir zattı. Süslü ve debdebeli bir dille yazdığı şiirleri Farsça kelimelerden oluşan ağır terkiplerle yüklüydü.
➡ Divan edebiyatında aşk, seven ile sevilen arasında olsa da daha çok aşığı ilgilendirir.
➡ Yine klasik şiirde aşk, sevende boynunu bükecek, bağrını paralayacak denli çok, sevilende ise yok derecesindedir.
➡ Divan şairlerine göre sonsuz olan bu duygu aşığı ölüme dahi götürür. Sevilenin uğrunda ölmek armağan olarak görülür, şikayet edilmez.
Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ itsem n'ola
Nice demlerdür esir-i iştiyâkıdur gönül
Nef'î
(Bir nefescik olsun o güzel yüzü görmek için bin canım olsa da kurban etsem yeridir. Gönül nice zamandır onun arzusuyla yana tutuşa esiri olmuştur.)
🔎 Bilinmeyen kelimeler sözlüğü
Dîdâr: Yüz, güzel yüz, çehre
Dem: Zaman
İştiyâk: Arzu duyma, özleme, özleyiş
📚 NEF'Î KİMDİR?
17. yüzyıl Klasik Türk edebiyatının en önemli şairlerinden olan Nef'i, Osmanlı'da dört padişahın saltanatına tanıklık etti. Devlet erkanının takdirini kazandı. Edebiyatımızın hiciv ustalarının başında gelen bir Nef'i, söylemek istediğini mazmunlar arkasına saklamak yerine, açıkça söylemeyi tercih etti.
➡ Divan şairleri, çoğu zaman kendisini aşık olarak takdim eder.
➡ Şiirde aşk ile üzüntü beraber var olan iki duygu olarak görülür. Sevginin derecesi arttıkça üzüntü de artar. Fakat âşık bundan şikâyet etmez, üzüldüğü nispette aşkı ister. Bu duygunun yüceliği arttıkça üzüntü de artar. Bundan dolayı da aşkın açtığı yaralar hiçbir zaman kapanmaz.
➡ O bir denizdir, içine dalmadıkça anlaşılmaz, dalınca da kara görünmez. Şair, sevgiliden bahsederken bütün bunları bir vesile bulup söyleyiverir. Bu söyleyişte mübalağa esastır. Hatta aşkın dile gelmesi için bazen bir bakış, bazen bir söz bazen sevgilinin adının anılması bile yeterlidir. (İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü)
Gülşen-i 'ışkunda âh u nâle bülbüldür bana
Sînem üzre zahm-ı peykânun kızıl güldür bana
Necati Bey
(Ah ve inleyiş benim için aşkın gül bahçesindeki bülbüldür. Sinemin üzerindeki ok yaraları da benim için adeta kızıl gül gibidir.)
📚 NECATİ BEY KİMDİR?
Divan şiirinin temelini atanlardan Necati Bey'in, Edirne'de Fatih Sultan Mehmet'in ilk saltanat yıllarında doğduğu rivayet edilir. Yazdığı kasidelerle padişahları da kapsayan dostlar edindi. Özellikle "döne döne" redifli ünlü gazelinde adeta baştan sona evrendeki her şeyin bir döngü halinde oluşuna atıf vardı.