Psikoterapist Gökhan Ergür soruyor: Bizi Psikologların elinden kim kurtaracak?
Son yıllarda ülkemizde ve dünyada özellikle diziler, sosyal medya gibi etkenlerle psikologlar oldukça öne çıkan figürler haline geldi. Bu durumu alanının uzmanlarından psikoterapist Gökhan Ergür ile konuştuk. Bir psikolog olarak ve kendisini en başa koyarak Gökhan Ergür soruyor: Bizi psikologların elinden kim kurtaracak?
Soru: Terapi süreçleri terapist ve danışan açısından nasıl görülüyor?
Gökhan Ergür:
Buna ek olarak "dini vecibelerini eksiksiz bir biçimde yerine getiren kişilerin terapiye ihtiyacı olmaz, eğer ihtiyaç duyuyorsa imanında bir eksiklik vardır" anlayışı da uzunca bir süre insanları terapiden uzak tuttu. Çünkü insanlar terapiye giderlerse kendilerinin eksik ve kusurlu bir mümin olarak görüleceğinden endişeleniyorlardı. Bunun yanında özellikle erkekler tüm dünyada terapi hizmetinden kadınlara göre daha az faydalanmakta. Yapılan araştırmalara göre bunun nedeni erkeklerin kadınlara göre duygularını daha az ifade etmek istemeleri ve terapi hizmetini olumsuz bir olgu olarak değerlendirmeleridir.
Gökhan Ergür:
Soru: İnsanların psikoloji bilimine ve psikoterapi seanslarına bakış açısı değişti mi?
Gökhan Ergür:
Ama nihayetinde psikoloji bilimine ve psikoterapi seanslarına bakış açısının değiştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsanlar artık terapiye gitmenin bir eksiklik ya da zayıflık olmadığının farkına vardılar. Sadece büyük patolojilerde değil, günlük yaşam deneyimlerinde karşılaştığımız zorluklar sebebiyle de, terapi desteği alınabileceği fikri zihinlere yerleşti. Bizim jenerasyonun modern tıbba başvurma sıklığı eskiye göre oldukça iyi. Ben son dönemlerine yetişsem de büyüklerimiz karşılaştıkları zorluklara önce kendi çevrelerinden çözüm bulmaya çalışırlardı. Bir çocuk düşüp kolunu incittiği zaman önce mahallede, köyde kırık, çıkık işlerinden anlayan kişiye gidilirdi. Doğum yaptıran ebeler, bahçe, boya, tamirat, inşaat işlerinden anlayan mahalleliler, köylüler / uyuyamayan, çok ağlayan çocukları okuyan hocalar, nineler ve daha nicesi.
Gökhan Ergür:
Bu yaklaşımlar iyidir ya da kötüdür demek elbette çetrefilli bir konu ama şu bir gerçek ki ilk insandan bu yana topluluklar bir şekilde ruhsal ve fiziksel hastalıkları iyileştirdi, önleyici tedbirler aldı, hayata adapte olabilmek ve hayat karşısında güçlü durabilmek için sayısız iyi ve işe yarar yöntemler geliştirdi; bu işe yarar yöntemlerden de yola çıkarak bilim ve teknolojide büyük gelişmeler yaşandı. Hâlâ dünyanın birçok bölgesinde insanlar problemlerini kendi toplulukları ve imkânları içerisinde çözmeye çalışıyorlar. Bu durum sadece profesyonel hizmetlere ulaşımda yaşanan zorluklardan kaynaklanmıyor elbette, insanlar kendi bildikleri, inandıkları bir çözümün, iyileşmenin peşinden gidiyorlar. Bu durumu bilime karşı bir duruş olarak değil alışkanlıklar ve iyileşmeye duyulan inanç perspektifinden değerlendirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum.
HERKESİ FAZLA DÜŞÜNMENİN VERDİĞİ ZARAR: AŞIRI EMPATİ SENDROMU
Gökhan Ergür:
Şu bir gerçek, Tanrı inancı olsun ya da olmasın eski uygarlıklardan bu yana tüm kültürlerde insanlar bir şifacıya ihtiyaç duymuşlardır; kendilerini dinleyecek, anlayacak, yol gösterecek, ilahi olanla bağ kurmasına yardımcı olacak ve iyileştirecek birilerini aramışlardır. Bu iyileşme bazen bir karışımla, bazen dokunuşla, bazen sözle, bazen bakışla olur. Kişi, kendisine iyileşme sunan bu şifacının özel güçlere ve manevi bir ayrıcalığa sahip olduğuna inanmak ister. Çünkü kendisinin dünya karşısındaki güçsüzlüğünü, zayıflığını hisseder ve kendisinden daha güçlü, manevi olarak daha bilgili birinin yol göstermesini, sahip çıkmasını, yardımcı olmasını bekler.