Sait Faik ve arkadaşları okuldan niçin sürgün edildi?
Bu, bir sürgün hikayesi aslında. 1925 yılında İstanbul Erkek Lisesi onuncu sınıf öğrencilerinden birinin Arapça hocasının minderine iğne koymasıyla başlıyor. "Alt tarafı öğretmene yapılan bir şaka." diyebilirsiniz. Ancak mesele basını günlerce meşgul eden bir olaya dönüşüyor, Sait Faik ve arkadaşlarının sürgün edilmesine yol açıyor. Liseli bir grup genç hayatlarının en büyük utançlarıyla yüzleşiyor. İlk hikayelerini bu sürgünle yazacak olan Sait Faik, süreçte yaşadıklarıyla edebiyat dünyasının en ilginç okul anısını da sizinle paylaşıyor.
"… İstanbul Lisesi'nde meydana çıkan hadise maarif (eğitim) hayatımızda mühim bir yaranın vücuduna işaret etmiştir. Bu yara da mekteplerimizde disiplin denilen halin pek çok zayıflamış olduğunu göstermiştir. Lise derecesinde bir tahsil seviyesine gelmiş olan talebeler içinde her kime karşı, her ne maksatla olursa olsun muallimlerden birinin sandalyesine çuvaldız şeklinde bir iğne bir iğne dikilmesi müsamaha ile geçilmeyecek bir şeydir. Malum olduğu üzere Cumhuriyet hükümeti son zamanlarda bilhassa nizam ve intizam işleri ile alakadar olmaktadır.
İstiklal Mahkemeleri bile halk arasında mesela külhanbeyliğe karşı şiddetli bir mücadele açmıştır. Bundan maksat umumi surette memlekette nizam ve intizam fikirlerini yerleştirmektedir. Hatta sarıkların çıkarılarak yalnız muayyen bir sınıf insanlara hasredilmemesi alelumum kıyafetlerin tanzimine ihtimam olunması aynı maksat ile yapılmaktadır.
Nizam ve intizama bu kadar kıymet ve ehemmiyet atfeden bir idarenin mekteplerde talebe tarafından muallimlerine çuvaldız ile suikastlar tertip edilecek kadar disiplinin bozulmasına karşı müsamaha edildiği takdirde gençliğin terbiyegâhı olan müessesât-ı irfanımızın istikbalinden ümidini kesmek zaruri değil midir? Vaziyet bu nokta-i nazarından muhakeme edilince şuna kanaat edilir ki memleketin selameti için mekteplerde talebe tarafından muallimlere karşı yapılacak her türlü tecavüzkâr fiilleri şiddetle takip ve tecziye etmek bir vazifedir. Bu vazifenin ifası için icap ederse bütün bir sınıf talebesi mektepten tard edilebilir."
Akşam'ın başyazarı Necmettin Sadık da olayın bir kulağından tutarak kafileye katılmıştır; ancak basındaki diğer şahinlerden bir nebze ayrıldığını söyleyebiliriz. Sadak, hassas bir dönemden geçildiğinden hareketle okulda, çarşıda, pazarda vücut bulabilecek küçük bir olayın bile intizamını bozabileceğini düşünenlerdendir. Öyle ki "muallimin sandalyesine iğne koymak küstahlığında bulunan talebeyi af yahut müdafaa etmek kabil değildir." diyerek tarafını belli etmiştir.
Ancak diğerlerinin aksine Sadık gayet ölçülüdür ve merhamet damarları henüz kurumamıştır:
"Birkaç gündür gazeteler, kafile halinde sokak sokak dolaşan, mektepten maarife, maariften vilayete, vilayetten gazete idarehanelerine başvurarak nihayet mecalsiz kalan mektep çocuklarının macerasını naklediyorlar. Bunlar muallimlerinin iskemlesine iğne koydukları ve asıl mücrim bulunmadığı için toptan tard edilmiş bir sınıf talebesidir. Eğer mektep idaresi kararında ısrar eder yahut Maarif Vekâleti bu umumi cezayı tasvip ederek başka bir şekl-i hal göstermezse, onuncu sınıfa kadar gelmiş ve tahsil çağının sonuna varmaya muvaffak olmuş bu gençler, bir an içinde büyün ümitlerinin ve zahmetlerinin boşa gittiğini göreceklerdir. Karanlık İstanbul bu gençlere ne meçhul akıbetler hazırlayacaktır?"