İstanbul'un büyülü havasını solumuş yabancı edebiyatçılar
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar, onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar" demiş ünlü şairimiz Necip Fazıl. Bu efsunlu şehir, eserlerle gönülden gönüle gezmiş; kimi edebiyatçılar bu şehri mesken bilmiş, kimileri geriye döndüklerinde hasretini yüreğinde hissetmiş…
Kutsal topraklara yaptığı seyahati sırasında İstanbul'a da geldi ve yazmış olduğu ''Voyages en orient'' adlı eseri hemen hemen Osmanlı sınırları içinde geçen bir yolculuk kitabı olarak yayımlandı. Milletvekili olduktan sonra güçlü bir hatip olmasının avantajlarını kullanarak parlamentoda çok kez Şark meselesi üzerine konuşmalar yaptı ve bu konuşmalarında Batı'nın Doğu'yu özellikle Osmanlı Devleti'ni iyi tanıyamamış olmaktan kaynaklanan yanlış hükümler verdiğini dile getirdi.
Ülkesindeki siyasi darbeden sonra 1849 yılında Sultan Abdülmecid ve Sadrazam Reşid Paşa'ya mektup yazarak Türkler'e olan sevgisini dile getirip kendisine İstanbul'a yakın bir yerlerde çiftlik verilmesini istedi. Bu topraklarda modern tarım yapmayı planlayan Lamartine'ye Aydın yakınlarındaki bir arazi 25 yıllığına kendisine tahsis edildi.
1850 yılında ikinci kez geldiği Türkiye'de gezen Lamartine, İzmir ve Aydın'a giderek çiftlik arazisi gezdi ancak sermayeyi bulamadığından Türkiye'ye yerleşmekten vazgeçti. Ertesi yıl ise Louis Napoleon'un Cumhurbaşkanı seçilmesiyle politik hayatı sona erdi ve hayatının son yıllarını maddi sıkıntı içinde geçirdi.
1895'de yazdığı "Bir Yazarın Günlüğü" kitabında Slavların "İstanbul er ya da geç bizim olacaktır" söylemini savunan yazar, İstanbul'u Ortodoksluğun merkezi olabilecek bir kent olarak görür. Bunu, "Ütopik Tarih Anlayışı" başlığı altında şöyle dile getirir: "İstanbul ve Haliç, dünyanın en önemli siyasi merkezidir. O zamanlar Petro, Petersburg kentini kurmak yerine, İstanbul'u ele geçirmeyi düşünseydi, bana öyle geliyor ki, sultanı darmadağın edecek kadar gücü olsaydı bile, kimi nedenlerden bu düşüncesinden vazgeçerdi, çünkü zamanı değildi ve Rusya'nın yıkımıyla sonuçlanabilirdi."
Türk atasözlerine değer vermiş bir yazardı. "Eğer hedefine doğru giderken yolda durup sana her havlayan köpeğe taş fırlatırsan, hiçbir zaman hedefine varamazsın!" atasözünü etrafındakilerle paylaşırdı.
İtalyan yazar Edmondo De Amicis, "İstanbul" kitabında, 1874 yılının şehrini şöyle anlatır: "Abdülaziz hazretlerinin, karşılığında Anadolu'da bir vilayeti ödül olarak bana vermeyi teklif etse bile, bu imparatorluğun başkenti hakkında 10 satırı bile bir araya getirmeyi beceremezdim; büyük şeyleri anlatmak için arada mesafe olması gerektiği ne kadar doğrudur! Onları daha iyi hatırlamak için, önce unutmanız gerekir."
"Mısır Çarşısı'ndan çıkınca yol, gürültülü bakırcıların, havayı tiksindirici kokularla dolduran meyhanelerin, bir yığın isimsiz objenin üretildiği, loş, kuytu ve hücreye benzeyen binlerce dükkânın sıralandığı bir sokaktan geçip Kapalıçarşı'ya ulaşır. Yabancıları hemen tanırlar, çarşıya ilk kez geldiğini anlamaları yetmezmiş gibi, genelde hangi ülkeden geldiği konusunda da doğru tahminde bulunurlar; kullanacakları dili seçerken yanıldıkları görülmez. Fesleri ellerinde, yaklaşır ve gülümseyerek emrinizde olduklarını söylerler."
Tam ismiyle James Arthur Baldwin zor bir çocukluk-gençlik döneminin ardından yetişkinliğinde de doğup büyüdüğü yerde, ABD'de rahat edememiş başarılı bir romancı, oyun yazarı ve şair. Türkiye'de yaşamının büyük bir kısmını geçiren Baldwin'in İstanbul'a gelişi ünlü aktör Engin Cezzar'ın davetiyle gerçekleşti. Kimse tarafından rahatsız edilmeden üçüncü romanı "Another Country"ye devam edebildiği İstanbul'da, Engin Cezzar'ın evinde, 10 yıldır üzerinde çalıştığı bu kitabı 2 aylık bir sürede bitirdiği söylenir. Baldwin, Türkçe bilmemesi ancak tanıştığı pek çok kişinin kendisine "Arap" diye seslenmesiyle İstanbul'da şöhreti ve sıradan bir hayatı aynı anda yaşama şansı buldu.