Necip Fazıl'ın büyük yankı uyandıran tiyatroları
30 yaşındayken her şeyi bırakıp, sıfırdan yepyeni bir hayata başlayan mücadele adamı Necip Fazıl Kısakürek, Yunus Emre'den, Fuzuli'den, Yahya Kemal Beyatlı'dan miras aldığı edebiyata yeni bir boyut kazandırdı. Bir edebiyat çilekeşi Necip Fazıl Kısakürek, fikirleri ve eserleriyle düşünce dünyamıza derin izler bıraktı. Tiyatroyu "hayatın değersiz ve geçici yüzünü değil, kalite gibi derin ve sonsuz şahsiyetini zapt eden ve onu molozlarından ayıklayarak tasfiye eden tıpkısı fakat başka türlüsünü gösteren mistik bir ayna" olarak gören usta kalemin büyük yankı uyandıran tiyatrolarını sizler için derledik.
"Hayat meğerse püf noktalardan ibaretmiş; olanca başarı püf noktasını yakalamaktan başka bir şey değilmiş" gerçeğini gören Recep Kafdağlı'nın hikayesi...Necip Fazıl'ın komedi tarzında kaleme aldığı tek tiyatro eseridir. Vefatından sonra, Aralık 2000 tarihinde yayınlandı.
Necip Fazıl,eseri yazmadan önce bu piyesi ne amaçla yazdığını Vasfi Rıza'ya anlatır:"Şimdi bana, öteden beri idealim olan bir iş düşüyor: Dram muharrirliğinden komediye geçmek ve içinde yaşadığımız cemiyeti, hüngür hüngür güldürücü tezat, nispetsizlikleri, samimiyetsizlikleri, sahtekarlıklarıyla resmetmek... Bu benim en büyük eserim olabilir. " der.
Dört perdelik bir komedi olan eserde yazar, perdeler arasında özel olarak sahne geçişlerinden ve ayrıntılı bir şekilde mekan tasvirlerinden bahsetmekle kalmamış, aynı zamanda oyuncuların jest ve mimikleri hakkında da bilgi verilir.
1967 yılında yazılan eser, Anadolu kapılarının Müslüman Türk'e açıldığı 1071 Malazgirt Zaferi'nden başlayarak, 'Türkiye tarihi'ne memleketin doğu ucundaki bir köşesinden terkibî bir bakışın temsilidir. 1967'de yazılan piyeste, Altun Halka'nın yedincisi Ebu'l Hasan Harkaanî'nin kabriyle şereflenmiş Kars şehri, zamanın bir sinema şeridi gibi üzerinde canlandığı bir tarih tablosudur.
Muhsin Ertuğrul, bir yemekte; «Niçin bir piyes yazmıyorsun?» sorusuyla tiyatroyu, "hayatın (kantite) gibi değersiz ve geçici yüzünü değil, (kalite) gibi derin ve sonsuz şahsiyetini zapteden ve onu molozlarından ayıklayarak tasfiye eden, tıpkısını, fakat başka türlüsünü gösteren mistik bir ayna" olarak gören Necip Fazıl'ın yıllardır içinde gömülü bir hasrete dokunur. O anda, Şehir tiyatrosuna bir eser teslim etmek için sadece 20 günlük bir süre kald.. Hemen kararını verir ve 7 gün içinde "Tohum"u bitirir.
1935 senesinde Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenen "Tohum" piyesinde olay, Anadolu'nun işgal edilmiş bir köşesinde, Maraş'ta cereyan eder. Vatan sadace bir toprak parçasından ibaret değildir. Dolayısıyla vatanı müdafaanın gizlediği bir aksiyon; aksiyonun gizlediği bir fikir; ve fikrin gizlediği mahrem bir benlik olmak gerekir. Tohum, millî mücadeleyi, Anadolu halkının öz benliğinde mevcut ruhun bir fışkırışı olarak gösterir.
Tohum'un kısa bir değerlendirmesi Peyami Safa tarafından Hafta Mecmuası'nda yapılmış ve bu yazı piyesin son sayfalarında "Tohum" adıyla yer aldı. "Necip'in eserinde Millî Mücadele sadece mazlum bir milletin emperyalizme karşı ayaklanması ve Anadolu, sadece bir istihsal perspektifi içinde mütalâa edilecek alelâde bir toprak yığını, ruhsuz ve şapşal bir tabiat parçası değildir. Bu yepyeni idealist görüşle Anadolu bir seyyah fotoğrafçının filme çektiği standardize bir dere, tepe, yayla, toprak manzarası değildir. Basit ve geçici gözün gördüğü Anadolu'nun altında bir de görünmeyen, hakikî Anadolu vardır. Anadolu'yu anlamak, mevzuu anlamaktır. Nitekim her şeyi anlamak da yine Tohumun beşerce mümkün olabilecek en geniş idrakine varmak demektir."
"Ben Allah'ı, tokluğumun değil, açlığımın şiddetinden buldum."
Necip Fazıl, oynanmasından ziyade okunması için kaleme aldığı bu eserini, 'tek perdede bir hikaye' şeklinde takdim eder. Eser, ilk defa 1943 Büyük Doğu'larında tefrika edildi.
Siyah Pelerinli Adam'da şair, bir şeytanla karşılaşır. Oyunun en başında fakir bir pansiyon odasında çalışmakta olan şairin kapısı çalınır ve bir ses "Şair, aç kapıyı! Ben geldim!" der. Şair kim olduğunu bilmediği bu sese kapıyı açarak şeytanı içeri alır. Oyunun sonuna kadar şeytan çeşitli kılıklara girip farklı vaatlerde bulunarak şairi kandırmaya çalışır ama başarılı olamaz. Şeytan tüm kötülükleri, baştan çıkarıcıları içeri getirir. Buna rağmen tüm uğraşları boşa çıkar. Şair zaman zaman kafası karışsa ya da kendini savunmasız hissetse de Allah'a sığınarak kurtulur şeytanın elinden.
Necip Fazıl'ın Para piyesi 15 Aralık 1941'de tamamlanır. Piyesin baş aktörü, 'hayata hakim küçük tedbirlerin, miskin hesapların adamı' bir Banka Patronudur. Para kazanmak uğruna herşeyi meşru görür; ama asla, ahlâksızlığının üstünü örterek namuslu görünmek gibi riyakâr bir tavır içine girmez. Hasılı, ahlâksızlığında samimi bir adamdır. Ayrıca, aile fertlerinden başlayarak, yanında çalıştırdığı ve toplumun çeşitli kademelerinde ilişkide bulunduğu namuslu ve dürüst görünen insanların çoğunluğunun samimi olmadığının da farkındadır.
Piyes'te gelişen hâdiselerin merkezinde para, öyle bir ölçüdür ki, insanların bütün içyüzünü olduğu gibi ortaya çıkarmaktadır...
Eser, ilk defa 1941-42 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelendi.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın...