10 soruda Osmanlı’da matbaa ve İbrahim Müteferrika
Yaşadığımız coğrafyaya matbaanın gelmesini sağlayan İbrahim Müteferrika kaleme aldığı bir risalede, tarih boyunca bazı istilalar yüzünden yazma eserlerin yok olduğuna dikkat çekiyordu. Doğru düzgün yazı yazacak hattatlar kalmadığından, yazmaların birçoğunun yanlışlarla dolu olduğuna vurgu yapmış, üç asır önce tarihimizin ilk matbaasını kurmuştu. İlk olarak Vankulu Lügatı adlı eserin baskısını yapan Müteferrika, bu eserin dışında o dönem matbaada hangi eserleri basmıştı? Müteferrika'nın bastığı bu kitapları kimler aldı? Matbaa Osmanlı topraklarına neden geç geldi? Osmanlı'da matbaaya ve İbrahim Müteferrika'ya dair bilinmeyenleri sizler için derledik.
İbrahim Müteferrika bastığı kitapların büyük bir kısmına ilaveler ve açıklamalar yaptı, bir kısmını da notlar ve haritalar ekleyerek zenginleştirdi. Bilhassa Kâtip Çelebi'nin Cihânnümâ'sına yaptığı ilaveler onun Rönesans sonrası Avrupa'daki gelişmeleri nasıl takip ettiğini açıkça gösterir. Batı'da gelişen yeni astronomi ve kainat sistemleri hakkındaki bilgileri, yayınladığı Cihânnümâ'ya ilave etmişti. Bu yüzden Müteferrika'nın yayınladığı Cihânnümâ bir asır boyunca, Türkçede bu konudaki en önemli metin oldu.
Müteferrika bastığı kitaplarda doğru metni yayınlamak için çok uğraşırdı. Nitekim Tarih-i Hind-i Garbi'yi inceleyen Thomas Goodrich, bu eserin mevcut yazma metinlerinin hiçbirisinin tam ve doğru olmadığını, tama ve doğruya en yakın olanın 1730'da Müteferrika'nın yayınladığı olduğunu ve onun bu sonuca birden fazla metin kullanarak vardığını söyler.
İbrahim Müteferrika'nın bastığı kitaplar, tarih, coğrafya, dil gibi konularla, askerlik sahasındadır. Araştırmacılar onun bastığı eserlerin seçiminde oldukça isabetli davrandığı görüşündedir.
Matbaa çalışmaları başında serlevha kullanmayan Müteferrika, 1731'de yayınladığı kendi eseri Usulü'l Hikem fi Nizâmü'l Ümem'den itibaren artık matbu serlevha kullanmaya başladı. Bu durum o dönemde çok güçlü olan el yazma geleneğine uymak zorunda kaldığının bir işareti olarak görülür.
Müteferrika'nın bugüne kadar muhafaza edilen ilk baskılarında serlevhasız satılmaya sunulduğu için satın alındıktan sonra hemen müzehhibe serlevha sipariş edildiğini veya son baskılarındaki matbu serlevhaların sonradan renklendirildiği belirtilir.
Kitap alanlar arasında Müteferrika matbaasında tashihler yapan eski Galata kadısı Esad Efendi'nin terekesinde "basma bir Vankulu" vardı. Matbaada çalışmış olmasına rağmen bu dönemde basılan diğer kitapların terekesinde yer almaması da ilginç bir durumdur.
Sadrazam Hacı Ahmed Paşa'nın muhallefat defterinde Naima ile Çelebizade tarihleri ve Vankulu Lugati,Şeyhülislam Hayatizâde Mehmet Emin Efendi'nin terekesinde Raşid Tarihi, Cihannüma ve Naima Tarihiyer almaktaydı.
Matbu kitap alan kişiler arasında genelde kethüda, mektupçu, Çavuşbaşı, başhalife, emin gibi Osmanlı saray ve merkez bürokrasisinde çalışanlar ve imam, hatip, müderris, şeyhülislam, müftü, kadı gibi ulema mensupları vardı.
Özellikle ulemanın kitap alması matbaaya karşı olmadıklarını açıkça ortaya koyuyor. İncelenen terekelerde el yazmalarının sayısının basma eserlere nispeten daha fazla olduğu görülüyor. Fakat bu durum matbaanın başlangıcında çok normal bir durumdur.
Müteferrika'nın 1747'de ölümünden sonra matbaanın işletme izni Rumeli kadılarından İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmet Efendi'ye müştereken verildi. Bu ikili matbaada sadece bir kitap basabildiler.
Talebin olmaması ve halkın ilgisizliği sebebiyle işi bıraktılar. 1757'de basılan kitap da İbrahim Müteferrika tarafından basılan Vankulu Lugati'nin ikinci baskısıydı. Matbaa uzun bir sessizlik dönemi geçirdikten sonra tekrar 1784'te açılabildi.
İbrahim Müteferrika'nın Latince'den tercüme ettiği Târîh-i Seyyâh'ın ilk sayfası.
Matbaanın Osmanlı topraklarına geç gelişi, bitip tükenmek bilmeyen bir tartışma konusudur. Ancak Osmanlı tarihinde üzerinde düşünülmeden tartışılan konuların en başta geleni de yine bu meseledir. Kimi günah diye matbaanın gelişine engel olundu derken, kimi de hattatların boykotundan gelmedi der; ancak gerçek öyle değildir.
Matbaanın geç gelmesi meselesi tartışılırken İstanbul'da bulunan 90 bin hattatın buna engel olduğu anlatılır. Bu bilgi üzerinde araştırma bile yapılmadan bir an düşünülse böyle bir şeyin mümkün olamayacağı rahatlıkla anlaşılır. Bırakın 90 bin hattatı, o dönemde tüm İstanbul'da bu kadar esnaf yoktu.
Matbaanın geç gelmesiyle ilgili bir diğer yorum da Osmanlıların matbaayı günah diye geç kabul ettiğidir. Hâlbuki böyle bir sebeple matbaanın geç geldiğine dair elde hiçbir delil yoktur. Bu tamamen ideolojik bir yorumdur.
Matbaanın kurulmasından İbrahim Müteferrika'nın ölümüne kadar geçen yaklaşık 20 yıllık dönemde Müteferrika'nın gayretiyle 17 kitap basılabildi. Müteferrika'nın ölümünden sonra ise yalnızca bir kitap basıldı ve ondan sonra matbaa 27 yıl faaliyetine ara verdi. Bu durum, matbaanın kurulmasının yanı sıra faaliyetlerinin de tamamen İbrahim Müteferrika'nın gayretleriyle yürüdüğünü, ancak buna karşılık toplumda kitap basımına fazla bir rağbetin olmadığını açıkça gösterir.
Ülkemize matbaanın gelişi ele alınırken toplumsal talebin ve altyapının ne ölçüde olduğunun iyice incelenmesi ve bunun gecikmeye ne kadar tesir ettiğinin belirlenmesi, bu konuyu daha iyi açıklar. Yoksa matbaanın açılmasına, üzerinde düşünülmeden hiçbir zaman olmamış 90 bin hattatın veya din anlayışının engel olduğunun iddia edilmesi bu konuyu izah etmediği gibi, boş tartışmalara sebep olur. Matbaa Osmanlı topraklarına okuma kültürü yerleşmediği için geç geldi.
Erhan Afyoncu'nun Sorularla Osmanlı İmparatorluğu adlı kitabından derlenmiştir. Kitabı incelemek veya satın almak için tıklayın.