Türk yazı dillerinin, lehçelerinin ve ağızlarının dil özelliklerini belirleyen, söz varlığını derleyerek bir araya getiren Kâşgarlı Mahmud kendisine sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir kaynak sağlaması dileğiyle elde ettiği bu bilgileri yazıya geçirerek ortaya koyduğu eserine Dîvânu Lugâti’t-Türk adını verdi.

Yayınlanma Tarihi: Haziran 27, 2018 00:00 Güncelleme Tarihi: Haziran 27, 2018 15:54

Türk yazı dillerinin, lehçelerinin ve ağızlarının dil özelliklerini belirleyen, söz varlığını derleyerek bir araya getiren Kâşgarlı Mahmud kendisine sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir kaynak sağlaması dileğiyle elde ettiği bu bilgileri yazıya geçirerek ortaya koyduğu eserine Dîvânu Lugâti’t-Türk adını verdi.

Türkçenin hafızası Divânü Lugâti’t-Türk

Divan-ı Lügati't Türk, Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılan Türkçe-Arapça bir sözlük, 638 sayfadan oluşan meydana gelir. Önsözde yazar, Türk dilinin tarifini, lehçelerin özelliklerini sayar ve dilbilgisi kurallarını Arapçadakilere kıyasla gösterir.

Kaşgarlı Mahmut'un 1072 yılında yazmaya başladığı eseri 1074 yılında tamamlandı. Kaşgarlı Mahmut, kitabın malzemesini, Türk dünyasının çeşitli boylarından topladı ve kitabı Bağdat'ta yazdı. Eserini, 470'te (1077) Bağdat'ta Halife Muktedî-Biemrillâh'ın oğlu Ebü'l-Kasım Abdullah'a takdim eder.

Kaşgarlı Mahmut, Türk dilinin Arapçadan üstün olduğunu söyler ve buna dair örnekler verir. Sözlük bölümünde ise Türkçe kelimelerin Arapça açıklamaları yapılır. Eseri Türkçeden Arapçaya sözlüktür. Arap sözlükçülüğü geleneğine göre kelimeler Arapça vezinlere göre tasnif edilir.

"Türklerin görgülerini, bilgilerini göstermek için söyledikleri şiirlerden örnekleri kitaba serpiştirdim. Sıkıntılı veya sevinçli günlerde yüksek düşüncelerle söylenmiş olan ve ilk söyleyenden sonra kuşaktan kuşağa aktarılan atasözlerini de kitaba aldım. Böylece kitap en üst düzeyde yetkinliğe ve mükemmel arılığa ulaştı."

Türk dilinin ilk sözlüğü olan Dîvânü Lügati't-Türk, çeşitli Türk boylarından derlenmiş bir ağızlar sözlüğü karakterini taşır. Bununla birlikte eser yalnızca bir sözlük olmayıp Türkçe'nin XI. yüzyıldaki dil özelliklerini belirten, ses ve yapı bilgisine ışık tutan bir gramer kitabı; kişi, boy ve yer adları kaynağı; Türk tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına dair zengin bilgiler ihtiva eden, aynı zamanda döneminin tıbbı ve tedavi usulleri hakkında bilgi veren ansiklopedik bir eser niteliği de taşır.

Kitapta yalnızca Karahanlı dili değil aynı zamanda Türk boylarının söz varlıklarına da yer verilir. Bu yüzden esere Türk Lügati değil; Türk Lügâti yani "Türk diller" denir. Burada dillerden maksat ağızlardır. Kıpçakların dili, Oğuzların dili gibi.


Eserde madde başı olan kelimelerin açıklamaları yapılırken mânalarının daha iyi anlaşılmasını sağlamak maksadıyla deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden örnekler verilir ve bunların Arapça tercümeleri de yapılır. Ayrıca bazı âyet ve hadislerden deliller getirilir. Sözlüğün çeşitli yerlerinde dağınık halde bulunan atasözlerinin toplam sayısı yaklaşık 290 kadardır.

Dîvânü lügati't-Türk'te madde başı olarak alınan kelimelerin sayısı yaklaşık 8000 civarındadır.

Divan-ı Lügati't Türk'ün bulunuş hikâyesi

Divân-ı Lügati't Türk'ün bilinen tek nüshası İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Efendi yazmaları arasında bulunur. Bu tek nüsha da bir şans eseri olarak kaybolmaktan kurtarılabilmiştir. Kilisli Rıfat'ın anlattığına göre:

"Meşrutiyet'in ilk yıllarında ve Emrullah Efendi'nin Maarif Nazırlığında bulunduğu sıralarda, eski Maliye Nazırlarından Nazif Paşa'nın akrabası olan bir hanım günlerden birinde Sahaflar Çarşısı'na satılık bir kitap getirdi; kitapçı Burhan Efendi de bunu satmak üzere Maarif Nezareti'ne götürdü. Ne var ki, Nezaret kitap için istenen 30 sarı lirayı fazla bulduğu için kitabı almaktan vazgeçti. Bunun üzerine kitabı bir de Ali Emiri Efendi'ye göstermeyi uygun gördü. Ali Emiri, kitabı şöyle bir inceledikten sonra değerini takdir ederek istenen 30 san lirayı ödeyip hemen satın aldı. Ancak, bundan sonra da Ali Emiri Efendi herkese bu eserin öneminden bahsettiği halde, kaybolur korkusu ile kitabı kimselere göstermedi. Onu görmek isteyip de göremeyenler arasında devrin ünlü sosyolog ve fikir adamı Ziya Gökalp de vardı. Daha sonraki yıllarda harcanan uzun çabalar ve Sadrazam Talat Paşa'nın araya girmesi ile bu değerli eser Maarif Nezareti'ne devredilerek ve Kilisli Rıfat Bey'in denetimi altında 1915-1917 yılları arasında iki cilt halinde bastırılarak kaybolmaktan kurtarılır."

Dîvânü Lügâti't-Türk'ün ilk defa neşredilmesi I. Dünya Savaşı yıllarına tesadüf etmesi ve Orhun Yazıtları'nın deşifre edilmesine yakın bir tarihte ortaya çıkması "Türk Milleti" ve "Türkçe" telakkisi için son derece önemli oldu. Bulunmasından itibaren tam metni birçok dünya diline tercüme edilen Dîvânü Lügâti't-Türk pek çok bilimsel araştırmaya ve çalışmaya konu oldu. Dîvânü Lügâti't-Türk'ü konu alan veya Dîvânü Lügâti't-Türk'ten yararlanarak Türk dilinin tarihsel dönemlerini ve lehçelerini inceleyen çok sayıda makale yazılmış, bildiri sunulmuş, kitap yayımlandı.

İlk Türk dünyası haritasını da barındırıyor

Kaşgarlı Mahmud'un eserinde yer alan haritanın ilk Türk dünyası haritası olması bakımından büyük değeri vardır. Haritada Türklerin oturduğu yerlerle bunların münasebette bulunduğu milletlere de yer verilir. On birinci yüzyıl Türk dünyasını resmeden bu harita ile birlikte Kâşgarlı Mahmud, Rum ülkesinden Maçin'e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beş bin, tamamı sekiz bin fersah eder dedikten sonra bunların hepsinin iyice bilinmesi için haritasını yeryüzünün şekli gibi dairede gösterdiğini belirtir.


Kâşgarlı Mahmud'un haritasını yuvarlak biçimde çizmesi ve bunu da dünyanın biçimi ile açıklaması, on birinci yüzyılda dünyanın yuvarlak olduğunun Türkler tarafından bilindiğini gösterir.

Dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mavi, kumluk alanları sarı renklerle tespit edilir. Haritanın esas merkezini Balasagun şehri teşkil eder, diğer şehirler ve belli başlı yerler bu şehre göre düzenlendi. Ancak eserde adı geçen bazı yerler (meselâ Çigiller, Suvarlar) haritada gösterilmez.

Kâşgarlı Mahmud, haritasında Çin Seddi'ni, akarsuların yutularak yok olduğu kumluk bölgeyi, kadınlar şehrini, vahşi hayvanların ve ilkel insanların yaşadığı diyarlarla kuzeybatıda aşırı soğuklar yüzünden yaşanılmayan bölgeleri gösterir. Doğuda Çin ve Maçin halkıyla Cabarka diye adlandırdığı Japonya'nın uzaklığı, arada bulunan dağlar ve denizlerin yanı sıra Çin'in çevresindeki büyük duvarın, yani Çin Seddi'nin bu ülkelerde yaşayan ulusların dillerinin bilinmesini de engellediğini yazar.

Japonya'nın gösterildiği ilk dünya haritası

Kâşgarlı Mahmud'un hem eserinde hem de çizdiği haritada Japonya'ya yer vermesi, haritanın önemini bir kat daha artırır. Bugünkü bilgilerimize göre, Dîvânu Lugâti't-Türk'teki harita, Japonya'nın gösterildiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, Japonya'yı doğuda bir ada olarak göstermiş ve Cabarka adıyla anmıştır. Japonya'nın ilk haritası Kâşgarlı Mahmud'dan üç yüzyıl sonra bir Japon tarafından çizildi, ancak Japonya'yı Kâşgarlı gibi bir dünya haritası üzerinde gösteren ikinci harita Dîvânu Lugâti't-Türk'ten tam dört yüzyıl sonra yapıldı. Bu durum Kâşgarlı'ya Japonya'yı dünya haritasında ilk kez gösteren kişi unvanını kazandırdı.

Türk illerini bir bir dolaştı

Kâşgarlı Mahmud eserini yazarken o devrin Türk illerini bir bir dolaşmış ve doğrudan doğruya kendi derlediği dil malzemesine dayandı. Bu bakımdan eserde çeşitli Türk boylarının ağızları üzerinde bizzat müşâhedeye dayanan tespitler ve karşılaştırmalar yer alır. Müellif, XI. yüzyıl Orta Asya Türk kavimlerini boylarına göre tasnif ettikten sonra bunları konuştukları dil ve ağız farkları yönünden ele aldı. Türk boylarının birbirine olan yakınlıkları ve temasları üzerinde de durur. Ayrıca Türk kavimleri içerisinde yabancılar tarafından konuşulan dillere ve onların konuştukları Türk ağızlarına da temas etti.

Dîvânu Lugâti't-Türk'ün sözlük bölümünü oluşturan bölümler XI. yüzyıldaki Türk dilinin söz varlığını gözler önüne seren eşsiz bir hazine niteliğindedir.

Ağızların edebî kabiliyetleri göz önünde bulundurulduğunda eserde başlıca iki ağız üzerinde önemle durulduğu görülür. Bunlardan biri, "Türk şivelerinin en incesi ve zarifi yani edebîsi" diye nitelendirilen ve bugün hâlâ Kâşgar ve dolaylarında kullanılan Hâkaniye Türkçesi, diğeri ise "Türk şivelerinin en kolayı" olarak tanımlanan ve daha sonra geniş bir edebiyat meydana getiren Oğuz (Batı) Türkçesi'dir. Dîvânü Lugati't-Türk'te esas itibariyle Karahanlı Türkçesi üzerinde durulmakla birlikte Oğuzlara da önemli bir yer verilir. Eserde yalnız Oğuzların bütün boyları ve damgaları ayrı ayrı zikredilir ve sözlükte Hâkaniye Türkçesinden sonra en çok Oğuz Türkçesi'ne ait kelimeler yer alır.

Oğuzlara böylesine büyük önem veren Kâşgarlı Mahmud, her Türk boyunun yaşadığı bölgeleri en batıdan başlayarak doğuya doğru sıralamıştır:

" Rum (Bizans) ülkesine en yakın olandan başlayarak hem gayrimüslimleri hem de Müslümanları belirli bir düzen içerisinde doğuya doğru sıraladım. Rum ülkesine en yakın boy Beçenek 'Peçenek'tir. Sonra Kıfçak 'Kıpçak', Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabagu, Tatar, Kırgız gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar. Daha sonra Çigil, Tohsı, Yagma, Ograk, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut ve Çin'de olan Hıtay gelir. Bundan sonra Tavgaç gelir, bunların ülkesi de Maçin'dir."

Yirmi boyu, batıdan doğuya doğru sıralayan ve bunları Türk adı altında toplayan Kâşgarlı Mahmud günümüzde, çeşitli adlarla anılan soydaş toplulukların nasıl tanımlanması gerektiğine de bin yıl öncesinden ışık tutar.

Kâşgarlı Mahmud, Türk boylarının yaşadığı coğrafyayı anmakla kalmamdı. "Bu boyların her biri şu haritada gösterilmiştir" diyerek eserine eklediği harita üzerinde Türk soylu halkların yaşadığı bölgeleri göstermiştir.

Eserinin sözlük bölümünde Kençek, Kıfçak, Taŋut, Tatar, Yagma, Yemek gibi çeşitli Türk topluluklarının adlarını kısaca açıklayan Kâşgarlı Mahmud Türk adının yanı sıra Oğuz, Türkmen, Uygur, Çigil'i ele alırken bu Türk topluluklarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir.

Elimizde, Türkçenin eski devirlerini ele alan bu vasıfta, bu genişlik ve derinlikte başka bir eser bulunmadığından, Dîvânü Lügâti't-Türk, Türk lehçe ve ağızları için değer biçilmez bir kaynak durumuna getirdi. Türk sözlük biliminde açtığı bu çığır, Kâşgarlı Mahmud'a Türk sözlükçülüğünün atası unvanını kazandırmıştır.

Eseri şu ifadelerle bitirir:

" Hamdolsun âlemlerin Rabbi Allah'a… Hüseyin oğlu Mahmud der ki: Bu kitabı yazmaya başlarken Türk dilinin sözlerini toplama, kurallarını ve usullerini bildirme, ölçülerini açıklama, bölümlerini sıralama sözünü vermiştik. Bu sözümüzü yerine getirmiş, amacımıza ulaşmış oluyoruz. Gereksiz sözleri, fazlalıkları, kullanımdan düşmüş şekilleri kitabın dışında tuttum. Burada sona eren kitabımız sonsuza kadar varlığını sürdürsün. Hamd, ezelî ve ebedî olan Allah'a, salat ve selam Muhammed'e ve onun soyuna olsun..."

Çağlar öncesinde yazılan modern sözlük

Divân-ı Lügati't Türk, dil çalışmaları yanında Türk folkloru ve toplumbilimi araştırmaları için de vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır.

Kelimelerin anlamları, örnek cümleler, şiirler, atasözleri ve deyimlerle pekiştirilir. Sözlükte kelimelerin anlamlandırılması ve Türk boylarına ait bütün söz varlıklarının (küfür, argolar, edatlar, tabiat taklidi kelimeler vb.) yer alması bakımından değerlendirildiğinde modern bir sözlük hüviyeti kazandırır.

Türk dilinin sözlü edebi metinlerini ilk defa Divân-ı Lügati't Türk'ten öğrenmekteyiz. Sagu denilen ağıtlar, koşuk adı verilen koşmalar, sav olarak bilinen atasözleri ve nazım şekillerine ait bilgiler de sözlükte bulunur. Bunun yanı sıra Alp Er Tunga gibi destanlaşmış kahramanların bu sözlükte rastlarız. Tüm bu sebeplerden ötürü Divan-ı Lügati't Türk; dil, edebiyat, toplum ve sosyoloji tarihimiz bakımından çok önemli belgeleri toplayan bir kaynaktır.

Araplara Türkçeyi öğretmek için yazılan eseri aslında tek bir sebebe bağlamak da doğru değildir. Çünkü Kaşgarlı Mahmud bu görevi yerine getirirken hem Türk dili ile Arap dilinin bir muhakemesini yapar hem de Türk dili ve kültürü ile ilgili geniş ve çok yönlü bilgiler verir. Böylece, o, Türkçenin ve Türk kültürünün o çağ İslam topluluğu içindeki yerini belirlemeye çalışır.

Bunun dışında Kaşgarlı Mahmud ele aldığı Türk boy ve kavimlerinin oturdukları yerleri uzun uzun anlatır. Kullandıkları alfabe sistemlerinden, dillerindeki ses ve yapı ayrılıklarından, boy teşkilatlarından söz eder. Onların etnografyalarından inançlarına, gelenek ve göreneklerine, edebiyat ve folkloruna varıncaya kadar ayrıntılı bilgiler verir, bu bilgileri gerektiğinde hadisler, atasözleri, şiir parçaları ve dörtlükler gibi canlı örnekler sıralayarak açıklar. İlk Türk dünya haritası ve en eski Türk savları (atasözleri) onun kitabında yer alır.

Dîvânu Lugâti't-Türk'e göre Türk

Eserinin başlangıç bölümünde Tanrı'ya ve Hz. Muhammed'e övgüden sonra Türklerden övgüyle söz eden, Dîvânu Lugâti't-Türk'ün sonraki sayfalarında da hemen her fırsatta Türklüğü ve Türkleri öven Kâşgarlı Mahmud sözlüğünde Türk adını şöyle tanımlamaktadır:

"Türk Tanrı'nın selamı üzerine olsun Nuh peygamberin oğlunun adıdır. Nitekim 'İnsanın üzerinden (henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı) uzun bir süre geçmedi mi?' ayetinde Âdem peygamberin adı nasıl 'insan' sözüyle anılıyorsa Allah Nuh'un oğlu Türk'ün çocuklarına seslenirken bu adı kullanır. Ayetteki 'insan' sözü genel bir ad olarak yalnız bir kişi için kullanılmıştır. 'Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağılarının aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç' ayetinde geçen 'insan' sözü çokluğu, topluluğu bildirir. Türk sözü, Nuh'un oğlunun adı olduğunda bir kişiyi ifade eder. Oğullarının adı olduğunda da 'beşer' sözü gibi çokluğu ve topluluğu anlatır. Bu sözün tekliği ve çokluğu da kullanılır. Nitekim Rum da İshak peygamberin oğlu Esav oğlu Rum'un adıdır. Onun çocukları da bu adla anılmıştır.

Biz de, ad olarak kullanılan Türk'ün Allah'ın verdiği bir ad olduğunu söylüyoruz. Çünkü Kâşgarlı Halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin'in İbn-el-Garkî'den aktardığına göre İbn Ebi'd-Dünya adıyla tanınan Şeyh Ebu Bekr el-Mugide'l-Cerceranî'nin ahir zaman üzerine yazmış olduğu kitabında yazdığı ve yüce Peygamber'e dayandırdığı hadise göre Allahü Taala 'Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim ve onları doğuya yerleştirdim. Bir ulusa kızdığım zaman Türkleri o ulus üzerine musallat ederim' diyor.

İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı üstünlüktür. Yüce Tanrı, onların adlandırılmasını kendisi üstlenmiş, onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara 'Kendi ordum' demiştir. Bunların yanı sıra Türklerin güzellik, sevimlilik, zariflik, incelik, tatlılık, büyüklere saygı, sözünde durma, sadakat, alçakgönüllülük, yiğitlik, mertlik gibi her biri ayrı ayrı övülmelerini gerektirecek erdemleri anmaya gerek yoktur."

Aynı zamanda Divânü Lugâti't-Türk, insanlığın ortak hafızası Olarak UNESCO Dünya Belleği'ne dâhil edildi.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
>