Teoman Duralı'ya göre dürüst kişi kimdir?
Türkiye'nin yetiştirdiği en saygın ilim insanlarından biri olan merhum Prof. Dr. Teoman Duralı, felsefe denilince ilk akla gelen isimlerden biriydi. 10'a yakın dil bilen Duralı'ya göre dilimiz, en önemli varlığımız. Sizler için, Anadolu ve İslam kültürümüze vurgu yapan, Türkçeye ayrı bir hassasiyet gösteren Prof. Dr. Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan yazılarından, önemli kavramların altını çizdik.
💠
Ödev, kişinin yerine getirmek zorunda olduğu işdir. Kişiye 'ben'inin dışından, demekki maddî yahut manevî, nasıl olursa olsun, cebir yoluyla iş gördürülüyorsa, onun zorunda olmaklığı keyfiyeti ortadan kalkar; yapılan iş de, ödev vasfını yitirir. Şu hâlde ödevin kaçınılmaz şartı, hikmetisebebi hürlüktür. Madem insan, 'benimliğ'i itibârıyla özden hürdür, öyleyse o, aynı zamanda ödev varlığıdır.
Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan "Ödev" yazısını okumak için tıklayın
💠
Varlık öğretisinden (ontologie) çıkan varlık vahdetine hakîkat denir. Fizik işlemlerle, öyleki matematik hesaplamalar yoluyla ve nihâyet, genellikle gerek olağan gündelik, gerek bazı ârifâne sezgiler sûretiyle de olsa, hakîkatın bilebildiğimiz kısmına, yanî hem soyutlamalar ile teorik düşünüşe hem de uygulamalarımıza açık kalan kesimine gerçeklik diyoruz. Gerçekliğin fizik bütünlüğüyse, evrendir (kâinât).
💠
Şiir, esrarengiz mistik bir hâldir; tarifi, açıklanması imkânsız duyuş. Bu hâl, onu paylaşanları —duygudaşlık— belli bir —şiirsi–mistik— yaşantı ortaklığına sevk eder. Mekânca, toplum –kültür ile kişi özellikleri bakımından birbirlerinden uzak bireyler şiirsi yaşantı zeminde pekâlâ buluşabiliyorlar. Bunun örneğiyle kendi hayatımda karşılaşmışım: Yirmi, yirmi beş yıl önce, nisan başlarında olmalı, Ankara'dan İstanbul'a dönerken tren, Arifiye adlı bir küçük ara istasyonda yavaşladı. Sabahın saat altısı; yağmur yeşermeğe yüz tutmuş tabiatın üstüne hafif bir hüzünle sessizce yağıyordu. Pencereden öylesine yağmur altında karşı tarafta duran bir trenin yük vagonlarını seyre dalmıştım ki, bulunduğum yerden, kim bilir, on beş, bilemediniz yirmi bin km uzaktaki Şilili şair Pablo Neruda'nın (1904 – 1973) mısraları kafamda canlanı verdi...
💠
Üç ana düşünme seviyesinden söz edilebilinir: Düzayak düşünme, teemmül, tefekkür. Gündelik yaşamanın akışında hep kullanılan malûmat (Fr&İng information), düzayak düşünme süreçlerinin semeresidir. Bilimin gerek denel ile teorik düzlemlerinde gerekse felsefenin bilgi-bilim teorileri ile benzeri işlemlerde de, teemmül iş başındadır. Teemmül, gerek bir olayın sebeplerini daha ziyâde çözümlemek ve daha doğru anlamak gerekse bir hareket tarzının sonuçlarını, özellikle de yarar ile sakıncalarını irdelemek maksadıyla, oluş/turul/muş yargının, eleştirilmek üzre, askıya alınmasıdır. Yine teemmül, aklın benzer kabul ettiği duyuları, dolayısıyla da olayları belirli bir 'kavram şemsiyesi' altında 'düşünmek'tir. O belirli kavram altında düşünülen duyulardan, böylelikle de olaylardan biriyle karşılaşıldığında olaya denk düşen kavramı akılda uyandırmaktır.
Teemmül, sonuçta, kavramlı, birleştirimli ve gidimli düşünmenin üstün raddesidir. Teemmüllü düşünme seviyesi idrâktır. Bu, insanın nevişahsına münhasır düşünme tarz olup onun dışında, teemmüllü düşünmeyle karşılaşılmaz.
💠
Davranışlarım ile eylemlerim, gösterişe mi, yani sahte yahut kötü niyete mi dayanır yoksa sahîh niyetin ifâdesi midirler, sorusunun cevabını bilen iki merci vardır: Biri Allah, öbürüsü de ben. Şu durumda 'niyet', Allah ile ben arasındaki bağın mahremliğinde saklıdır. İki çeşit mahrem vardır: Birincisi, Yunus Emre'nin (1240? - 1320), pek vecîz biçimde ifâde ettiği üzre, "benden içeri 'ben'"de ifâdesini bulan Allah - ben bağlantısının; ikincisiyse, kadın - erkek ilişkisinin mahremliği.
Teoman Duralı'nın Fikriyat'ta yer alan "Ümit; İslâm medeniyeti…" yazısını okumak için tıklayın