Necip Fazıl’ın bilinmeyen 15 yönü
Türk edebiyatının Baki'den sonra ikinci "Sultanu'ş Şuara" unvanına sahip üstadı Necip Fazıl Kısakürek, fikirleri ve eserleriyle düşünce dünyamıza derin izler bıraktı. İslâmi değerler, onun kutlu davasıydı ve bu uğurda edebiyatımızın altın isimlerinin de ilham kaynağı oldu. Üstad, şairliğe ilk adım atışının sebebini ise, annesinin ölüm döşeğindeki isteği ile dile getiriyordu. Fikir adamı ve büyük üstad Necip Fazıl'ı vefatının 36'ncı yılında rahmetle anıyoruz.
Sabır Taşı, Necip Fazıl'ın 1940 yılında yazdığı dördüncü tiyatro eseriydi. Üstadın, ana hatlarını eski bir Türk masalından aldığını söylediği bu tiyatro eseri, Billur Köşk Masalları'ndaki "Muradına Eren Dilber" adlı masaldan ilhamla kaleme alınmıştı.
Necip Fazıl, oyunlarıyla ruhun gücünü ve manevi değerlerini yükseltmek, bir anlamda Doğu'nun savunmasını yapmak istemişti.
Üstadın şairliğe ilk adım atışının uhrevi bir öyküsü vardı: annesinin ölüm döşeğindeki dileği… Bu hatırayı Necip Fazıl şöyle anlatıyor:
"Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir ân gözlerimin içini tarayıp:
-Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetinin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:
-Şair olacağım!
Ve oldum."
Şiiri, üstün bir algılama sorunu ve mutlak gerçeği, "Allah'ı arama yolunda" sonsuz bir uğraş olarak gören Necip Fazıl, sağlam bir dil yapısına değindi; mistik eğilimli şiirlerinde çağdaş insanın bunalımlarını işledi.
Türk şiirinde bir gizem rüzgârı estiren Necip Fazıl, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Cahit Sıtkı Tarancı'nın da aralarında bulunduğu birçok şair üzerinde etkili oldu. "Garip akımı"nın ortaya çıkmasıyla birlikte şiirden iyice uzaklaştı.
Necip Fazıl, kendine duyduğu güvenle tanınırdı. Açık sözlülüğü, özgüveni, lafını asla esirgememesi; hakkındaki anılara daima konu olmuştu. Onlardan biri şöyle:
Üstad, TRT'de bir programa katılır. Programın sunucusu da bir şairdir. Sunucu programda kendi şiirini seslendirir ve Fazıl'a nasıl bulduğunu sorar. Necip Fazıl hiç çekinmez, şiiri yerden yere vurur.
Programın devamında sunucu sohbetin arasında, Türk Edebiyatında dünyaya seslenen iki büyük yazar olduğunu belirtir. Üstat hiç düşünmeden, net bir tavırla "İkincisi kim?" diye sorar, birincisinin kendi olduğundan bu denli emindir.
Bu özelliğini otobiyografik özelliğinde şöyle anlatır:
"Kendisini artık dünyada tanımayan tek kişinin kalmadığını; kahvede, sokaklarda, salonlarda hep ondan konuştuklarını sanıyordu."
Üstad, sadece yazdıkları ve söylediklerinden oluşan eserlerle değil, yetiştirdikleri insanlarla da bilinir ve tanınır. Eğer bugün Yedi Güzel Adamdan bahsedebiliyorsak; bu Necip Fazıl sayesindedir.
Yedi Güzel Adam ile tanışması, yayımlamış olduğu bir dergiye şiirlerini yollamalarıyla olmuştu. Necip Fazıl, Yedi Güzel Adamın imamesi misaliydi. Diriliş, Edebiyat, Mavera, Büyük Doğu'nun çocukları, onun meyveleriydi. Bu hususu en açık Mehmet Akif İnan dile getirir ve der ki:
"Anamı sorarsan büyük doğudur
Batı ki sırtımda paslı bıçaktır!"