Her şeyi olduğu gibi 'sevgi' yi ve 'aşk'ı da nasıl gözümüzü kırpmadan tüketir hale geldik diye düşündüğümüzde bunun en somut sebeplerinden biri bu en kutsal duyguları gösteriye dönüştürüyor olmamız. Yılın duygu patlamasına sahne olan 14 Şubat Sevgililer Günü bu gösterilerin zirve yaptığı bir gün. Her yerde hediye önerileri, aşkımızı göstermek için ille de yapmamız gerektiği tekrarlanan organizasyon hazırlıkları bizi kaçınılmaz sona hazırlamaya çalışıyor. Perakende sektörünün eline sıcak para geçmesini sağlamanın ötesinde kaydadeğer bir karşılığı olmayan Sevgililer Günü'nün hayatımızın bir parçası haline getirilmesinde medya, sinema, iletişim mecraları ve sosyal medyadaki romantizm ritüelleri ve klişe davranış kalıpları son derece etkili rol oynuyor. 364 gün sevgisini göstermeyen biri, 14 Şubat'ta sosyal medyada sevgi patlaması yaşıyor. Zaten hislerini dile getirmek için WhatsApp, Facebook, Twitter, Instagram varken kim gerçek hayatta güzel sözlerle, şiirlerdeki kafiye ile uğraşır ki? Peki sevgi bu kadar basit mi? Sorun sosyal medyada kalpli fotoğraflar paylaşmak, pahalı hediyeler almak, lüks bir restoranda mum ışığında yemek yemek değil elbette. Ancak belli ki artık yaşadığımız her duygu 'göstermelik' bir hâl almaya başlamış. Telefonun küçük ekranında verdiğimiz mutluluk pozları kadar mutluyuz, sevgimizin ölçüsünü bize öğretilen romantizm klişeleri belirliyor. Sevgililer Günü'nün bu kadar 'aşk'la kutlandığı bir toplumda neden ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı olduğu, boşanmaların bu kadar arttığı, eşlerin birbirini bu kadar hırpaladığı ve birbirini öldürecek noktaya vardığı gibi sorular kalpli kutlama mesajlarının gölgesinde kalıyor. Romanlar, filmler, sosyal medya fenomenlerin öğrettiği romantizm ritüellerini harfi harfine yerine getirerek mutlu olacağımıza inanıyoruz.
İLİŞKİLER HALKA ARZ EDİLDİ
Dayatılan romantizmin etkisiyle, mahremiyet algısı yerle bir edilerek ilişkilerde 'özel' alan gönüllü olarak topluma ifşa ediliyor. Daha çok izlenmek ve beğeni almak isteği, ben ne kadar da mutluyum görüntüsü verme telaşıyla 'aşk' pazara çıkarılıyor. Böylece gerçek yaşamdan kurgulanmış yaşama geçen kişiler ilişkilerini de Hollywood'dan öğrendikleri klişelerle şekillendiriyor. Mesela evlilik teklif ederken erkeğin dizlerinin üstüne çökmesi, parayla billboard'lara sevdiğini yazdırması, maaşın yarısını vererek kimsenin yapmadığı jestlerle sevgisini ispatlamaya çalışması gibi klişeler de Hollywood dayatmasının en bariz örneklerindendir. Gazeteci Ayşen Böhürler, bununla alakalı bir tweet atarak "Dizilere bakıp 'Ey oğul, diz çökerek evlenme, tek taş, beş taş şartlandırmalarına boyun eğme, gemide evlilik teklif etme' diyesim var" demişti. Sosyolog Ömer Miraç Yaman ise Nihayet dergisine verdiği röportajda bu durumu şöyle özetliyor: Hollywood'un verdiği gazla romantik olmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
280 KARAKTER SINIRLI HİSLER
Romantik komedi filmlerinden özenilen imgelerle süslenen ilişkilerin sanal dünyada paylaşılması aslında sevgi kavramının günümüzdeki dönüşümünü de gözler önüne seriyor. Eskiden kadınlar sevdikleri erkeğin yüzüne bakmaya utanırken günümüzde en mahrem anlarını bile dünyayla paylaşıyor. Eskiden hislerin yazıldığı sayfalarca mektupların yerini 280 karakter sınırlı tweetler alıyor. Kısacası sevgi kavramı artık masumiyetten ziyade gösteriş kaynağı haline geldi. Romantizmi dayatmalardan ve sanal dünyadan arındırdığımızda içtenlik ve özgünlük kalır. Asıl romantizm, bir insan kendi gibi olduğunda, içinden geldiği gibi sevgisini gösterdiğinde olur.
Sevgililer Günü denince akla gelen klişeler:
Radyodan şarkı paylaşmak: O gün birileri mutlaka radyoları arayıp, sevdiği için şarkı ister. Tam bir klişedir, teknolojinin alıp yürüdüğü bir zamanda hiçbir esprisi kalmamıştır.
Çiçek almak: Çoğu erkeğin özellikle sevgililer günü yapmak zorunda kaldığı sevgi gösterme biçimi. Sevgililer Günü, Anneler Günü, Kadınlar Günü gibi özel zamanlarda tüketim sektörünün en güçlü kalemlerinden biri. Ama nedense bu ritüelin hep erkekler tarafından gerçekleştirilmesi beklenir.
Sevdiğini haykırmak: Romantik komedilerle hayata giren kalıpta 'Seni seviyorum'lar havada uçuşur. Sair günlerde kurulamayan cümleler 14 Şubat psikolojisiyle ağızdan çıkar. Sonrasında duyulan pişmanlığın telafisi pek mümkün değildir.
Mum ışığı olmazsa olmaz: Romantizm denildiğinde ilk akla gelen ritüeldir. Sevgililer Günü de romantizmin doruğu olması gerektiğinden mum ışığında yemek farz gibi davranılır.
Reklam bombardımanı: Bu özel gün hediye almanız için icat edilmiştir. Bilinçli tüketiciler çok önceden bunu fark ettiklerinden kendilerini 'kalp'siz hava sahasında korumaya alırlar. Ancak ne kadar kaçarsanız kaçın Şubat ayının ilk gününden itibaren mail kutunuza, cep telefonunuza 'Sevgilinize şunu alın' diye akıl veren öneriler yağar.
Sevgililer Günü'nde evlenmek: Klişenin doruk noktasıdır. Çiftler, bunun çok özel bir durum olduğunu düşünerek Sevgililer Günü'nde nikâh tarihi alabilmek için olağanüstü bir çaba sarfeder. Ancak ne tesadüftür ki yüzlerce, binlerce kişi aynı tarihte evlenmenin tek düzeliğini yaşar.
Oyuncak ayı vermek: Bu günde sevimli ayıcık hediye etmek de pek rağbet gören bir klişedir. Neden oyuncak ayı sorusunun cevabı hâlâ bulunamamıştır. Ucuza kaçmak isteyenler için BİM'de bile alternatifleri bulunur.
Romantik komedi filmleri izlemek: Bu günde televizyonda romantik komedi filmlerinden nadide örnekler yayımlanır. Sinemalarda vizyona giren bu temaya uygun filmlerle hem sevmekten hem sinemadan soğursunuz.
Sosyal medyada aşkını ilan etmek: Diğer günlerde 'fazla ilgi gösterirsem şımarır' diyerek seviyeli bir romantizm gösteren sevgililer sosyal medyada birer Leyla ile Mecnun'a dönüşür.
Paraya kıyıp Şubat maaşını ultra lüks restorana yatırmak: Programlar, organizasyonlar hazırlayan çiftler mutlaka pahalı bir restorana gidip, orada sevgilerini dünya aleme ispatlayan fotoğraf çektirirler. Tabi restoran ne kadar ünlü ve pahalı ise çektirdikleri fotoğraflar o kadar like alır.
Tek taş: Kuyumculuk sektörünün en sevdiği ritüeldir. Son iki yıldır 14 Şubat harcamalarının perakende sektörüne 9 milyar katkı sağladığı düşünülürse bu katkıdan aslan payını alan kuyumcuların 14 Şubat'ı dört gözle beklemeleri gayet anlaşılır bir durumdur.
ANLAM ARAYIŞINDA YOZLAŞAN RİTÜELLER
Yazar Gülenay Pınarbaşı, bir klişeler bütünü olan 14 Şubat'a ilişkin şunları söylüyor: Bir zamanlar anlatının gücü vardı. Söz, ritüeli gizemli hatta kutsanmış yapardı. "An"lar da değerliydi. Bir sanatçının uzmanlık eseri gibi bazı anlar da bir kere yaşanabilirdi. O kişilere özeldi. Tabii toplumların doğasında değişim var. Bugün tartışmamız gereken kendi geleneksel düşüncesine yabancı olan kitlenin yozlaşmasıdır. Ve bu yozlaşma bize zeitgeist/zamanın ruhu olarak sunulmaktadır. Ama biz biliyoruz ki popüler olan, ne olağanüstü bir buluştur ne de tamamen değersizdir. Açık söylemeliyiz, bugün kitlenin bu klişeleri benimsemesinin nedeni, batılı insanın tatminsizliğidir. Ve geçmişe duyduğu özlemin etkisi kuşkusuzdur. Sartre'ın fazlalık addettiği insan varoluşuna belki de bir anlam arayışının sonucunu konuşuyoruz bugün. Bu bahsettiğim pek tabi ki bilinçdışı bir anlam, yenilenme hatta arınma umudu. Walter Benjamin, teknolojinin özgürleştirici olanaklarından bahsederken sanat yapıtını tek kılan aurasının çözüldüğünü söyler o bağlamda özel anların aurası yok olmuştur. Fotoğrafın resmin kült değerini altüst ettiği gibi hem aşkın hem özel anların büyüsü bozulmuştur. Özel anın replikasıdır yaşanan, hem de batılı toplumların tüketip attıkları bir ekonomik metadır.
RİTÜEL HAYALİNİ SATIYORLAR
Bu klişelerin arka planı ile ilgili çarpıcı diğer bir durum ise 14 Şubat olarak bize pazarlanan günlerin Roma gibi yerlerde, gelişmekte olan ülkeler kadar rağbet görmemesidir. Dünya turizm hareketinden en ciddi payı, ekonomik bakımdan gelişmiş ülkeler, ritüel hayali satarak alıyorlar. David Gitlitz'e göre; "Çağdaş toplumlar, insanların kutsallıkla birleştikleri noktalarda dualarının daha büyük bir anlam kazanacağını hissettikleri yerleri arıyor." Kabe'de evlenme teklifi gibi dinin özüne aykırı klişelerin alt metninde böyle bir anlam arayışı mevcuttur. Sevgililer Günü'nde gidip para atmanın uğurlu sayıldığı çeşme Trevi çeşmesi, yani Aşıklar Çeşmesi ile ilgili bir deneyimimi anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda 13 Şubat'ta Roma'da bir toplantıdaydım. Türkiye'de evden havaalanına kadar her yerde Sevgililer Günü kutlamaları, reklamları varken Roma'da havaalanından otele kadar hiçbir yerde ne Aziz Valentine ne de bir kalp resmi kutlaması göremedik. 14 Şubat'ta Trevi'ye gittik. "Herhalde kutlamalar burada" dedim. Fena halde yanılmışım. Trevi meydanındaki hiçbir işletmede ufacık bir süsleme, belediye başkanı kutlaması yoktu. Trevi çeşmesinin şaha kalkmış atlarına baktım. Orada da bir şey göremedim. Üstelik Trevi'de öyle olağanüstü bir kalabalık da yoktu. Hıncal Uluç, 'Sevgililer Günü'nü bu ülkeye ben getirdim' diye övünüyor. Merak ettim sevgililer günü, Aziz Valentine'nin kutsal kabul edildiği memlekette kutlanmıyorsa nerede kutlanıyor?
Popüler olan, ne olağanüstü bir buluştur ne de tamamen değersizdir. Bu klişelerin benimsenmesinin nedeni ise tatminsizliktir.
STAR