Fotoğrafa adanmış bir ömür
"Ben gazeteciyim, fotoğrafçı değilim. Fotoğrafçı bomba patlar kaçar. Ama gazeteci peşinden gider olayı yakalamaya çalışır. Fotoğrafçı ile gazeteci arasındaki fark budur, bu farkı anlamak lazım. Fotoğrafçı düğmeye basan adam değil, iş yapan adamdır. Ben de her şeyi gazetecilik tarafından düşündüm ve bu yaşa kadar ona göre çalıştım." diyen, fotoğraflarıyla 68 yıldır zamanı durduran Ara Güler, duayen sanatçı 90 yaşında vefat etti. Tarihe ayna tutan fotoğraf kareleriyle Ara Güler kimdir sorusuna cevap verdik…
"O günlerde fotoğrafçılığını yaptığım Skira Yayınevi, Picasso'nun kitabını basacaktı. Patron da arkadaşım. 'Beni yanında götürmezsen senin için ne bir fotoğraf çekerim ne de bir daha seninle konuşurum' dedim. Ev atmosferindeki fotoğrafları çekme görevini yaptım. Gittim, üç gün evinde kaldım.''
''Bir ara bana dönüp, 'Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin remini çizeyim' demez mi! Düşünsene çağın en büyük ressamı Picasso beni çizecekti, ama herif 90 küsur yaşında. Verdiği sözü beş dakika sonra unutur diye, başladım etrafında boş kağıt aramaya. Her yere baktım, bir temiz sayfa bulamadım. En sonunda çektim kütüphanesinden bir kitap, açtım kapağını, uzattım Picasso'ya. İçimden de 'Nasıl olsa sayfayı yırtıp alırım' diye geçiriyorum. Sonunda resmimi çizdi, İmzasını da attı.''
Dali'nin Paris'te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; "Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?" dedi. "Çok meşhursun da onun için." dedim. "Benim dakikam 25 bin dolardır." dedi. "Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!" dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir arkadaşımla yemeğe gittim. "Dali beni dışarı attı." dedim, ve Dali'yi ikna edebileceğini söyledi. "Sen karışma." dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11'de gittik. Dali bana bakıyor ben ona.''
"Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok." dedim. "Kimse yokken gel." dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. "Hani benden başka kimse olmayacaktı." dedim. "Dur ben onları hemen salarım." dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. "Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?" dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. "Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladıysan git onu yaz." dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.''
''Chaplin benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam…''
Ara Güler, hayranı olduğu Charlie Chaplin'in fotoğraflarını da çekmek istedi.
" O zamanlar İsviçre'de bir şatoda yaşıyordu.Karısı da Amerikalı ünlü yazar Eugene O'Neill'in kızı Oona'ydı. Bunların şatosunun önünde 3 gün, kar kıyamet demeden fotoğraf çekmek için bekledim. Sonunda Oona donmamdan korkup, 'Konuşursan konuş, ama resim çekme' dedi. Adam yürüyen iskemlede, felçli resimlerini çektirip akıllarda böyle bir imaj bırakmak istemiyordu. Çünkü o da benim gibi elimdeki fotoğraf makinesinin acımasız olduğunu biliyordu. Pire gibi dolanarak dünyanın en cevval tipini yaratmış Charlie Chaplin'i felçli halde çekmek bana yakışmazdı, o nedenle onun fotoğrafını fırsat bulduğum halde çekmedim."
"Ben yaşayan adamın fotoğrafını çekerim. Manzara çekmem, manzara fotoğraf değildir. Manzara, bir şeyin yeniden kaydıdır. Yenilik değildir. Bir insanın bir anının yakalanması o zaman değertaşır benim için. Ben insanlı yaşayan fotoğraf çeken adamım.Boşluk beni ilgilendirmiyor"
Türk fotoğrafçılığının ustalarından birisi olarak dünya fotoğraf tarihine ismini yazdıran Ara Güler'in, Belgesel Fotoğrafçılığı'nın ustası olarak ayrı bir ünü vardır.
"Hayatım okumakla geçti" diyen Ara Güler yazarlık macerasını şöyle anlattı:
"Kaç kamyon kitap okudum ben. Klasikleri ezbere bilirdim ve lisede talebeydim daha. O zaman Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel Dünya Klasiklerini tercüme ettirmişti. Çoğunu okudum. Doğu Edebiyatından birtakım kitapları okumamışımdır, ama sadece Batı Edebiyatını değil felsefesini de okudum. ''
''Ben çok roman okumam. Ben bana bir şey öğretecek kitabı okurum. 1946'da ilk öyküm Mahkûm'u yazdım, Akşam Postası'nda, yayımladılar. İçinde olmadığım bir dünyayı yazmak istedim. Öyle başladım. Millet o yaşlarda sevgilisini yazar ben dünyaya bakardım…"