Arama

Uygar yaşamların en çetin görevi insan sarraflığı

İnsanı tanıma sanatının temelleri, fazla böbürlenip gururlanmaya izin verecek gibi değildir. Tersine, insanı gerçekten tanıyış, belirli ölçüde bir alçakgönüllülüğün doğmasını sağlar, çünkü bunun ne çetin bir iş olduğunu öğretir bize; öyle bir iş ki, uygar yaşamlarının başından beri insanlar üstesinden gelebilmek için uğraşıp durmaktadır. Gelgelelim, şimdiye kadar bu işin planlı ve sistematik şekilde ele alındığı söylenemez; dolayısıyla, insanı tanıma bilgisiyle donatılmış büyük insanlara her zaman seyrek rastlamaktayız…

Uygar yaşamların en çetin görevi insan sarraflığı
Yayınlanma Tarihi: 18.09.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 18.09.2018 12:57

Ruhun simyacısı, parapsikolojiye belirli bir eğilim gösteren tarih dışı bir parapsikolog Jung; tüm psikolojik sorunların çözümünü "eldekinden daha mükemmel bir fizyolojiden" bekleyen bir doğa bilimci Freud ve kuramla başı hoş olmayan gerçekçi, pragmatisyen, pratisyen hekim, hastalara yardım eli uzatan kişi Adler… Bu üç büyük isim, çağdaş psikolojinin devleri… Adler ise aynı zamanda bireysel psikoloji ekolünün de kurucusu…

"Bilimsellik" üzerinde o kadar fazla durmayan, pratiğe yönelik bir insan sarrafı olan Adler, insanların yardımcısı olmak ve öyle de kalmak isteyen biriydi. 1920 yılında Viyana Halk Enstitüsü'nde verdiği konferanslardan oluşan "İnsanı Tanıma Sanatı" (Menschenkenntnis) adlı yapıtı, ondaki bu insan sarraflığı özelliğinin en güzel kanıtıydı. Bu kitap, Adler'in 1926'da Viyana'da verdiği bir dizi konferansı içeriyor. Nasıl mı? Dinleyicilerden Dr. Gus Broser adında biri konferansları stenoyla kaleme alıyor, kendisinden sonraki kuşakların eline geçmesini sağlıyor. Eserin ana fikrini ise "Kendini tanıma sürecinde mutluluğu bir yasaya dönüştürme hali" şeklinde özetlemek mümkün.

"Her isteyiş, bir yetersizlik duygusuyla ilgilidir, insanda bir doyum, bir hoşnutluk, bir yeterlilik sağlama eğilim ve dürtüsünün doğmasına yol açar."

DERİNLİK PSİKOLOJİSİNİN ÜÇ BÜYÜK KURUCUSU

28 Mayıs 1937'de İskoçya'nın üniversite kentinde yaşlı, tıknaz bir adam, yolda giderken ansızın yığılıp kaldı. Az sonra da kalp sektesinden dünyaya yumdu gözlerini. Bireysel psikoloji konusunda bir yaz kursuna katılmak için bir araya gelmiş çok sayıda öğrenci topluluğu o gün boşuna hocalarını bekledi: Alfred Adler diye biri yoktu artık, 1930'dan beri yaşadığı Amerika'da başarılarının doruğunda bulunduğu bir sıra, modern "derinlik psikoloji"sinin üç büyük kurucusundan biri sayılan Adler, öbür iki arkadaşını geride bırakarak dünyadan göçüp gitmişti; öldüğü zaman 67 yaşındaydı. Adler'den iki buçuk yıl sonra da psikanalizin kurucusu Sigmund Freud bu dünyaya veda etti (1938). Adler ve Freud'un ölümünden sonra daha uzun süre hayatta kalan C. G. Jung ise, derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusunun sonuncusu olarak 1961'de dünyaya gözlerini kapadı.

Adler, Macaristan sınırları içindeki Burgonya'dan göçüp Viyana'ya gelen ve burada hububat ticaretiyle uğraşan küçük burjuva bir babanın ikinci oğlu olarak 7 Şubat 1870'de dünyaya gözlerini açtı. Dört erkek ve iki kız kardeşi vardı. Ancak sonradan Avusturya uyruğuna geçmiş, Rus asıllı eşi Bayan Raissa ile birlikte mezhep değiştirip, henüz dört çocuğunun doğumundan önce Protestanlığı kabul etmişti. Daha dört yaşındayken büyüdüğünde hekim olacağını söylemişti Adler. Erkenden böyle bir karara varması, bir kez yanı başında yatağında ölen kardeşinin üzerinde bıraktığı izlenimden, ikincisi hastalıklı annesini iyileştirme arzusundan, üçüncüsü bizzat kendisinin de belki raşitizmli bir çocuk olmasından kaynaklanıyordu.

FREUD'UN EFSANEVİ ÇAĞRI KARTI

Adler'in kendisi de insanları tanıma becerisini salt "sokak çocukluğundan" gelmesine borçlu olduğunu sonradan ikide bir yineleyip durmuş, bunda da yalnızca bir şaka amacı gütmemiştir. Genç bir göz hekimi olarak Yahudi küçük burjuva mensuplarının oturduğu Prater Caddesi'nde açtığı muayenehanenin pek kazanç sağlamadığını görüp pratisyen hekimlik yapmaya başlamış, sempatik ve iyi kalpli bir ev hekimini kendisine örnek alıp, piknik vücut yapısına ve "zyklothym" mizacına uygun bir çalışma ortaya koyarak herkesin sevgisini kazanmıştır.

Viyana tıp çevrelerinde o zamanlar alay konusu olan Freud'u savunan Adler, Freud'dan, kendisini her çarşamba Bergasse'deki evinde toplanan araştırma grubuna katılmaya çağıran o efsanevi kartı almıştır. 1907 yılında "Organların Yetersizliği Üzerine İnceleme" adlı yapıtını yayımlayarak daha sonraki "organ diyalekti" ya da "organ dili" öğretisinin ilk temel taşını koymuştur. İlginç yapıt, psikosomatik tıbbın ilk sistematik taslağının hazırlanmasına önayak olmuştur.

Bir insanın devinimlerinin yöneldiği amaç, o insanın çocukken dış dünyadan aldığı izlenimlerin etkisi altında gelişip ortaya çıkar.

İNSANI TANIMA SANATI

Kitap olabildiğince geniş bir okuyucu kitlesine bireysel psikolojinin sarsılmaz temel ilkelerini ve bunların insanı tanımadaki değerini, insanlarla kurulan ilişkilerdeki ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki önemini açıklama amacı güdüyor. Kitapta, ruhsal organın doğuştan insanda var olup, ruhsal ve bedensel bir fonksiyonu içeren bir özden kaynaklandığını, tamamen toplumsal koşullara bağlı geliştiğini, yani ilgili gelişimin bir yandan organizmanın, öbür yandan toplumun gereksinmelerine cevap verecek gibi bir doğrultu izlediğini, ruhsal organın işte böyle bir çerçeve içinde oluştuğunu ve tutacağı yolun böyle bir çerçeve içinde bulunduğu görülür.

Viyana'daki bir halkevinde, birkaç yüz kişilik bir dinleyici kitlesi önünde yıl boyu verilen konferanslardan doğup çıkan kitabın başlıca ödevi, toplum içindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları bireylerin hatalı davranışından yola koyularak anlamak, bu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uymalarını sağlamak. Öte yandan, bireysel psikolojinin en temel ilkelerini ve insanı tanımada bunların taşıdığı değeri, ortak yaşamda ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki önemini açıklamak. Adler, yaşamın, çağımızda pek de göremediğimiz anlamını, gerçekten de bir sanatçı gibi ince ince işleyerek ortaya koyuyor…

"İnsanın ruhu onun yazgısıdır."
Herodot

MESELE BİRBİRİNİ İYİ TANIMAKTAN GEÇİYOR

İnsanı tanıma sanatının gereği gibi üstesinden gelemeyişimizin en büyük sakıncalarından biri de, hemcinslerimizle bir- arada yaşamayı pek beceremememizdir. İnsanların birbirlerini görmeden birbirleri önünden geçip gitmeleri, ne söylediklerini anlamadan birbirleriyle konuşmaları, birbirlerinin karşısında yabancı gibi dikildiklerinden aralarında bir türlü ilişki kuramayışları, yalnızca geniş bir toplum içinde değil, pek dar bir aile çevresinde bile bunu başaramayışları sık sık üzerinde durulan önemli bir noktadır.

İnsanı tanıma sanatı, aynı zamanda hatalardan sakınabilmemizi sağlar, çünkü salt kendisi için var olan bir bilim değildir bu. İnsanı tanıma konusunda öğrendiklerimiz, bizi kendiliğinden eğitsel çalışmaların içine sürüklemiştir ve yıllar var ki ilgili alanda çaba harcayıp duruyoruz.

İnsanı tanıma sanatının aynı derecede önemli bir başka yönü de toplumsallığıdır. Birbirlerini daha iyi anlayan insanların birbirleriyle daha iyi geçinip birbirlerine daha çok yaklaşacakları kuşkusuzdur. Çünkü birbirlerini daha iyi anlamaları sonucunda insanların birbirlerini aldatma olanağı da ortadan kalkacaktır. Böyle bir olanak, toplum için çok büyük bir tehlikeyi içerir. Dolayısıyla, hayatın ortasına götürüp bırakacağımız çalışma arkadaşlarımıza söz konusu tehlikeyi göstermemiz gerekmektedir. Bu arkadaşlarımız yaşamdaki bilinçdışı öğeyi, tüm saklayıp gizlemeleri, tüm kamuflajları, maskelemeleri, hile ve hurdaları görüp sezme gücünü, etkileme konusu yapabilecekleri kişilerin dikkatini bunların üzerine çekme ve kendilerine yardım elini uzatma yeteneğini kazanmak zorundadır. Bunu da bize ancak bilinçli şekilde uygulayacağımız insanı tanıma sanatı sağlayacaktır.

Kadınların erkeklerden daha az yetenekli olduğu savı bir masaldan, gerçekmiş izlenimi veren bir uydurmacadan başka nitelik taşımaz.

TOPLUMSALLIK DUYGUSUNUN EKSİKLİĞİ
İhmal ve Unutkanlık

Kitabın birinci bölüm, altıncı sıra numarasında "Yaşama Hazırlık" başlığı altında verilen "İhmal ve Unutkanlık" ile ilgili önemli noktalara değinen Adler, insanı tanıma ve ihmallik ilişkisi ile ilgili çarpıcı gerçekler öne sürüyor:

"Gerekli titizlik ve özen gösterilmediği için insanın güvenlik ve sağlığının tehlikeye düşmesi durumunda normal olarak ihmalden söz ederiz. İhmal, bir insanın tam anlamıyla dikkatsizliğini gösteren bir durumdur. Dikkat yetersizliği, insanın hemcinsleri için gösterdiği ilginin yetersizliğinden kaynaklanır. İhmalden yola koyularak, örneğin çocukların oynadıkları oyunlarda başkalarını yeterince düşünüp düşünmediklerini saptayabiliriz. Bu tür ihmaller, insandaki toplumsallık duygusunun derecesini saptamada sağlam bir ölçüt oluşturur. Toplumsallık duygusu istenildiği gibi gelişmemiş insan, davranışı cezayla karşılanacak bile olsa, başkalarına karşı ilgi göstermekte oldukça zahmet çeker, oysa toplumsallık duyguları gelişmiş kimseler böyle bir ilgiyi zahmetsizce içlerinde yaratabilir ya da sürekli kendilerinde barındırırlar.

Dolayısıyla ihmal, toplumsallık duygusunun bir eksikliğidir. Ama bu konuda da gereğinden fazla bir hoşgörüsüzlüğe kapılmanın yeri yoktur. Çünkü hiçbir zaman araştırıp incelemeden geçemeyeceğimiz bir şey varsa o da, neden bir insanın kendisinden beklenen ilgiye sahip olmadığı sorunudur.

Dikkatin zayıflamasından unutkanlık doğar, ayrıca önemli nesneleri kaybetme gibi bir durum ortaya çıkar. Unutkanlıkta da kuşkusuz büyük bir dikkat potansiyeli, yani ilgi vardır, ama tam değildir bu ilgi, isteksizlikten kaynaklanan bir bulanıklığı içerir ve söz konusu isteksizlik de kaybetmeyi ya da unutmayı başlatır, kamçılar ya da doğurur. Örneğin çocukların kitaplarını kaybetmeleri buna bir örnektir. Çokluk okuldaki koşullara henüz gereği gibi uyum sağlayamamış çocuklardır bunlar. Ayrıca, öyle ev kadınları vardır ki, durmadan anahtarlarını bir yere koyar, koydukları yeri bulamaz ya da anahtarlarını kaybederler. Bunlar da, çoğunlukla ev kadınlığına pek ısınamamış kimselerdir.

Unutkan insanlar öyle kişilerdir ki, açıkça başkaldırmaya pek yanaşmaz, ama unutkan davranışlarıyla ödevlerine karşı yeteri kadar ilgi duymadıklarını ele verirler.

KARAKTER GELİŞİMİNDE TOPLUMSALLIK DUYGUSUNUN ÖNEMİ

Adler, ikinci bölümde ifade edilen karakter meselesiyle ilgili; karakterin inşasında güçlülük eğilim ve çabasının yanı sıra ikinci bir etken olarak toplumsallık duygusunun alabildiğine dikkat çeker. Saygınlık eğilimi gibi, çocuğun ruhunda ilk duygu kıpırdanışlarının baş gösterdiği bir dönemde çevreyle ilişki kurma eğilimi kılığında açığa vurur kendini. Toplumsallık duygusunun oluşumunu hazırlayan koşulları bir başka yerde görmüştük, şimdi bunlara yalnız kısaca değineceğiz. Söz konusu duygu, her şeyden önce aşağılık duygusunun ve bu duygudan kaynaklanan güçlülük çabasının sürekli etkisi altındadır. İnsan, aşağılık duygusunun her türü için olağanüstü bir duyarlılığa sahiptir.

Gerçekte ruhsal yaşam sürecinin başlamasının tek koşulu, bir aşağılık duygusunun ortaya çıkması, baş gösterecek bir huzursuzluğun giderilme zorunluluğu, huzur ve neşe içinde yaşayabilmek için bir güvenliğe ve eksiksizliğe kavuşulmak istenmesidir. Aşağılık duygusunu iyi tanımak, çocuğa karşı izlenecek davranışta hangi önlemlere başvurulacağını gösterir; bu önlemlerin de başında, hayatı çocuğa zehir etmemek, yaşamın olumsuz tarafına yönelmekten onu esirgemek, yani kendisini elden geldiğince yaşamın olumlu taraflarıyla yüz yüze getirmek çabası yer alır.

Toplumsallık duygusunun oluşumunda rol oynayan diğer bir dizi etken vardır ki, ekonomik nitelik taşır ve çocuğun aslında zorunlu sayılamayacak birtakım olumsuz koşullarda yetişmesine yol açar; büyük değişiklikler, anlayışsızlık ve maddi sıkıntı çocuktan uzak tutulması gereken zararlı etkenlerdir. Bedensel kusurların da toplumsallık duygusunun gelişimine önemli katkısı vardır, normal yaşam biçiminin böyle bir çocuk için bir anlam içermemesi, varlığını sürdürebilmesi için çocuğa birtakım ayrıcalıkların tanınması ve özel birtakım önlemlere başvurulması gibi bir sonuca yol açar. Saydıklarımızın tümünü yapabilsek bile, yine de bu çocukların yaşamayı çetin bir iş gibi hissetmelerini önleyemeyiz; bu da, toplumsallık duygusunun ağır bir darbe yemesine yol açar.

Ormanı anlamak istiyorsanız, yalnızca kıyıda bir ileri bir geri gezinmekle yetinemezsiniz. Ona yaklaşmalı ve içine inmelisiniz, ne kadar tuhaf ve ürkütücü görünürse görünsün.

ESERİN İÇİNDEKİLER

Adler Üzerine – Önsöz, Birinci Bölüm: İnsanın Ruhu, İkinci Bölüm: Ruhî Hayatın Sosyal Özelliği, Üçüncü Bölüm: Çocuk ve Toplum, Dördüncü Bölüm: Dış Dünyadan Kaynaklanan İntibalar, Beşinci Bölüm: Aşağılık Duygusu ve Saygınlık Çabası, Altıncı Bölüm: Hayata Hazırlık, Yedinci Bölüm: Erkek ve Kadın İlişkisi, Sekizinci Bölüm: Kardeşler.

Kitap kısaca; ferdî psikolojinin temel ilkelerini ve bu ilkelerin insanı tanıma konusundaki önemini anlatır. Ruhsal organın insanda doğuştan var olup, ruhsal ve bedensel bir fonksiyonu içeren bir özden kaynaklandığı, tamamen toplumsal koşullara bağlı geliştiği, yani bir yandan organizmanın, diğer yandan toplumun gereksinimlerine yanıt verecek bir doğrultu izlediği, ruhsal organın böyle bir çerçeve içinde oluştuğu ve tutacağı yolun böyle bir çerçeve içinde bulunduğu anlatılıyor…

Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayınız…

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN