Mahya sanatı nasıl doğdu?
Geçmişten günümüze, Ramazan ayının gelişi daima şehirdeki birtakım değişikliklerle kendini göstermeye başlar. Tezgahları dolduran hurma ve iftariyelikler, fırınların önündeki pide kuyrukları ve pastane vitrinlerindeki güllaç tepsileri… Ramazan'a kavuştuğumuzu bize en çok hissettiren unsurlardan biri de minareleri ve gökyüzünü süsleyen mahya ışıklarıdır. Fikriyat olarak, Osmanlı'da bir hat levhası ile başlayan mahya ışıklarının asırlık yolculuğunu sizlerle buluşturuyoruz.
O dönem İstanbul'da sayıları oldukça artan selâtin camilerin, her birine aynı anda mahya kurulması için, elbette bu sanatın artık olgun bir hale gelmiş olması ve ustalarının da yetişmiş olması gerekiyor.
Zira devrin teknik şartları göz önünde bulundurulduğunda, mahya kurma işinin ne denli zor olduğu ve beceri gerektirdiği aşikâr.
Bu zorlu sanatın bir olgunlaşma, eskilerin tabiriyle "tekâmül" sürecinin olması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, mahya tarihinin daha eskilere dayandığı sonucu ortaya çıkıyor.
Tüm selâtin camilere mahya kurulması için ferman çıkarıldığında, Eyüp Camii'nin minareleri henüz mahya kurulacak kadar yüksek değildi. Mahya kurulması için camiye iki şerefeli yüksek minareler inşa edildi.
Üsküdar'daki Mihrimah Camii de, tek minareli olduğu için buraya mahya kurulamıyordu. Üsküdar halkının semtlerinde mahya olmamasından şikâyet etmeleri üzerine, Mihrimah Camii'ne sonradan bir minare daha eklendi.
Mahya kelimesinin etimolojik kökenine dair net bir bilgi olmasa da, Ahmed Rasim ve Şemseddin Sami'nin bu konuda görüşleri bulunuyor.
Ahmed Rasim "mahya" sözcüğünün Farsça "mahiye" kelimesinden türediğini söylüyor. Mahiye ise, Farsçada "aya özgü", "ay gibi" anlamlarına geliyor.
Yine "mâh" kelimesinin Farsçada ay anlamına geldiği ve Osmanlı edebiyatında aydınlığı, güzelliği, yüz aydınlığı ve güzelliğini temsil eden bir mazmun olarak çokça kullanıldığı, hatta birçok Osmanlı sultanının isimlerinde de yer aldığı göz önünde bulundurulursa, Ahmed Rasim'in bu konudaki tespitlerinin yerinde olduğunu söylemek mümkün.
Şemseddin Sami ise, Kamus-ı Türkî adıyla bilinen sözlüğünde, kelimenin "mâh" ismine Arapça "yâ" nispet ekinin getirilmesiyle oluşturulmuş galat bir tabir olduğunu söylüyor.