Edebiyatımızın mutlaka okunması gereken eserlerinden 20 eşsiz alıntı
Okumayı seven her kesimin hayatında iz bırakmış bir kitap mutlaka vardır. Ya anlatılan hikaye etkilemiştir ya da kendimizden bir parça bulmuşuzdur satırlarda. Türk edebiyatının uçsuz bucaksız sözcük denizinde hissettirdikleri duygularla kaybolmamızı, derinliklere inmemizi sağlayan, edebiyatımızın mutlaka okunması gereken eserlerinden 20 eşsiz alıntıyı derledik.
"Bir tabut düşün, içinde ben, içimde sen."
Yeni Türkçe'deki hatıra türünün en yetkin örneklerinden biri olan Yaşamak, toplumsal olarak bir ışığa dönüştürmek istediğimiz acıya, bireysel bir dünyada aydınlık sağlamaktadır. Zarifoğlu, çevremizde gelişen olayların gözümüzü yorduğu ve bizim, hayatın bütünsel akışıyla olan bağlarımızı güçlükle koruduğumuz dönemde, o bağlara canlılık veren birkaç şairimizden biridir.
Yaşamak, şiirindeki derinliğin yol açtığı açılım getiren ve şaire ait iç dünyanın zenginliğini gözler önüne seren bir eserdir.
Şair, yaşamayı varlık ve oluşun özüne dokunan bir derinlik içinde algıladığı ve arka planındaki hikmetle anlaşarak yaşadığı için, aynı hikmetin onun anlatımında parıldaması pek tabiidir.
Satın almak ve kitabı incelemek için tıklayın
Cahit Zarifoğlu'nun hayatına dair bilmeniz gereken 20 ilginç bilgi
"Ne etraf, ne havalar, hiçbiri mühim değil.Bana sen kafisin."
O zamanlar ismini söyleyemediği sevgilisi "Nahit Hanım"dı. Hayatta iki varlığı oldu: Şiiri ve sevdası. Şiirleri okurlarının ezberinde... Sevgisine gelince, onu, tek büyük aşkı "Nahit Hanım"a vermişti: Bu kitap onun belgesidir. Şiirimizde çığır açmış ustanın aslında nasıl bir gönül ustası olduğunu kanıtlayan mektuplarını okuduğunuzda onu çok daha yakından tanıma fır. Bu eser "İstanbul Türküsü" gibi pek çok şiirini daha iyi anlamamızı sağlar. 36 yıllık ömrüne neler sığdırdığını görecek, onu daha çok sevecek ama belki biraz da üzüleceksiniz. Nereden bakılsa, gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikâyesine tanık olacaksınız. 64 yıldır çekmecelerde kalmış mektuplar, ince ince akan bir mağara suyu gibi dingin, dupduru ilk kez gün ışığına çıkıyor.
''Bir kanserli, urunu göstermekten nasıl korkarsa, derdimi açmaktan öyle korktum.''
Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya gider.
"Unutmak için en iyi çare unutmaya çalışmak değil, çalışmamaktır..."
Yalnızız, maddeyle mananın, bedenle ruhun, toplumla bireyin kıyasıya çatıştığı bir zamanda 'kendisi' olmak için umutsuzca çırpınan insanların öyküsü. Kalabalıklar arasında yalnız, kendi içinde kavgalı ruhların varolma mücadelesi. Gerçek yaşamdan ütopyaya uzanan bir huzur arayışı. Peyami Safa'nın kaleminden çağımıza tutlan bir ayna, bizim yalnızlığımız…
''Ben Yûnus-ı bîçâreyim
Baştan ayağa yâreyim
Dost ilinde âvâreyim
Gel gör beni aşk neyledi.''
13. yüzyılda Anadolu sahasında yetişmiş en büyük Türk şairi ve mutasavvıfı olan Yunus Emre'nin hayatı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Eskişehir/Sivrihisar'ın Sarıköy adlı köyünde doğduğu, mezarının da oraya yakın bir yerde bulunduğu tahmin edilir. 13. yüzyılda Anadolu sahasında Oğuz Türkçesinin en büyük temsilcisi olan Yunus Emre, şiirlerini genellikle hece ölçüsüyle yazmıştır. Kimi zor kavramları Türkçe kelimeler kullanarak rahatlıkla ifade etmeyi başarmış, bu özelliğiyle kendisinden sonra yetişecek şairlerin öncüsü olmuştur. İnsanın yeniden inşâ etmek, zamanı âna getirmek ve insanlığın fikirlerini tekâmül ettirmek. Peygamberlerin mirası olan bu hasletleri bir bir hayatımıza nakşetmemizi öğütleyen Yûnus Emre de tüm ârifler gibi asırlara yayılan bir hakikatin parçalarını toparladı.