Teoman Duralı'ya göre dürüst kişi kimdir?
Türkiye'nin yetiştirdiği en saygın ilim insanlarından biri olan merhum Prof. Dr. Teoman Duralı, felsefe denilince ilk akla gelen isimlerden biriydi. 10'a yakın dil bilen Duralı'ya göre dilimiz, en önemli varlığımız. Sizler için, Anadolu ve İslam kültürümüze vurgu yapan, Türkçeye ayrı bir hassasiyet gösteren Prof. Dr. Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan yazılarından, önemli kavramların altını çizdik.
💠
'Nefs' (S Atman), âlemşumûl 'ruh'un (S Brahma), taştan, topraktan, insana dek her çeşit bireye değişen raddede düşen payıdır. Bu çeşit varolanlar, canlı-olmayanların tersine, dışarıdan etkide bulunan etkenlere bağlı bulunmayıp kendiliklerinden, yanî kendi içlerinden etkili olan etkenlerce, biçim değiştirir, hareket edip savunurlar. Canlıda, şu hâlde, işleyişleri, canlılığı yürüten, yönlendirip yöneten 'can'dır. Can ise, nefs demektir. Can, bedenden, yanî maddeden elini eteğini çektimi, o beden işleyiş yetisini yitirir, demekki cansız kalır. Beden, haddizâtında canı, yanî nefsi uyanmış ve onun tarafından yönlendirilip yönetilen bir maddî kalıptır. Canı tarafından terkolunmuş beden, öteki canlı-olmayan maddeler gibi, sâdece dış etkenlerin etkisindedir. Vaktiyle canlı olup artık cansız olan bedenlereyse, insanda, 'ceset'; hayvanda 'leş'; bitkide ağaçsa 'kütük', ot neviindense 'sap' yahut 'kalıntı' denir.
Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan "Beden, ruh ve nefs" yazısını okumak için tıklayın
💠
'İç âlem', dünyada insana mahsûs bir hâldir. Bu sebepten de, fiziğin, yanî bilimin değil, metafiziğin konusudur. Sözünü ettiğimiz âlemiyse, insan, mecâzî bir söyleyişle, 'iç gözü'yle 'tarassut' eder. Bu 'iç göz'e 'basîret' diyoruz. Bilime konu olamamakla birlikte 'basîret', hayatın her safhasında kendini duyurur. Dışımızı 'göz' diye anılan organla, içimiziyse 'basîret' dediğimiz bir yetiyle keşfe çıkarız. Dışımızın tarassutuyla sağladığımız 'bilgi'dir; içimizi seyre dalarak edindiğimiz 'özbilinç'tir. Onunla maddî ve manevî gücümüz ile imkânlarımızın dökümünü ve sınırlarını tanırız. Maddî ve manevî gücü ile imkânlarını esâslı biçimde tanıyan bilinçlenir. Maddî ile manevî gücün ve imkânların dağılımı ile hudutları hususunda bilinçlenmekse, 'kişiliğ'i verir.
💠
Ödev, kişinin yerine getirmek zorunda olduğu işdir. Kişiye 'ben'inin dışından, demekki maddî yahut manevî, nasıl olursa olsun, cebir yoluyla iş gördürülüyorsa, onun zorunda olmaklığı keyfiyeti ortadan kalkar; yapılan iş de, ödev vasfını yitirir. Şu hâlde ödevin kaçınılmaz şartı, hikmetisebebi hürlüktür. Madem insan, 'benimliğ'i itibârıyla özden hürdür, öyleyse o, aynı zamanda ödev varlığıdır.
Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan "Ödev" yazısını okumak için tıklayın
💠
Varlık öğretisinden (ontologie) çıkan varlık vahdetine hakîkat denir. Fizik işlemlerle, öyleki matematik hesaplamalar yoluyla ve nihâyet, genellikle gerek olağan gündelik, gerek bazı ârifâne sezgiler sûretiyle de olsa, hakîkatın bilebildiğimiz kısmına, yanî hem soyutlamalar ile teorik düşünüşe hem de uygulamalarımıza açık kalan kesimine gerçeklik diyoruz. Gerçekliğin fizik bütünlüğüyse, evrendir (kâinât).
💠
Şiir, esrarengiz mistik bir hâldir; tarifi, açıklanması imkânsız duyuş. Bu hâl, onu paylaşanları —duygudaşlık— belli bir —şiirsi–mistik— yaşantı ortaklığına sevk eder. Mekânca, toplum –kültür ile kişi özellikleri bakımından birbirlerinden uzak bireyler şiirsi yaşantı zeminde pekâlâ buluşabiliyorlar. Bunun örneğiyle kendi hayatımda karşılaşmışım: Yirmi, yirmi beş yıl önce, nisan başlarında olmalı, Ankara'dan İstanbul'a dönerken tren, Arifiye adlı bir küçük ara istasyonda yavaşladı. Sabahın saat altısı; yağmur yeşermeğe yüz tutmuş tabiatın üstüne hafif bir hüzünle sessizce yağıyordu. Pencereden öylesine yağmur altında karşı tarafta duran bir trenin yük vagonlarını seyre dalmıştım ki, bulunduğum yerden, kim bilir, on beş, bilemediniz yirmi bin km uzaktaki Şilili şair Pablo Neruda'nın (1904 – 1973) mısraları kafamda canlanı verdi...