Osmanlı klasik şiirinin kurucu şairleri
Osmanlı kültürü saf Arap ve dini tesirlerden kaynaklanmamış, Acem kaynaklarından da beslenmiştir. Osmanlı şiiri de dünyanın en zengin şiirlerinden biridir. Eski Türk şiiri formları daha çok halk şiirinde muhafaza edilmiştir. Osmanlı klasik şiirinin kurucuları Ahmedi, Şeyhi, Atayi, Necati bilhassa Ahmed Paşa gibi büyük şairlerdir.
İlk eğitimini aile çevresinden alan Yahya Nevî, sonra İstanbul'a giderek devrin önemli bilginlerinden "ahaveyn" lakabıyla ünlü Karamanî Ahmed ve Mehmed kardeşlerin öğrencisi olur. Özellikle Mehmed Efendi'nin etkisinde kalır. Medrese eğitimini tamamlayınca Gelibolu ve İstanbul'da müderris olarak uzun süre görev yapan Nevî, III. Murat tarafından şehzade hocası olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III. Murat döneminde olağanüstü ilgi gördüğü kaynaklarda anlatılır. İstanbul'da vefat ettiğinde ardında otuzun üzerinde eser bırakmıştır.
Tâli' bu vech ile dûn serkeş nigâr böyle
Bî-çâre âşıkı gör baht öyle yâr böyle
Gerçek ismi Osman'dır. Babası Osmanlı ordusunda bir askerdi, kendisi de sipahi olmuştur. Dönemin önemli, ünlü isimleriyle arkadaşlık kurmuştur. Çeşitli savaşlara katılmıştır. Eleştirel tarzı ve yalın üslubu ile ünlenmiştir. Eserlerinde toplumsal sorunları işlemiştir. 1605 yılında Şam'da öldüğü bilinmektedir. Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur. Aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir üslupla şiirler yazmıştır. Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir. 17 bendlik manzumeye Türk edebiyatının önemli isimleri (Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi) nazireler yazmıştır.
Sanmam bizi kim şîre-i engûr ile mestüz
Biz ehl-i harabâtdanuz mest-i Elest'üz
Kendinden sonraki divan şairlerine örnek olmuştur. Dili temiz, söyleyişi zarif ve hayal bakımından zengindir. Esprili şiirleriyle bilinir. Bir devlet adamı olarak halk tarafından da çok sevilirdi. İyi bir öğrenim gördü ve devlet hizmetinde hızla yükseldi. Bir süre medreselerde görev aldı. Halep, Şam, Mısır, Bursa, Edirne kadılıkları yaptı. İstanbul'da da bir yıl kadılık yaptı. Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerine getirildi. 1622'de de bir yıllığına Şeyhülislam yapıldı. 2 yıl sonra bu kez 7 yıllığına yine Şeyhülislam oldu. IV. Murat döneminde bu görevden çekilmek zorunda kaldı. Üçüncü kez Şeyhülislam görevine getirildi ve ölüm tarihi olan 1644'e kadar bu görevde kaldı.
Aşka kâbil dil mi yok şehr içre yâ dilber mi yok
Mest yok meclisde bilmem mey mi yok sâgar mı yok
Nefi denilince akla gelen ilk şeylerden biri hicivleridir. Nefi'nin sadece hicivleriyle ün salmadığını ve kaside alanında da başarılı eserler verdiğini, hatta ve hatta kaside denilince de akla gelen ilk ismin Nefi olduğunu az çok edebiyat bilgisi olan birçok insan bilir. Nefi öyle bir yazar ki, övgü ve yergi sanatını yani kaside ve hiciv sanatını bir arada kullanarak büyük bir başarı elde etmiştir. Aslında birbirlerine zıt olan bu sanatları uygulamak her baba yiğidin harcı değildir. Hicivlerinden dolayı ona genç yaşta "Zari" mahlası verilmiştir. "Zari" günümüz Türkçesiyle "zararlı, faydası dokunmayan" anlamları taşır. O öyle bir Hiciv sanatı işlemiş ki 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "Nafi" yararlı" mahlasını vermiştir.
Dîvan şâiri. Asıl adı Ali Çelebi olan Atâyî, Yıldırım Baye-zid'in vezirlerinden Edirneli İvaz Paşa'nın oğludur. Hayâtı hakkında geniş bilgi yoktur. Şeyhî ile Ahmed Paşa arasında yetişen dîvan şâirlerinin en iyisidir. Şiirleri nazım tekniği açısından oldukça başarılıdır. Sultan II. Murad'a sunduğu "güneş" redifli kasidesi çok meşhur olmuş ve Ahmed Paşa tarafından da tanzir edilmiştir. Duygulu bir şâirdir. Gazellerinde kasîdelerine göre daha sâde bir dil kullanmıştır. Türk Dîvan şiirine (gazele) atasözlerini ilk defa bu şâir sokmuştur. Tuyugtar da yazarak Türk şiir geleneğine ve zevkine önem vermiştir. Atâyî'nin iki kasîde, iki Farsça manzume, dokuz tuyug ve kırktan fazla gazelini Sadettin Nüzhet Erg un, Bursa Müzesi'ndeki bir elyazması mecmuada bularak tanımıştır.