Örnek bir vaize olan ve ilahiyat alanındaki yazıları ile tanınan kıymetli yazarımız Fatma Bayram ile Fikriyat Instagram hesabından canlı yayınında buluşuyoruz!
Bu akşam 20.00 itibariyle "Huzurlu bir yaşam" başlığı altında gerçekleştirilecek olan yayının moderatörlüğünü editörümüz Özge Özkul üstleniyor. Yayın, olumsuzlukların, isteklerimizin, sorumluluklarımızın, zamanı iyi yönetebilmenin huzura giden yoldaki etkileri çerçevesinde gerçekleşecek.
Canlı yayında konuşulacak konu başlıklarından bazıları ise şöyle:
📌 Huzur ile kendi özümüzü iyi tanımanın arasındaki bağ
📌 Huzurlu bir yaşam sürdürebilmenin yolu
📌 Geçmişe üzülmenin ve geleceğe dair kaygılanmanın hayatımıza etkileri
📌 Olumsuz olayların düşünce dünyamıza yansımaları
📌 Maddiyata bakış açımızın huzura ne şekilde etki ettiği
📌 Huzurlu bir yaşam için zaman yönetiminin önemi
📌 Peygamber Efendimizin (sav) hayatından örnekler
📌 Her kitap okunmalı mı? Okumalarımızı neye göre belirlemeliyiz?
📌 Ömrümüzü daha hayırlı geçirebilmek için neler yapmalıyız?
Fikriyat Instagram hesabı için tıklayın.
FATMA BAYRAM KİMDİR?
Fatma Bayram, gerçekleştirdiği çalışmalarla, öncülük ettiği hayırlı işlerle örnek bir isim, örnek bir vaize…
İstanbul'un Üsküdar semtinde dünyaya gelen Fatma Bayram, Kadıköy İmam Hatip Lisesi'nden mezun oldu. İlim ve Fazilet Vakfı Fıstıkağacı Kız Kur'an Kursu'nda 4 yıllık kapsamlı bir eğitim aldı.
Ardından hafızlık yaptı, Kıraat-ı Aşere okudu ve bir dönem Kur'an kurslarında dersler verdi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden 1989 yılında mezun olan Fatma Bayram, 1990 yılından itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki vaizelik görevini uzun yıllar başarıyla ifa etti.
Fatma Bayram'ın Bir Vaizenin Günlüğü ve Bir Vaizenin Okumaları adlı iki müstakil eseri, K. Yusuf Ünal ile kaleme aldığı Kur'an-ı Kerim'den Sureler ve Dualar adlı bir kitabı bulunuyor.
Fatma Bayram'ın kitaplarını incelemek ve satın almak için tıklayın.
Vaizliği, "ilim dünyası ile halk arasında kitaplardan oluşan bir köprü kurabilen insan" olarak tanımlayan ve örnek bir vaize olan Fatma Bayram, uzun yıllar resmi olarak yürüttüğü görevini, bugün dergilerde ve dijital mecralarda da başarıyla sürdürüyor.
Kurulduğu günden bu yana Fikriyat.com'da kaleme aldığı yazılarla okurlarımıza hayat ve İslam'a dair incelikler sunuyor.
Fatma Bayram'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı yazılardan kesitler…
DÜNYA İŞİ AHİRET İŞİ
Acaba Efendimiz Medine'de Müslüman olan herkesin hurma bahçelerini, Medine çarşısını, hayvancılığı, askeri hazırlıkları, evlerinin geçimi için yaptıkları her ne varsa onu bırakıp ashabı suffeye katılarak inen ayetleri ezberlemelerini ve kendisinden ilim tahsil etmelerini mi isterdi? Bilginin dini olan ve olmayan diye ayrışmasının tabii bir bölünme olup olmadığını da düşünelim bu arada. Veya yaptığımız işlerin gerçekte dünya ve ahiret işleri diye keskin bir şekilde ayrışıp ayrışmadığını.
Bu soruların cevabı konusunda kafalarımızın karışık olması ve meşgalelerimizin bir kısmının kesin olarak dünyalık olduğunu ve ahrete yönelik bir tarafının olmadığını düşünmemiz Peygamberimizin hayatı, ahlakı ve sözleri konusunda neredeyse hiçbir temelimizin olmamasından kaynaklanıyor. Bize sunulan kategorizasyonların onun öğretisinde nereye oturacağı konusunda çoğumuzun zihninde belli belirsiz de olsa bir fikir yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayın.
İYİLİĞİN KAPSAMI
İyiliğin hangi unsurları içerdiği meselesi oldum olası zihnimi kurcalar. Birine 'iyi' demenin olmazsa olmaz şartları var mıdır, iyilerden sayılmak hangi asgarî şartları taşımalıdır; merak eder, sorgularım. Bu kadar kafa yormamın temel sebebi; hem kendime 'iyi biriyim' diyebilecek vicdan rahatlığına ulaşmanın kararını sübjektif beğenilerime göre değil bizatihi iyiliğin hakikatini bilerek verme arzum hem de insanların birbirlerine iyi ya da kötü derken ne kadar sübjektif olduklarını görmenin verdiği şaşkınlıktır. İnsanın yekdiğerine 'çok iyi biri' derken sadece kendine iyi davranılmasını hakikat ölçüsü olarak alması sizce de hayret verici değil mi? Küçük bir çocukken dahi bana oldukça iyi davranan bir yakınımın başkasına yaptığı haksızlığı görmek içimi burkar, onun sevgi ve ilgisini benim için utanılacak bir yük haline getirirdi. İnsan içine çıktığımızda öyle bir muhabbet yokmuş gibi davranmaya çalışırdım. Sonra büyüdüm ve koca koca yetişkinlerin birtakım zalim, çıkarcı, azgın ve hadsiz insanları -toplamda nasıl olduklarına bakmadan- sırf şahsî ilişkileri hasebiyle 'iyi insan' addettiklerini görerek yine şaşkınlığa düştüm.
Yazının tamamını okumak için tıklayın.
İÇİMİZDEKİ KULÜBE
Anadolu kökenli, imkânları kısıtlı, küçük evlerde, kalabalık nüfuslu bir ailede büyümüşseniz, bu durum, herkesin, herkesin gizlisini, saklısını bildiği bir hayat demek. Altmışlarda "Anadolu kökenli" bir evde büyümüş olmak demek, bir parça eğitimsizlik ve daha çok da kişisel mesafeye saygı duyulmayan, giysilerin bile ortaklaşa kullanıldığı, neredeyse bir komün hayatı yaşanan evlerde büyümüş olmak demek. Bu şartlardan gelmiş olduğumdan olsa gerek, insanlarla aramda makul bir mesafe olmazsa boğulduğumu hissederim. Kimi mesafeyi sevmez ben de mesafesiz yaşayamam.
Şimdilerde herkesin dilinde olan mesafe kavramı, kişisel hikâyemde başlangıcını hatırlayamadığım kadar eski bir tarihten beri hayati bir anlam taşır benim için. Yalnız benim mesafem fiziki değil, olabildiğince psikolojik. Olabildiğince diyorum, çünkü –aksilik bu ya- bir yandan kişisel alana bunca değer verirken diğer taraftan da dışa dönük ve konuşkan bir yapım var. Eskiden beri bütün olayların ve envai çeşit insanın tam ortasındayım yani.
Yazının tamamını okumak için tıklayın.
BACAKLARI UHUD DAĞI'NDAN AĞIR OLAN GENÇ
Peygamberimiz'in o kadar yakınında bulunur ve evine o kadar çok girip çıkardı ki bilmeyenler onu ehli beytten sanırlardı. Efendimizin hususi eşyalarını taşır ve daima yanında yürür, zorunlu olmadıkça ondan asla ayrılmazdı. Henüz hayatta iken cennetle müjdelenmiş, Efendimizin sırdaş edindiği ve itina ile yetiştirdiği çok değerli bir kimseydi. Adeta Efendimizin gölgesiydi. Bedir günü düşman ordusunu gören Peygamberimiz Rabbine zafer için yalvarırken o hemen yanı başındaydı. Uhud ve Huneyn gününde Efendimiz savaş meydanında birkaç kişiyle kaldığında yine yanındaydı. O çelimsiz vücudun içinde dev bir yürek, o oklava gibi bacaklarda asla gevşemeyen sağlam bir duruş vardı. Mekke'nin fethi için yola çıkıldığında bir mola sırasında herkes hurma ağaçlarına tırmanmışken o da Efendimiz'e hurma takdim etmek için bir ağaca tırmandı. Bacaklarının inceliği gülüşmelere neden olunca Efendimiz şöyle buyurdu: "Onun bacakları mîzanda Uhud dağından bile daha ağır olacaktır."
Yazının tamamını okumak için tıklayın.
YOLA NASIL GİDİLİR?
Gazali hac yoluna girecek kişinin evvela tüm günahlarından tevbe ederek arınmasını söyler. Emanetler ödenmeli, geride bırakılanların nafakası temin edilmeli, zamanında yapılmış haksızlıklar varsa cümlesiyle helalleşilmelidir. Yola girmeden önce sadakalar vermeli ama hepsinden önce "evvel refik sonra tarik" kuralınca yol arkadaşını dikkatle seçmelidir. Bakalım şimdi Gazali'ye göre hac yolcusunun arkadaşı nasıl olmalıymış: Salih ve hayırsever, unuttuklarını kendisine hatırlatan, hatırladıklarını yapmasına yardım eden; korktuğunda cesaret, acizliğinde kuvvet, sıkıntı anında sabır tavsiye eden bir arkadaş… (Böylesini nerede bulmalı derseniz dikkatlerimizi bulmaktan önce olmaya yöneltelim derim. Çok çok sevdiğim bir söz der ki: Gökteki kuşlar bile yerdeki benzerlerinin yanına konarmış.)
Yazının tamamını okumak için tıklayın.
MELEKLERİN TAŞIDIĞI TABUT
Gençlerin yetişkin dünyanın haksız hiyerarşilerine isyan etmesine sebep olan adalet ihtiyacı insan için o kadar esaslı bir ihtiyaçtır ki ahrette iğneden ipliğe ödeşme fikri teselli etmese hayatlarımızın çoğu ciddi bunalımlarla geçer ve hatta intiharla sonlanırdı. Ruhumuzda ve sosyal hayatımızdaki bu esaslı yeri nedeniyle adalet mülkün, yani yeryüzündeki eğreti hükümranlığımızın temelini oluşturur. Bu hükümranlık ister küçük bir işletme olsun, isterse koca bir devlet, sistemi ayakta tutacak şey adalettir.