Yazar Rümeysa Oğuz ile Söyleşi: "Yazmak İlham Değil Gayret İster" - Fikriyat Sohbetleri
Ailesinden aldığı okuma mirasını kalemiyle ve akademik çalışmalarıyla birleştiren yazar Rümeysa Oğuz, hayatın içinden samimi bir sohbetle Fikriyat ekranlarına konuk oldu. "İyiler her zaman kazanır," diyerek umudu ve gayreti merkeze alan Oğuz, bir yazarın bir annenin ve bir düşünürün gözünden modern zamanların kaosunu, anlam arayışını ve Nurettin Topçu felsefesi ışığında direnişin imkanlarını anlattı. Topçu'nun "Hareket Felsefesi"ni günümüzün vicdanlara seslenen en önemli meselesi olan Filistin direnişi ve "Sumud" kavramıyla birleştiren Oğuz, felsefenin hayata nasıl dokunduğunu ve direniş ahlakının ne anlama geldiğini samimi bir bakış açısıyla yorumladı.
Özge Özkul: Dilerseniz sizi kısaca tanıyarak başlayalım. Nasıl bir evde büyüdünüz, şu an nasıl bir evde yaşıyorsunuz?
Rümeysa Oğuz: Öncelikle iyiyim, teşekkür ediyorum. Nasıl bir evde büyüdüğüme gelince, çok mutlu bir evde büyüdüm. Gerçekten çocukluğumu doyasıya yaşayarak, evden çok sokakta büyüdüm. Ben bir lojman çocuğuyum ve gece yarılarına kadar sokakta keyifle ve güvenle oynanan bir çağın çocuğuyum. Bu yüzden güzel bir çocukluk geçirdim. Bunun yanında, çok okunan ve kütüphanesi olan bir evde büyüdüm. Bu soru sorulduğunda her zaman en çok övünerek söylediğim şey budur. Annemi ve babamı sürekli kitap okurken hatırlıyorum. Bence bu benim en büyük şansımdı. Sanırım 8 yaşıma kadar evimizde televizyon yoktu. Aile ilişkilerinin, özellikle de geniş aile kavramının çok önemli olduğu, büyüklere saygı duyulan, hep birlikte vakit geçirilen bir ailede büyüdüm. Rahmetli dayımın bir sözü vardı, "Benim arabama 49 kişi biner," derdi. Gerçekten de alt alta üst üste binip memlekete, büyüklerimizi ziyarete giderdik. Birbirini daima arayıp soran, çekirdek aileden ziyade geniş bir aileydik. Şu anda ise aile bağlarımız hâlâ çok kuvvetli olsa da hayatın sakinliğini daha çok aradığım bir dönemdeyim. Elhamdülillah, kitaplarla dolu, sakin bir evde hayatımı sürdürüyorum.
ÖÖ: Hikâyelerinizde okurla güçlü bir bağ kuruyorsunuz. Olağanüstü görünen bir olayı o kadar bizden biri gibi anlatıyorsunuz ki sonunda bunun bir rüya olduğunu öğrendiğimde gerçekten üzüldüm. Bu bütünleşmeyi nasıl sağlıyorsunuz?
RO: Aslında ben olağanüstü bir şey yazmıyorum; hayatın içinden hikâyeler anlatıyorum. Genellikle öykülerimde sonda şaşırtıcı, vurucu bir son oluyor. Sanırım bunun nedeni, hepimizin sıradan hayatlarımızın içinde o sıra dışı anı, o "patlama" anını görmek istememiz. Bu yüzden hikâyenin akışı ne kadar absürt görünse de sonunda hepimize tanıdık gelen bir duyguya tekabül ediyor ve kendimizi ona yakın hissediyoruz.
ÖÖ: Hayatımızda bir aksiyon istiyoruz sanırım.
RO: Bence de istiyoruz. Şaşırmak çok güzel bir duygu. Ben hep, "Allah'ım, hayretimi artır," diye dua ederim. Aslında şaşırmak için mucize beklemeye gerek yok. İnsan evrene, yaratılışa tefekkürle baktığında, o sırrı keşfetmeye çalıştığında hayret etmemesi mümkün değil.
ÖÖ: Genç yaşınızda bu kadar anlamlı eserler ürettiniz. Bir yandan annesiniz, akademik hayatınız devam ediyor. Aile ve sosyal hayatınızla bu süreci nasıl dengelediniz?
RO: Bu soru, sanırım bütün çalışan annelerin vicdan yarasıdır. Her gece başımı yastığa koyduğumda, "Acaba evlatlarımın hakkına girdim mi?" diye düşünürüm. Bu hayattaki en büyük korkumdur. Bu süreçte en büyük destekçilerim annem, babam, kardeşlerim, eşim ve iyi arkadaşlarım oldu. Onlardan Allah razı olsun. Hiçbir şeyi tek başıma yapmadım. Ben hayalleri olan bir çocuk oldum ama yalnız olsaydım bunların hiçbirini başaramazdım. Eşim, birinin çalışmasından ve üretmesinden her zaman gurur duyan biridir. Evlatlarım da anlayışlı çocuklar, çünkü onların normali hep çalışan, okuyan bir anne ve baba görmek oldu. Çalışmam gerektiğinde buna saygı duyuyorlar.
ÖÖ: Çocuklar sizi örnek alıyor anladığım kadarıyla.
RO: Kesinlikle. Hayatımızın normali bu. Mesela ben yıllardır televizyon izlemem. Çocuklarım bana "Gel televizyon izleyelim," demezler çünkü onların normalinde televizyon izleyen bir anne figürü yok. Çocuklar neye alışırsa rutinleri o oluyor.
ÖÖ: Peki arkadaş çevrelerinden etkilenip farklı taleplerde bulunmuyorlar mı?
RO: Ben hiçbir çocuğu bir fanusta büyütemeyeceğimize inanıyorum. Ben çocuğumun sahibi değilim; onun düşüncelerine hükmedemem ama ona doğru bir altyapı hazırlayabilirim. Evde, "O şarkıyı dinleyemezsin, bu filmi izleyemezsin," gibi katı kurallarımız yok. Neyi neden tercih etmediğimi onlara anlatıyorum. Eğer istedikleri şey ahlaki bir deformasyona yol açmayacaksa izin veriyorum. Çünkü bir gün kızım, "Okuldaki arkadaşlarım sürekli bir dizi hakkında konuşuyor ve ben onu izlemediğim için onlarla sohbet edemiyorum," demişti. Artık akran iletişimi ortak izlemeler ve dinlemeler üzerinden yürüyor. Onu bu sosyal ortamdan tamamen koparamam.
ÖÖ: "Akşam Ezanından Önce Evde Olmak" adlı hikâyeniz bana huzur kelimesini çağrıştırdı. Sizce eskiler daha mı huzurluydu? O eski huzuru bugün yakalayabilir miyiz?
RO: Bu kitabı yazarken ben de huzurun eskilerde kaldığını düşünüyordum. Fakat zamanla fikrim değişti. İnsan galiba bulunduğu zamandan hiçbir zaman tam olarak memnun olamıyor ve hep geçmişe bir özlem duyuyor. Ancak geçmişe dönme imkânımız yok. Bu yüzden geçmişin daha huzurlu olduğundan hayıflanmak yerine, bugünü nasıl daha huzurlu hale getirebileceğimize odaklanmalıyız. Her dönemin kendine özgü bir kaosu var. 90'larda yaşayanlar için de o dönem kaotikti. Eminim bizden sonraki nesil de bizim zamanımıza bakıp, "2020'ler ne kadar da huzurluymuş," diyecek.
ÖÖ: Makinelerin yazdığı, düşündüğü bir çağa giriyoruz. Bu durum yazmayı ve okumayı nasıl etkileyecek? Bu kadar gürültünün arasında birbirimizin sesini nasıl duyacağız?
RO: Bu benim en büyük korkum. Artık basılı kitapların bile yok olduğu, her şeyin dijitalleştiği bir dönemdeyiz. Sürekli ekrana maruz kalmak, araştırmaların da gösterdiği gibi, dikkat süresini kısaltıyor ve anlama becerisini zayıflatıyor. Bu yüzden herkese ısrarla şunu söylüyorum: Lütfen kitap okuyun. O iki kapağın arasında, sayfaları ve o güzel kokusuyla duran fiziki kitapları elimize alalım. Bu bir kültür, bir gelenek ve yok olmamalı. Bir yazar arkadaşım e-kitabın daha pratik olduğunu söylediğinde ona, "Peki yayınevin sana 'Kitaplarını artık basmıyoruz, sadece e-kitap olarak çıkarıyoruz' dese ne hissederdin?" diye sordum. "Asla istemem," dedi. İşte kimse istemez. Bu yüzden kitaplarımıza sahip çıkalım.
ÖÖ: Bir dönem gençlerle de çalıştınız. Ekranların bu kadar hayatımızı kuşattığı bir çağda onların bizi dinlemesini nasıl sağlayabiliriz?
RO: Bence soruya yanlış yerden bakıyoruz. "Gençlerin bizi dinlemesini nasıl sağlarız?" değil, "Biz gençleri nasıl dinleriz?" diye sormalıyız. Çünkü onlar artık dinlenmek istiyorlar. Biz onlara sürekli üst perdeden bakıyor, kuşak isimleri takarak onları küçümsüyoruz. Oysa insan çok kıymetlidir. Onlara bir şeyler anlatmaya çalışmadan önce onları anlamaya çalışmalıyız. Bu da ancak dinlemekle olur. Onların seviyesine inip, onların dilinden konuşarak bir bağ kurabiliriz. İşe önce dinleyerek başlayalım.
ÖÖ: Yüksek lisans teziniz, hocalarınız tarafından "bu sene okuduğumuz en iyi tez" olarak nitelendirilmiş. Tebrik ederim. Teziniz Nurettin Topçu'nun hareket felsefesi ve tasavvuftaki seyr-i sülûkun karşılaştırılması üzerineydi. Bize biraz bundan bahsedebilir misiniz?
RO: Teşekkür ederim. Tezimde, Nurettin Topçu'nun hareket felsefesini anlattım. Topçu'ya göre hareket, sadece fiziksel bir yer değiştirme değildir. İnsanın yaratılışında aşkın olana, yani Yaratıcı'ya doğru bir yönelme güdüsü vardır. Bu yöneliş, Topçu'nun "isyan ahlakı" dediği şeyle birleşir. Yani insanın, nefsine ağır gelse bile kötü olana isyan edip iyiye, doğruya ve aşkın olana doğru içsel bir yolculuk yapmasıdır hareket felsefesi. Tasavvuftaki seyr-i sülûk da aslında insanın nefs mertebelerini aşarak, kötücül olan her şeyden arınıp Allah'a ulaşma yolculuğudur. İkisini karşılaştırdığımda, özünde aynı içsel yolculuktan bahsettiklerini gördüm.
ÖÖ: Bu anlattıklarınız aklıma bugünkü Filistin direnişini getirdi. Gazze'nin direnişi, bu hareket felsefesinin bir yansıması olarak okunabilir mi?
RO: Kesinlikle. Bu, benim de üzerinde düşündüğüm bir konu. Bugün insanlar ikiye ayrılmış durumda: "Yaptıklarınızın somut bir faydası yok," diyenler ve "Ne olursa olsun tarafımızı belli edelim, elimizden geleni yapalım," diyenler. Hareket felsefesi tam olarak ikincisini anlatır. Hareket sadece somut bir eylem değildir; kalben buğz etmek bile o hareketin bir parçasıdır. Sumud, bu hareketin hem manevi hem de fiziki bir tezahürüdür. Oradaki insanlar, sonuçlarını bilerek, kötü ve zalim olana karşı sembolik de olsa bir duruş sergilediler. Bu tam da Topçu'nun isyan ahlakıdır. Onlar sayesinde biz bu felsefeyi canlı olarak görmüş olduk.
ÖÖ: Bu felsefe bugün bize ne söyleyebilir?
RO: Bence işe Topçu'yu tanımak ve anlamakla başlayabiliriz. Topçu, bu kavrama "tasavvuf" değil de "felsefe" diyerek aslında kapılarını Doğu'ya özgü mistik bir alandan çıkarıp bütün insanlığa açmıştır. Tıpkı Filistin davasının, dini mensubiyetlerin ötesine geçerek evrensel bir insanlık davasına dönüşmesi gibi. Topçu'nun felsefesini anlamak, bizim de kendi hayatımızda daha iyi bir insan olma yolculuğumuzda bize rehberlik edebilir.
ÖÖ: Her şeyin başı yine okumaya ve anlamaya dayanıyor. Şimdi size birkaç kelime söyleyeceğim ve sizde uyandırdığı ilk şeyi merak ediyorum. Kur'an-ı Kerim?
RO Hz. Yusuf. O kıssanın bütünlüğü ve bana her zaman bir şeyler fısıldaması nedeniyle aklıma hep o gelir. Allah, o kıssayla bize, "Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'u Mısır'a sultan yapmadım mı? Senin yaşadığın bu sıkıntının ardındaki hayrı bekle," diyor.
ÖÖ: Zaman?
RO: Telaş.
ÖÖ: Hareket?
RO: Şükür. Hareket edebilmek bir şükür sebebidir.
ÖÖ: Ve son olarak, annelik?
RO: Vicdan azabı, sorgulama, yetememe duygusu ama hepsinin üstünde çok büyük bir sevgi.
ÖÖ: Peki, "Yazmasam delirirdim," dediğiniz bir an oldu mu?
RO: Evet, oldu. Ama o zamanlar yazmaya delilikle karışık bir anlam yüklüyordum. Şimdi yazmasam delireceğim bir durum olmaz.
ÖÖ: Masanızda asla eksik olmayan şey nedir?
RO: Filtre kahve.
ÖÖ: Var olmak için bağırmak mı gerekir?
RO: Kesinlikle hayır. Bence iyi iş, er ya da geç muhatabını bulur. Ben beklemeyi ve olana teslim olmayı tercih ederim. Allah'a güvenmek kadar insanı rahatlatan bir konfor yok.
ÖÖ: İyiler ne zaman kazanacak?
RO: Bence iyiler her zaman kazanıyor. Sonuca ya da ödüle bakmaksızın, doğru olanın peşinden gitme ve bu yolda mücadele etme eyleminin kendisi zaten bir kazanımdır.
ÖÖ: Hikâyenizin "İşte şimdi başlıyor," dediğiniz bir anı oldu mu?
RO: Sanırım her sabah uyandığımda öyle diyorum. Her yeni gün, yeni bir başlangıç, yeni bir hikâye.
ÖÖ: Çok güzel. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
RO: Ben de çok teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbetti. Son olarak Filistin'in özgür olmasını diliyorum. Boykotun sürdürülebilir bir eylem olduğunu ve hafife alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Hareket felsefesinde dediğimiz gibi, "Elimden ne gelir?" demek yerine, kalben bu zulmü yapanlara buğz etmenin bile çok önemli olduğuna inanıyorum. Özgür Filistin!
ÖÖ: Kesinlikle, Özgür Filistin! Nice Özgür Filistin'i konuşacağımız sohbetlerimiz olacak inşallah. Çok teşekkür ederim, ayağınıza sağlık.
ÖÖ: Her şeyin başı yine okumaya ve anlamaya dayanıyor. Şimdi size birkaç kelime söyleyeceğim ve sizde uyandırdığı ilk şeyi merak ediyorum. Kur'an-ı Kerim?
RO Hz. Yusuf. O kıssanın bütünlüğü ve bana her zaman bir şeyler fısıldaması nedeniyle aklıma hep o gelir. Allah, o kıssayla bize, "Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'u Mısır'a sultan yapmadım mı? Senin yaşadığın bu sıkıntının ardındaki hayrı bekle," diyor.
ÖÖ: Zaman?
RO: Telaş.
ÖÖ: Hareket?
RO: Şükür. Hareket edebilmek bir şükür sebebidir.
ÖÖ: Ve son olarak, annelik?
RO: Vicdan azabı, sorgulama, yetememe duygusu ama hepsinin üstünde çok büyük bir sevgi.
ÖÖ: Peki, "Yazmasam delirirdim," dediğiniz bir an oldu mu?
RO: Evet, oldu. Ama o zamanlar yazmaya delilikle karışık bir anlam yüklüyordum. Şimdi yazmasam delireceğim bir durum olmaz.
ÖÖ: Masanızda asla eksik olmayan şey nedir?
RO: Filtre kahve.
ÖÖ: Var olmak için bağırmak mı gerekir?
RO: Kesinlikle hayır. Bence iyi iş, er ya da geç muhatabını bulur. Ben beklemeyi ve olana teslim olmayı tercih ederim. Allah'a güvenmek kadar insanı rahatlatan bir konfor yok.
ÖÖ: İyiler ne zaman kazanacak?
RO: Bence iyiler her zaman kazanıyor. Sonuca ya da ödüle bakmaksızın, doğru olanın peşinden gitme ve bu yolda mücadele etme eyleminin kendisi zaten bir kazanımdır.
ÖÖ: Hikâyenizin "İşte şimdi başlıyor," dediğiniz bir anı oldu mu?
RO: Sanırım her sabah uyandığımda öyle diyorum. Her yeni gün, yeni bir başlangıç, yeni bir hikâye.
ÖÖ: Çok güzel. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
RO: Ben de çok teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbetti. Son olarak Filistin'in özgür olmasını diliyorum. Boykotun sürdürülebilir bir eylem olduğunu ve hafife alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Hareket felsefesinde dediğimiz gibi, "Elimden ne gelir?" demek yerine, kalben bu zulmü yapanlara buğz etmenin bile çok önemli olduğuna inanıyorum. Özgür Filistin!
ÖÖ: Kesinlikle, Özgür Filistin! Nice Özgür Filistin'i konuşacağımız sohbetlerimiz olacak inşallah. Çok teşekkür ederim, ayağınıza sağlık.