Brezilya’da Müslüman Bir Din Adamı

Yayınlanma Tarihi: 20.05.2025 20:51 Güncelleme Tarihi: 20.05.2025 21:09

Kütüphanemizin derinliklerinde dolaşırken bir kitap gözümüze çarptı: “19. Asırda Brezilya’da Müslüman Bir Din Adamı…” Başlığından da anlaşılacağı üzere bu eser, önemli bir misyonu taşıyor. Bağdatlı Abdurrahman Efendi'nin 19. yüzyılda Brezilya’da yaşadığı tecrübeleri aktardığı özgün bir seyahatname. Osmanlı donanmasına bağlı bir gemiyle Basra Körfezi'ne doğru yola çıkan Abdurrahman Efendi, fırtına sebebiyle Brezilya sahillerine sürükleniyor ve Rio de Janeiro’da karşılaştığı Müslüman toplulukla kurduğu ilişkiler, İslam’ı anlatma çabaları bu kıymetli eserde yer buluyor.

Brezilya’da Müslüman Bir Din Adamı

▪ Eser, Mehmet Şerif Ayıntabi tarafından Arapçadan Türkçeye çevrilmiş ve Matbaa-i Amire'de basılmış. Elimizdeki nüsha, yüksek ihtimalle ilk basımlardan biri; yani 1887 yılına ait olabilir. Kitabın asıl müellifi Bağdatlı Abdullah oğlu Abdurrahman Efendi'dir. Eserde, Basra'ya gitmek üzere gemide görev yapan Abdurrahman Efendi'nin bu uzun yolculukta yaşadıkları, gördükleri ve İslam'ı yayma çabaları yer alıyor.

▪ Bu dönemde Süveyş Kanalı henüz açılmadığı için yolculuklar aylarca sürmekte. Abdurrahman Efendi, Kaptan-ı Derya Ateş Mehmet Paşa'nın vefatının ardından bu gemiye imam olarak tayin edilir. Burada Osmanlı'nın yaklaşımına da dikkat çekmek gerekir: Osmanlı Devleti, İslam'ın birleştirici gücünü kullanarak ümmeti bir arada tutmak istemiş ve bu sebeple irşad faaliyetlerine büyük önem vermiştir. Asya'dan Afrika'ya, Avrupa'ya kadar birçok bölgeye din adamları göndermiştir. Çünkü Osmanlı, İslam dünyasını uyandırmayı kendisine vazife biliyordu. İşte böyle bir görevle gemiye binen Abdurrahman Efendi'nin yolu, fırtına sebebiyle Rio de Janeiro sahillerine düşer. Bu beklenmedik gelişme, tarihe ışık tutacak eşsiz bir hatıratın da doğmasına vesile olur. Gemi limana yanaştığında halk merakla akın eder. Abdurrahman Efendi'yi karşılayanlardan biri Sudanlı bir Müslümandır; fakat Frenk kıyafetleri içinde, saygıdan öte bir tapınma hissi veren garip bir selamla karşılar onu. Bu durum karşısında selamını almaz ancak zamanla bu kişilerin zorluklar içinde İslam'ı yaşamaya çalışan samimi Müslümanlar olduğunu fark eder. Sudanlıların çoğu, 1861'deki Amerikan İç Savaşı'ndan kurtulan insanlardır.

▪ Bu seyahat, Müslüman coğrafyaya yapılan ilk resmi seyahat olarak kayıtlara geçer. Abdurrahman Efendi, gözlemlerini öyle detaylı şekilde aktarmıştır ki adeta olayların içindeymişsiniz gibi hissedersiniz. Onun ruh halini, şaşkınlığını, gayretini kelimelerde yakalamak mümkündür. Okurken bir kez daha Osmanlı evladı olduğum için şükrettim. Zira böyle bir devlet düşüncesi olmasaydı, o coğrafyadaki Müslüman kardeşlerimiz çok zor şartlar altında dinlerini yaşayamadan kaybolup gideceklerdi. Bugün Yahudi etkisini nasıl net görüyorsak, o zamanlarda da benzer bir tablo yaşanıyordu. 1800'lü yıllarda bir Yahudi, binlerce Müslümanın dinini yanlış öğrenmesine ve yaşamasına neden olmuştu!

▪ Abdurrahman Efendi'ye Portekizce bilmediği için bir tercüman verilmiş. Ancak zamanla fark eder ki halk namazı yanlış kılmaktadır; ellerin konumu, rükû halleri, cemaat bilinci… Herkes ayrı bir biçimde ibadet etmektedir. Sonradan anlaşılır ki bu tercüman ne derse, cemaat onu uygulamaktadır. Abdurrahman Efendi, zamanla bu kişinin bir Yahudi olduğunu anlar ve onu itirafa zorlar. Tercüman, bunu menfaat için yaptığını kabul eder. Abdurrahman Efendi'nin zekâsı ve gözlemleri sayesinde bu aldatmaca ortaya çıkar. Bu noktadan sonra halk, İslam'ı doğru öğrenmeye başlar. Birkaç Portekizce kelime öğrenerek iletişimi kısmen sağlar. Sadece 13 gün gibi kısa bir sürede halka abdest, namaz, oruç, hac ve zekât gibi temel ibadetleri öğretmeye çalışır. Ancak izin süresi dolmak üzeredir ve istediği neticeyi tam olarak alamadan geri dönmesi gerekmektedir. Durumu kumandana anlatır, zorlukla da olsa kalması için izin alır. Brezilya hükümetine, ziyaret amaçlı kaldığı bildirilir. Bu andan itibaren Abdurrahman Efendi yaklaşık 500 kişiye eğitim vermeye başlar. Cemaatin bildiği sadece Amme Suresi'dir. Hoca, Portekizce bir risale hazırlar. Bu risalede temel ibadetleri anlatır. Halk bu metni ezberler.

▪ Eserde dikkat çeken başka bir detay ise Müslüman olmak için altın verilmesinin gerektiği inancı… Peygamber Efendimiz'in böyle bir şey emrettiği söylenerek Müslüman olmak isteyenlerden para alınıyormuş dolayısıyla fakirler Müslüman olamıyormuş. Abdurrahman Efendi, kelime-i şehadet ile onları tanıştırır ve Müslüman olanların sayısı 19 bine ulaşır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in fahiş fiyatlara satıldığını görerek, uygun fiyatla halka ulaştırılmasını sağlar.

▪ Bugün bu satırları kolaylıkla yazıyor, anlatıyoruz ama o zamanlarda böylesi bir ortamda nelerle mücadele edildiğini tahayyül etmek bile güç. Ramazan hakkında bilgileri yok, oruç tutuluyor ama ne zaman olduğu bilinmiyor. Kadınlar oruç tutmuyor. Kendisine Ahmet adını takan Yahudi tercümana körü körüne bağlanan halk, İslam'dan uzaklaştırılmış. Ancak Abdurrahman Efendi'nin azmi, sabrı ve ilmiyle İslam, bu topraklara en doğru haliyle ulaştırılmış.

Bu eser, sadece bir seyahatname değil; bir mücadelenin, direnişin, dirilişin hikâyesi. İnancın, ilmin ve irşadın nelere kadir olduğunu gösteren nadide bir vesika. Bir Osmanlı âliminin, fırtına sonucu sürüklendiği bir diyarda, karanlıkta yol arayan yüreklere kandil oluşunun hatırası. Okudukça anlıyor insan: Gerçek fetih, gönülleri aydınlatmaktır.

▪ Osmanlı Devleti'nin yürüttüğü irşad faaliyetleri, sadece bir dinî vazife değil aynı zamanda bir medeniyet inşası projesiydi. İslam'ın evrensel mesajını farklı coğrafyalara ulaştırmak, ümmet bilincini canlı tutmak ve sahipsiz bırakılan Müslüman topluluklara yön göstermek bu faaliyetin temel hedefiydi. Osmanlı, bunu yaparken herhangi bir sömürgeci güç gibi hareket etmedi; aksine bulunduğu her yerde adaletin, ilmin ve ahlâkın temsilcisi oldu. Din adamlarını yalnızca öğretici değil, aynı zamanda gönül kazanıcı birer rehber olarak görevlendirdi. Abdurrahman Efendi'nin Brezilya'ya geliş hikâyesi de bu misyonun uzak kıtalardaki yansımasıdır.

▪ Abdurrahman Efendi'nin hayatı, adanmışlığın ne kadar güçlü bir dönüştürücü olduğunu gözler önüne seriyor. Dilini bilmediği, kültürüne yabancı olduğu bir coğrafyada; binlerce kilometre uzakta, sadece Allah rızasını gözeterek büyük bir mücadeleye girişiyor. Onun bir hatayı fark ettiğinde geri çekilmek yerine daha çok çabalaması, halka ulaşmak için çözüm yolları üretmesi, bir din görevlisinin nasıl bir yürek taşıması gerektiğinin canlı örneği. Kısa sürede 500 kişiye eğitim vermesi, Portekizce risale hazırlaması ve binlerce kişiyi hakikatle tanıştırması, sıradan bir görevlinin değil; imanla yoğrulmuş, gönlü dertli bir irşad ehlinin işidir.

▪ Bu eserden bugüne dair pek çok mesaj çıkarabiliriz aslında. Öncelikle bir milletin manevî hafızasını, kimliğini ve misyonunu hatırlatıyor. İnancın ihmal edildiği coğrafyalarda ne büyük tahribatlar yaşandığını; doğru bilginin ne kadar kıymetli, samimi bir rehberin ne kadar hayati olduğunu gözler önüne seriyor. Bugün hâlâ nice toplumlar, eksik ya da yanlış bilgilerle İslam'ı yaşamaya çalışıyor. Abdurrahman Efendi'nin hikâyesi, bize hem geçmişin mirasını sahiplenme hem de bugünün sorumluluğunu yüklenme çağrısı yapıyor: Unutmayalım ki, her sahipsiz kalmış gönül, bir Abdurrahman Efendi bekliyor.

Eserdeki diğer detaylar...

Abdurrahman Efendi, Brezilya'daki Müslüman halkın yaşayışını anlatmakla kalmaz, aynı zamanda şehirler ve yerel topluluklar hakkında da kıymetli bilgiler verir. Kitap, sayfa sayısı az olmasına rağmen içerdiği gözlemlerle büyük bir değer taşır. Mesela, Brezilya'nın yerli halkı olan "vahşilerden" de kısa da olsa bahseder. Medeni gelişmişlik bakımından geride olan bu toplulukların ormanlık alanlarda yaşadıklarını, doğaya hâkim olduklarını anlatır. Erkeklerinin sihir ve kehanetle uğraştığını, hatta Sudanlıların ten rengini açmak için taşlarla derilerini ovarak kendilerine eziyet ettiklerini aktarır. Bu satırları okurken insanın içi ürperiyor, anlatılan sahneleri zihninde canlandırmakta zorlanıyor.

▪ Bahia eyaletine dair notlarında da cehaletin hüküm sürdüğünü vurgular. Özellikle evlilik usullerine dair anlattığı detaylar hayret vericidir. Erkekler, bir kadınla nikâh olmaksızın birlikte yaşar; çocukları olduktan sonra kadının davranışlarını gözlemler, eğer beğenirse nikâh kıyar, beğenmezse kadını çocuğuyla birlikte babasının evine gönderirmiş. İslam'ın kadına verdiği değeri düşündükçe insan bir kez daha şükrediyor. Abdurrahman Efendi, bu duruma da kayıtsız kalmaz, hemen müdahale ederek kadınları mehir ve nikâh usulleriyle tanıştırır, nikâhın esaslarına uygun şekilde devam etmesini sağlar. Onun anlatım dili öylesine nahif ve canlıdır ki, okurken adeta gözünüzde canlanır. Özellikle Ramazan'a dair uygulaması çok dikkat çekicidir: Ramazan gelmeden her gece on rekat namaz kıldırarak halkı hazırlar ki, Ramazan geldiğinde zorlanmasınlar, ibadetten usanmasınlar. Bu yaklaşımı, onun ne kadar ince ruhlu ve kucaklayıcı biri olduğunu ortaya koyar. Aslında bu tür uygulamalar, bireyin iç dünyasında başlar; kişinin kalbindeki niyetin dışa yansımasıdır.

▪ Üzücü olan noktalardan biri de papazların fazlalığı sebebiyle Müslüman çocukların doğar doğmaz Hristiyanlığa yönlendirilmesidir. Çünkü çevrelerinde babalarından başka İslam'a dair bir örnek, bir rehber görememektedirler. Bu da zamanla çocukların Hristiyan kültürüne kaymasına neden olur. Ancak ne mutlu ki, Abdurrahman Efendi, Pernambuco eyaletine vardığında biraz nefes alır. Burası, diğer şehirlere kıyasla daha bilgili, daha şuurlu Müslümanlara ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca "elmas çıkarılan memleket" olarak kısaca değindiği bir başka yer de vardır. Fakat kitabın çevirmeni, "La Brillianti" olarak geçen bu yerleşim yerini kaynaklarda bulamadığını özellikle not düşer.

▪ Eserin son bölümlerinde ise "Vatana Dönüş" başlığı altında dönüş yolculuğunu anlatır. Yolculuk sırasında Lizbon, Kurtuba, Cebelitarık, Tanca gibi şehirlerden geçer. Hac farizasını Mekke'de eda eder, ardından Şam'a uğrar ve nihayet İstanbul'a ulaşır. Onun bu uzun yolculuğu yalnızca fiziki değil, aynı zamanda manevi bir irşad yolculuğudur. Bizlere böylesine değerli bilgiler aktarabilmesi, bunu düşünebilmesi bile başlı başına bir nimettir. Bugün bizler İslam üzere yaşamaya gayret ederken, ecdadımızın taşıdığı bu büyük sorumluluktan ve gönül genişliğinden ne yazık ki çoğu zaman habersiz yaşıyoruz. Filistin'i, Gazze'yi yalnız bırakmamızın sebebi de belki bu köklerden uzaklaşmamızdır. Oysa biz, ilim için kıtalar aşan bir ecdadın torunlarıyız. Ancak bu kıymetli mirasın hakkını veremiyor, taşıyıcısı olamıyoruz.

▪ Bu eser bize şunu da açıkça hatırlatıyor: Müslüman, her yerde ve her şartta İslam'ın temsilcisi olmalı; susmamalı, çekinmemeli, yorulmamalıdır. Bir söz, bir hâl, bir dua, bir davranışla dahi olsa hakikati ulaştırma gayretinde olmalıdır. Ne yazık ki günümüz gençliği, birbirinden zararlı etkiler altında savruluyor. Bizler de bunu görmemize rağmen çoğu zaman sessiz kalıyor, bir adım atmıyoruz. Çünkü okumuyoruz. Kaçımız, Abdurrahman Efendi'nin yerine kendimizi koyduğumuzda, onun gösterdiği cesaretin ve fedakârlığın aynısını yapabileceğimizi içtenlikle söyleyebiliyoruz? Bu sorunun cevabı, bugün İslam adına nerede durduğumuzun ve geleceğe nasıl bir iz bırakacağımızın da açıkça beyanıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
>