Mutlaka okumanız gereken 20 polisiye kitap
Agatha Christie'nin dünyaca ünlü eserleri yazarken, banyoda elma yemek gibi ilginç bir alışkanlığı olduğunu biliyor muydunuz? Ya da Paul Auster'ın kızının ismini koyarken, 'New York Üçlemesi'nin kahramanlarından Sophie Fanshawe'den ilham aldığını? Sizler için, mutlaka okumanız gereken 20 polisiye kitabı derledik.
Aykırı düşünceleri, siyaset ve topluma getirdiği eleştirileriyle İngiliz edebiyatının sıra dışı isimlerinden biri olan G. K. Chesterton'tan heyecan verici bir roman sizleri bekliyor. Yirminci yüzyılda, gizli bir örgüt kuran bir grup dünyayı yok etmek için yemin eder. Konseyde yedi adam vardır ve bunların her biri haftanın günleriyle adlandırılmıştır. Şans eseri konseyin arasına sızan casus Syme, toplantılara giderek örgütün eylem planlarını öğrenmeye çalışır. Fakat bu adamların kimliklerinin ortaya çıkmasıyla Syme'ın kafası karışmaya başlar. Muhteşem olay örgüsü ve şaşırtıcı karakteriyle Bay Perşembe, okuru şüpheyle gerçek arasındaki çatışmayı sorgulatan gizemli bir polisiye romanı sizleri bekliyor.
''Yanlış devirde doğmuş bir kadınım ben, hiçbir şey düzeltemez bunu. Gelecekte hatırlanacak mıyım, bilmiyorum ama şayet hatırlanırsam mağdur bir kadın olarak değil, cesur adımlar atmış ve ödemesi gereken bedeli korkmadan ödemiş biri olarak görülmek istiyorum.'' Mata Hari'nin tek suçu özgür bir kadın olmaktı: Sınırlar ve sınırlamalarla dolu bir dünyada kaderine boyun eğmeyen bir kadın... Paulo Coelho, 20. yüzyıl başında casuslukla suçlanarak idama mahkûm edilen Mata Hari ile avukatı arasındaki yazışmalardan yola çıkarak kurguladığı Casus'ta bu olağanüstü kişiliği bir roman kahramanına dönüştürerek hayatını sorguluyor.
"İstihbarat işinin ahlaki bir yasası vardır , başarı sonuçla ölçülür." Soğuk Savaş'ın zirve yaptığı 1960'lar... Alex Leamas, İngiliz İstihbaratı için Berlin Duvarı'nın gölgesinde yıllarca sürdürdüğü görevinin ardından yorgundur. Pek çok şey görmüş, pek çok adamını Doğu Alman İstihbaratı ile Duvar'da oynanan bu karanlık ve sisli satrançta yitirmiştir. Teşkilat, ağır bir yenilginin ardından İngiltere'ye dönen Leamas'tan son bir görev ister. Doğu Almanya'ya geçmeli ve ülkesine ihanet etmelidir. Ancak İngiliz İstihbaratı'nın yaşlı kurdu George Smiley'nin, Leamas'ın arkadaşı olan genç bir kadına yardım etmesiyle operasyon büyük bir felaketle yüz yüze gelecek, oyunun kartları yeniden dağıtılacak ve Leamas kendini hayalinin ötesindeki korkunç bir politik oyunun pençesinde bulacaktır.
Dünyanın en iyi casus romanı yazarlarından John Le Carré'nin, Publishers Weekly tarafından "Tüm zamanların en iyi casus romanı" seçilen, Time tarafından "Tüm zamanların en iyi 100 romanı" listesine giren bu kült eseri, filmiyle de BAFTA ödülleri dahil birçok prestijli sinema ödülünün sahibi oldu. Soğuktan Gelen Casus okuyucuya yalanlarla kurulu bir dünyanın gerçeklerle dolu hikâyesini anlatıyor.
Conrad, bir casus öyküsü havası taşıyan bu romanında, insan yaşamına belli bir açıdan bakmayı, insan ruhunun derinliklerinde yatan temel gerçeklere inmeyi amaçlar. Conrad için bir romanda geçen olaylar, olayların geçtiği ortamlar, kişiler ve onlar arasındaki ilişkiler, hep bu amacın ortaya konabilmesini sağlayacak biçimde düşünülüp tasarlanmış ögelerdir.
Uzun süre Afrika'da yaşamış olan Richard Hannay İngiltere'ye döndüğünde kendini, tüm Avrupa'yı savaşa sürükleyecek sansasyonel bir komplonun içinde bulur. Dairesinde bir cesetle karşılaşan Hannay'in, hem komplocuların hem de ülkenin polis kuvvetlerinin dikkatini çekmesiyle öykü nefes kesici bir takibe dönüşür. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen önceki yaz aylarında geçen Otuz Dokuz Basamak, şimdiye kadar yazılmış en iyi ve en başarılı gerilim hikâyelerinden biri olarak kabul edilir.
Otuz Dokuz Basamak'ın önemi, sadece ilk gerçek casus macerası olması değil, aynı zamanda o dönemdeki sosyal ve politik olayları yansıtmış olmasıdır. Buchan'ın bazı varsayımları bugün sorgulanabilir, ama bu varsayımların o dönemin ve Buchan'ın ait olduğu sınıfın özellikleri olduğu unutulmamalıdır. Otuz Dokuz Basamak birçok kez filme alınmıştır, fakat hala beyaz perdeye ilk aktarımı olan, Alfred Hitchcock'un yönettiği, başrolünü Robert Donat'ın oynadığı siyah beyaz versiyonu en iyisidir.