Abdülhamid’in ölümü hakkında bilinmeyenler
Abdülhamid, dünyanın en çalkantılı döneminde tahta çıkmış, tüm zorluklara göğüs germiş, bir halife olarak yere abdestsiz basmayacak kadar dindar bir yaşam sürmüştü. Eşi Müşfika Kadınefendi'nin kollarında ölmüş, onun bu dünyadan ayrılışına dair detayları kızı Ayşe Sultan kaleme almıştı. Kendisinden helallik isteyenlere "Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok" cevabını vermişti. Peki, Abdülhamid nasıl öldü? Abdülhamid kaç yaşında öldü? İşte Abdülhamid'in ölümü hakkında bilinmeyenler...
Bundan tam 102 yıl önce, 1918 yılı 10 Şubat'ında hayata gözlerini yummuştu Sultan Abdülhamid. Çok kıymet verdiği biricik eşi Müşfika Kadınefendi'nin koluna yaslanmış; çevresindekiler baygınlık geçirdiğini sanmışlardı.
Sultan Abdülhamid'in yaşamı ile ilgili, özel hayatı, Selanik ve Beylerbeyi Sarayı'ndaki dışarıya kapalı yılları hakkında çok kıymetli bilgileri, kızı Ayşe Sultan'dan öğrendik.
1956 yılında, hatıratını tefrika ile yayımlamaya başlayan Ayşe Sultan, Abdülhamid'in ölümü ile ilgili de tarihe şerh düşmüş; "Ulu hakan"ın ölümünü şu satırlarla dile getirmişti*:
"Ben o sırada İsviçre'de bulunuyordum, ikinci oğlum Osman'ı dünyaya getirmiştim. Bu müjdeyi babama telgrafla bildirmiş, Rasim Bey imzasıyla babamın memnuniyetini bildiren bir cevap almıştım. Bu telgraf bende mahfuzdur. İsviçre gazeteleri İkinci Abdülhamid'in bir torunu doğduğunu yazmışlar, her taraftan tebrikler almıştım.
Bu sırada babam artık eskisi gibi değilmiş. Sıhhati bozulmuş. Gençler gibi hareketli bir vücuda malik olan babam şimdi yorgunluktan şikâyet ediyormuş. Ekseriya hazım cihazından şikâyet edermiş. Doktor Atıf Bey'in ilaçlarına itimat gösteriyor, şikâyetlerini ona dindirtiyormuş.
Ölümünden üç gün önce yorgunluktan bahsettiği hâlde mutadı veçhile giyinmiş, istirahat etmeyerek dolaşmış. 9 Şubat 1918 Cumartesi günü akşamı âdeti üzere kadınları ile birlikte sofraya oturmuş, iştahsızlıktan bahsederek bir tane köfte, bir iki kaşık kabak, bir tane de pirinç unu tatlısı yemiş.
Yemekten kalkınca anneme göğsünü göstererek, "Sol tarafımdan sağa doğru bir sancı hissediyorum" demiş. Annem derhal doktoru getirtmek istemişse de aksi gibi doktor o sabah babamdan izin alıp evine gitmiş bulunduğundan çağırmak kabil olmamış. Rasim Bey bir başka doktor getirtmeyi düşünmüş.
O civarda oturan ve babamın küçük kardeşi Mehmed Vahdeddin Efendi'nin doktoru olan Alekyadis Efendi'ye haber göndermiş. Alekyadis Efendi, babamı muayene ettikten sonra Rasim Bey'e hastalığın ehemmiyetli bir zatürre başlangıcı olduğunu söyleyerek, "Hakanın hastalığı kendisi kadar büyüktür" tabirini de kullanmış.
Bunun üzerine Rasim Bey derhal Sultan Reşad'a ve Enver Paşa'ya vaziyeti bildirmiş. Bu sırada bulunan Atıf Bey de babamı muayene edip aynı kanaate vardığından hemen meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey'i getirtip ona da muayene ettirmiş.
Babamın durumu gayet ciddi olduğundan ve şimdiki tesirli ilaçlar o zaman henüz malum bulunmadığından sarayda sabaha kadar kimse uyumamış.