Eğitim tarihimizde iz bırakan hocalar
Öğretmenlik, dünyanın bilinen en kadim mesleklerinden biridir. İlmi talep ettiğimiz bu kişiler, hayatımızın her anında bizi biçimlendirir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Akif Ersoy, Erdem Bayazıt, Yahya Kemal Beyatlı gibi isimler, edebiyatımızda yazarlıklarının yanında öğretmenlik de yaparak insanların hayatlarına dokundu. Sizler için eğitim tarihimizde iz bırakan hocaları derledik.
◾ Türk edebiyatının mihenk taşı Necip Fazıl Kısakürek, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından atandığı Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı'nda öğretim üyeliğini kısa süre sonra bıraktı ve kendisine İstanbul'da bir görev verilmesini istedi.
◾ Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atanan Necip Fazıl, Robert Kolej'de edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu okul ile ilgili anılarını Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu kitabında şöyle anlatır:
"Robert Kolej'de de edebiyat hocası idim. Onların bir takım sınıfları var. Yüksek sınıfmış… Gayet mağrur talebe… Sınıfa girince ne göreyim? Talebeden her birini ayağı omzunda desem caiz… Birden irkildim: "İndirin ayaklarınızı! Size bu terbiyeyi kim verdi?" İsteksiz indirdiler. "Türk çocuklarısınız, Türk terbiyesi istiyorum sizden!" Kalakaldılar, ders böyle açıldı. İkinci ders.
"Niçin Amerikalılar bu mektebi bu kadar yer varken, hisarın yanında yapmıştır? Bir vazife veriyorum size… Zekânızı anlamak için…" dedim.Gelen vazifeler entipüften şeylerdi. Talebelerden hiçbirinde, Batı kültür emperyalizmasının gizli niyetlerini ayırt etmeye kabiliyet yoktu. Sınıfa dedim ki: "Amerikalı bu binayı Fatih Sultan Mehmed'in büyük fethine nazire olarak kendi ruh fethini gerçekleştirmek için bir remz olarak bina etmiştir. Gaye, Türk'ü milli kökünden koparmaktır!"
Bu mânaya biraz yaklaşan bir talebe dikkatimi çekti. Hatta bir gün bir baba, o talebenin babası beni yolda durdurdu. Elimi öpmeye kalktı. Çocuğuna verdiğim terbiyeden dolayı… Ama ben ne yapayım ki, yaptığım iyi veya doğru, her tarafından su alan bir gemide potinlerimle denize su boşaltmaya çabalar gibiydim. Potin potin dökmekle su bitirilemez gemiden."
"Maarif… Maarif! Bizim için başka kurtuluş çaresi yok; eğer yaşamak istersek her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Dünyada maarifle, din de maarifle, ahiretle de maarif… Hepsi, her şey maarifle kaim."
◾ Baytar Mektebi'nden mezun olduktan sonra Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti'nde memur olan Mehmet Âkif, memuriyet hayatını 1913 yıllına kadar devam ettirdi.
◾ İstanbul'da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kitabet-i resmiye sonra Çiftçilik Makinist Mektebi'nde Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı. Darülfünun'da da edebiyat öğretmenliği yapan Mehmet Akif Ersoy, bir öğretmende; imanlı, edepli, liyakatli, vicdanlı, ahlâklı, Türkçeye sahip çıkan, bilime ve sanata önem veren, ihtiyaç halinde eğitim amacıyla yurt dışında giden, manevi değerlere saygılı, vatan sevgisi taşıyan, temizliğe aşırı dikkat gösteren, dindar özelliklerinin olmasını isterdi.
◾ Şair, İslam dininin temel esaslarını bilen ve bunları hayatına rehber edinen bir öğretmen modeli geliştirdi.
◾ Mehmet Akif'in en uzun hocalığı Sırat-ı Müstakim'i çıkarmaya başlamasından üç ay sonra 21 Kasım 1908'de tayin edildiği ve 1914 yılına kadar sürdürdüğü Darülfünun'da oldu. Burada edebiyat-ı Osmaniye müderrisi olan Mehmet Akif, Tevfik Fikret'ten boşalan bu alana getirildi.
◾ Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın aktardığına göre, Akif'in Darülfünunda girdiği ilk derste talebesine ilk sözü olmuştu:
"Efendiler, ne burası bir Darülfünun'dur ne siz bir Darülfünun talebesisiniz, ne de ben bir Darülfünun hocasıyım! Evvela bunu bilelim, kendimizi aldatmayalım. Şimdi dersimize başlayabiliriz."
◾ Mehmet Akif'in bir öğrencisi şöyle anlatır:
"Derste kendi şiirlerini rica ettik, okumadılar. Bir gün 'Feride ile Cemile'yi bir arkadaş okudu, gülerek; "Öyle ise bana ver, ben okuyayım dedi." Kendisinin dinleyenler, şiiri kaidesine uygun ahenk ile okumadaki hususiyet ve samimiyeti bilirler. Baki'nin Kanuni'ye ait 'Mersiye'sini, Ali Ekrem Bey'in 'Feryad'ını, Namık Kemal'in 'Vaveyla'sını pek büyük heyecanla okurlardı. Muzip arkadaşlarımız çoktu; Nedim'in gazel ve şarkılarını severek, gülerek okurken bu neşelerinden cesaretlendiler.
"Efendim" dediler; "Bir gün de 'Hammamiye'yi (Dîvan edebiyatında hamamı veya hamamdaki bir güzeli tasvir eden manzume) lütfetmez misiniz?" Biraz durakladılar, muvafık bulmadılar. Bir başka gün, Divan'ı karıştırırken tarih muallimi Musip Divan'ı açtı. 'Hammamiye'yi buldu ve rica etti. Evvela tereddütle başladılar, sonra gülerek devam ettiler. Gariptir ki, aynı manzumeyi Şeref'e okuturken munis başını sıranın üzerine koydu, dinlerken hafifçe ağladı…
Bir gün 'Kocakarı ile Ömer' okunuyordu. 'Abbas'ı bilmeyen var mı? diye başlayan mısra okunurken; "Abbas kimdir?" diye bir arkadaşımıza sordu, bilemedi; "Varmış yahu!" diye hem güldü hem üzüldü."