Hattatları yetiştiren Medresetü’l-Hattatin’in hüzünlü hikayesi
Bir kamışın şekillenmesiyle başlar tüm hikâye... Kamış şekillenir, kağıdın üzerinde mürekkebini yayar. Oluşan her bir harf, meleklerin dualarıyla korunur. Hat sanatı da böylece ortaya çıkar. Eğitim sisteminde çocukların güzel yazabilmesinde kullanılırken Batı'nın güzel sanat anlayışı içerisinde eriyip yitmeye yüz tutar. Kendi bünyesinde hat sanatçısı yetiştirecek Medresetü'l-Hattâtîn de zamanla büyük bir parçalanmayla oradan oraya savrulur. Öyle ki akademide hocaları aşağılanır, metruk binalarda ayakta kalmaya çalışır, hocaları maaşlarından vazgeçer. Sanatlarımız içerisinden dualara nail olmuş hat sanatı ve okulunun hüzünlü hikâyesini sizler için derledik.
Medresetü'l-Hattâtin binası, Hassa Başmimârı Tâhir Ağa eliyle 1770'lerde inşa edilmiş bir sübyan mektebidir. Bânisi Tersane Emini Yusuf Efendi'dir. Burasının Medrese'ye tahsisinden önce meşhur Hoca Tahsin Efendi (1813?-1881) tarafından Darü'l - İlm olarak kullanılmıştır.
1924'de kapanan Medresetü'l-Hattâtin, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey'in gayretiyle ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in yakın takibiyle, sekiz ay sonra Hattat Mektebi ismini alarak yeniden açıldı. Esasen bütün muallimler maaş beklemeden vazifelerine sabırla devam ederek öğretimi aksatmamışlardı. Bu müessese Hattat Mektebi olarak 1929'a kadar sürdürüldü. Bu defa harf inkılâbı dolayısıyla tekrar kapatıldı.
Yine Halil Edhem Bey'in gayretiyle dört ay sonra Şark Tezyini Sanatlar adıyla 1936'ya kadar hizmetini sürdürdü. Ancak hat muallimleri kendilerini Mektebin kapısı önünde buldular. Kâmil Efendi müdürlüğe, Tuğrakeş Hakkı Bey ise müzehhibliğe kaydırılarak vazifelerini sürdürdüler. Hulusi Efendi gibi müstesna bir sanatkâra, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey, geçimini kısmen karşılamak için "türbeler baş bekçiliği" vazifesini buldu.
Medresetü'l-Hattâtin binası, Hassa Başmimârı Tâhir Ağa eliyle 1770'lerde inşa edilmiş bir sübyan mektebidir. Bânisi Tersane Emini Yusuf Efendi'dir. Burasının Medrese'ye tahsisinden önce meşhur Hoca Tahsin Efendi (1813?-1881) tarafından Darü'l - İlm olarak kullanılmıştır.
1924'de kapanan Medresetü'l-Hattâtin, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey'in gayretiyle ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in yakın takibiyle, sekiz ay sonra Hattat Mektebi ismini alarak yeniden açıldı. Esasen bütün muallimler maaş beklemeden vazifelerine sabırla devam ederek öğretimi aksatmamışlardı. Bu müessese Hattat Mektebi olarak 1929'a kadar sürdürüldü. Bu defa harf inkılâbı dolayısıyla tekrar kapatıldı.
Yine Halil Edhem Bey'in gayretiyle dört ay sonra Şark Tezyini Sanatlar adıyla 1936'ya kadar hizmetini sürdürdü. Ancak hat muallimleri kendilerini Mektebin kapısı önünde buldular. Kâmil Efendi müdürlüğe, Tuğrakeş Hakkı Bey ise müzehhibliğe kaydırılarak vazifelerini sürdürdüler. Hulusi Efendi gibi müstesna bir sanatkâra, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey, geçimini kısmen karşılamak için "türbeler baş bekçiliği" vazifesini buldu.
Medresetü'l-Hattâtin, 1924 yılında Hattat Mektebi'ne dönüştürülürken Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde burasının Sanayi-i Nefise, yani Güzel Sanatlar Mektebi'ne bağlanmasına sıcak bakanlar olmuş. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey bu bölümün Sanayi-i Nefise Mektebi'nde barındırılmayacağını tahmin ettiği için buna şiddetle muhalefet etmiş. Fakat aradan 11 yıl geçtikten sonra Akademi'ye bağlanma kararı gerçekleştirilmiş.
Güzel Sanatlar Akademisinin müdürü Burhan Toprak başta olmak üzere Akademi'nin Avrupa görmüş yeni nesil hocalarının bir kısmı, bu zümreyi sanatkâr saymayıp "sakallılar", takunyalılar", Kur'an-ı Kerim'le alay maksadıyla "inni minni gurubu" gibi isimlerle anmışlar; üstatların yanına yeni kadrolar açmayarak sonunda kapanmasına zemin hazırlamışlardır. Bölümün kapısına, hem hocasızlıktan hem talebesizlikten kilit vurulması 1968 yılındadır.
1940'li yıllarda ise bu bolüme sahip çıkan Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'di. Başta hat sanatı olmak üzere bütün klasik sanatlar, Güzel Sanatlar Akademisinden ziyade, dışarıda ferdi gayret ve fedakârlıklarla yaşatıldı.
Hüsn-i hattın öğretimi yüzyıllar boyunca üstattan talebesine kişiye özel meşk yoluyla yürütülmüştür. Ancak XIX. yüzyılın malî imkânsızlıkları içinde bu gelenek artık eskisi gibi sürdürülemeyince çağın şartlarına uyabilen bir eğitim ve öğretim kuruluşuna ihtiyaç duyulmuştu. Bu arada tezhip, cilt ve ebru gibi hüsn-i hatla yakın ilgisi bulunan kitap sanatları da ekseriya babadan oğula geçerek yürütülen birer esnaf zanaatı haline dönüşmüştü.
Şimdiki üniversitelerin 1980'den sonra açılmış bu bölümlerinden daha fazla, bu işe gönüllü olanlar, hocalarını dışarıda buluyorlar ve bildiğim kadarıyla hüsn-i hattın öğretilip öğrenilmesinde halâ bir maddi karşılık işlemiyor.
Uğur Derman, hat sanatının günümüzdeki durumu hakkında şunları söylüyor: "Bu sanatlar cep değil, gönül sanatıdır. Öyle düşünülürse manevi kapılar açılır. Lakin yeni nesillerin zihninde: "Acaba öğrendiklerimi ne zaman paraya tahvil edebilirim?" çabası öncelikle yer alıyorsa, şair Adanalı Ziyâ Bey gibi, bizim de "Bir hâsıl yok zemîne düşdüm/Elden ne gelir? Zamân utansın!" demekten başka çaremiz kalmıyor.
(Derlenmiştir.)