Felsefe nedir? Felsefeye merak duyanlar için okuma listesi...
En kısa tanımı ile felsefe, bir düşünsel etkinlik, doğru ve tutarlı akıl yürütmedir. Düşünce bilimi olarak tanımlanan felsefenin temeli, soru sormak ile başlar. Temelinde sonu gelmeyen merak olan düşünce edimi olarak felsefe, her olgu ve kavramı kendine konu edinebilir. Peki felsefe nedir? İşte felsefe alanına merak duyanlar için okuma listesi...
Asrımızda tesirlerini bütün felsefe alemine hatta alemine hatta bütün düşünce dünyasına yayarak genişleten varoluş felsefesinin doğuşu geçen asrın başlarındadır. Hatta onun hazırlıklarını Pascal'da bulmak kabil oluyor. II. Cihan Harbi'nden sonra pek acayip anlayışlara yol açan bu felsefenin esası şudur: Eski Yunan'dan beri felsefe, hakikat olarak eşyanın özünü araştırıyordu.
Öz, duyularla tanınmayan, bir olan, hiçbir zaman değişmediği halde, değişen ve duyularla tanınan bütün varlıkların esası olan ve onları var kılan şeydir. Filozoflar, gaye olan bu meçhulü araştırmakla işe başlıyorlardı. Bu yoldan giderek gözlemle tahlilin götürebildiği yere kadar ilerlemeyi düşündüler.
Böylelikle hakikati tanımaya çalışmak varoluş felsefesinin temelini teşkil ediyor. Varoluşçular, hakikat şudur veya budur demiyorlar. Bunlarda hakikatin sezgisi yoluyla bir anda yakalanacak öz de mevcut değildir. Gerçek varoluşu yakalayarak onda adım adım derinleşmemize yarayan tanıyış bu felsefenin metodudur.
Bu ülke, Cemil Meriç'in "aynı kaynaktan fışkırdılar" dediği eserler dizisinin önemli bir halkasıdır. "Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak" isteği Cemil Meriç'in düşünme ve yazma çabasına her zaman yön verdi. Elinizdeki kitap bu isteğin belki de en fazla berraklaştığı eseridir.
"Bu sayfalarda, hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim: etimin eti, kemiğimin kemiği." Bu Ülke, bu özgün fikir adamının sürekli etrafında, içinde dolandığı Doğu-Batı sorunu yanında, özellikle sol-sağ kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli tespitlerini ve aforizmalarını içeriyor.
Gautier, Velázquez'in Las Meninas'ını ilk kez gördüğünde, kendisini "Tablo nerede?" diye haykırmaktan alıkoyamadı. İlk bakışta, tablo basit bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızı Margarita (infanta), nedimeleri (las meninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır.
En dip tarafta, saray nazırının silueti görülmektedir, ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca, tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilir. Dip duvarın üzerinde bir ayna vardır ve aynadan İspanya Kralı IV. Felipe ile Kraliçe Avusturyalı Maria-Anna'nın görüntüleri yansımaktadır. Ressamın bizzat kendisi, üzerinde çalıştığı tuvalde bize ters dönmüş olarak görünmektedir. O halde resmi yapılan kimdir, kimlerdir? Tablonun adının belirttiği gibi nedimeler mi, küçük prenses mi, yoksa kral ve kraliçe mi? Tablonun mekânı nerededir? Ressamın çalıştığı atölyede mi, yoksa kral ile kraliçenin bulunduğu yerde mi? Acaba iki tablo mu vardır? Biri gördüğümüz, diğeri de görmediğimiz, yapıldığını anladığımız... Asıl tablo hangisidir? Öte yandan, kral ile kraliçenin durdukları yer, aynı zamanda bizim de, seyircinin de durduğu yerdir. Nedimeler (Las Meninas), bakanın bakılan olduğu ve tablonun kişilerinin arasına katıldığı tek resimdir; ayna, kral ile kraliçenin görüntüleriyle birlikte, bizimkini de yansıtmak durumundadır.
Rennaissance ruhu içinde prenslere tavsiyeler şeklinde regimine principum adı verilen birçok kitap yayımlandı; ancak belki de hiçbiri Machiavelli'nin Prens'i kadar sarsıcı etki yaratmadı. Hemen her dönem kitap üzerine yoğun tartışmalar yaşanmış, Machiavelli'nin Prens'te tarif ettiği ahlaki kayıtsızlık, hiç hak etmediği halde kötü bir etiket gibi üzerine yapışarak günümüze kadar geldi. Machiavelli'nin, kimi zaman tiranlığın destekçisi olduğu yönündeki düşüncelerin hedefi olması da düşündürücüdür.
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkiledi.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre'ın ilk romanıdır. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938'de yayımlanan bu romanıyla duyurdu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti.