Abdülhamid’in ölümü hakkında bilinmeyenler
Abdülhamid, dünyanın en çalkantılı döneminde tahta çıkmış, tüm zorluklara göğüs germiş, bir halife olarak yere abdestsiz basmayacak kadar dindar bir yaşam sürmüştü. Eşi Müşfika Kadınefendi'nin kollarında ölmüş, onun bu dünyadan ayrılışına dair detayları kızı Ayşe Sultan kaleme almıştı. Kendisinden helallik isteyenlere "Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok" cevabını vermişti. Peki, Abdülhamid nasıl öldü? Abdülhamid kaç yaşında öldü? İşte Abdülhamid'in ölümü hakkında bilinmeyenler...
Bu sırada babam artık eskisi gibi değilmiş. Sıhhati bozulmuş. Gençler gibi hareketli bir vücuda malik olan babam şimdi yorgunluktan şikâyet ediyormuş. Ekseriya hazım cihazından şikâyet edermiş. Doktor Atıf Bey'in ilaçlarına itimat gösteriyor, şikâyetlerini ona dindirtiyormuş.
Ölümünden üç gün önce yorgunluktan bahsettiği hâlde mutadı veçhile giyinmiş, istirahat etmeyerek dolaşmış. 9 Şubat 1918 Cumartesi günü akşamı âdeti üzere kadınları ile birlikte sofraya oturmuş, iştahsızlıktan bahsederek bir tane köfte, bir iki kaşık kabak, bir tane de pirinç unu tatlısı yemiş.
Yemekten kalkınca anneme göğsünü göstererek, "Sol tarafımdan sağa doğru bir sancı hissediyorum" demiş. Annem derhal doktoru getirtmek istemişse de aksi gibi doktor o sabah babamdan izin alıp evine gitmiş bulunduğundan çağırmak kabil olmamış. Rasim Bey bir başka doktor getirtmeyi düşünmüş.
O civarda oturan ve babamın küçük kardeşi Mehmed Vahdeddin Efendi'nin doktoru olan Alekyadis Efendi'ye haber göndermiş. Alekyadis Efendi, babamı muayene ettikten sonra Rasim Bey'e hastalığın ehemmiyetli bir zatürre başlangıcı olduğunu söyleyerek, "Hakanın hastalığı kendisi kadar büyüktür" tabirini de kullanmış.
Bunun üzerine Rasim Bey derhal Sultan Reşad'a ve Enver Paşa'ya vaziyeti bildirmiş. Bu sırada bulunan Atıf Bey de babamı muayene edip aynı kanaate vardığından hemen meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey'i getirtip ona da muayene ettirmiş.
Babamın durumu gayet ciddi olduğundan ve şimdiki tesirli ilaçlar o zaman henüz malum bulunmadığından sarayda sabaha kadar kimse uyumamış.
Doktor Atıf Bey babamın yanına girip çıktıkça Abid Efendi de onu takip ediyormuş. Şafak sökerken babam, "Oh! Ne çabuk sabah oldu" demiş ve kendisinin her sabahki mutad banyosunun hazırlanmasını söylemiş. Hastalığı dolayısıyla bundan vazgeçirmeye çalışmışlarsa da ısrar etmiş ve "Beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem" demiş.
Bunun üzerine zavallı Gülşen ağlayarak banyoyu hazırlamış. Doktorun rızası hilâfına banyoya kadar annemin koluna dayanarak gitmiş. Fakat banyodan sonra fevkalâde terlemeye başlamış.
Annemle Saliha Naciye Hanım, birbirlerinin yüzüne bakarak hayra alâmet olmayan bu hâlden dolayı gözlerine gelen yaşları saklamaya çalışmışlar. Babam oturduğu yerde, kolunun altına yastık koydurarak iki rekât sabah namazını kılmış.
Sonra sütünü istemiş ve âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içerek, "Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim" demiş. Yine annemin koluna dayanarak yatak odasına girmiş.