Dinin kaynağı nedir?
İslam'ın bakış açısıyla "dinin kaynağı nedir?" şeklindeki bir soru akla makul gelen bir soru olarak görülmez, bu nedenle cevabını bulmak için kimse mesai harcamaz. İlk insan olan Âdem aynı zamanda ilk peygamber olduğuna göre dinin ne olduğu veya dinin kaynağı sorunu zaten bir mesele olarak kabul edilmemiş demektir. Din insanı yaratan yüce rabbin ona rehberlik etmek üzere gönderdiği bilgi ve nizamın ismi olduğu gibi illa bir tarihten söz edeceksek dinin tarihi insanın tarihi kadar eski olmalıdır. Bilginin kaynağı vahiy olduğuna göre İslam Âdem ile birlikte vahyin başladığını kabul eder, Âdem'e kitaplardan daha alt kategoride değerlendirilen 'suhuf' yani sayfalar (on sayfa) verildiği kabul edilir. Bununla birlikte Müslüman bilginler de en azından yazının, yazılı bilginin çok sonra ortaya çıktığını kabul ederler. O zaman sayfaları Allah'tan gelen bilgiler şeklinde yorumladıklarını da kabul etmek gerekir. Bu yönüyle sayfaların ne içerdiği ve Âdem'in nasıl bir bilgiye sahip olduğu sorunu ise nübüvvetin son halkasından geriye doğru bir bakışla izah edilir: Son peygamber ne öğrettiyse ve son peygambere hangi vahiy-bilgi geldiyse, ilk insana da o gelmiş olmalıdır. Zaman ve mekân nedeniyle bazı ayrımlar olsa bile işin özünde vahiy, hatta din birdir. Bu itibarla ilk peygamber Âdem ile birlikte din başlamış, insanlar dinleri tahrif etmiş, Allah ise sürekli peygamberlerle insanları doğru yolda sevk etmiştir. Üstelik bütün Müslümanlar Âdem'den son peygambere kadar dini bir süreklilik içinde ele almak istediklerinde, dinin müşterek ismini İslam olarak kabul ederler. "Tarih boyunca yaşamış her dindar gerçekte Müslümandır" cümlesi buradan gelir. Binaenaleyh dinin kaynağı meselesi İslam bakış açısıyla pek anlamlı sorun olarak görülmez. Bunun yerine insanların dini neden bozdukları sorunu, üzerinde durulmaya daha müsait bir konudur.
İslam'daki bu anlatı Müslüman toplumu günümüzde ne kadar ikna edebiliyor, bunu bilmiyoruz. Lakin modern araştırmalar dinin kaynağını ciddi bir sorun olarak ele alır. Başka birçok bahiste olduğu gibi başlangıcın nedenleri üzerinde durarak zaman içinde aşılması ve geçilmesi gereken meseleleri tespit etmek, modern araştırmaların dikkatini çeken en önemli konudur. Dini ortaya çıkartan psiko-sosyal şartlar tespit edilebilirse, dinin ne ölçüde gerçek, ne ölçüde aşılması gereken bir şey olduğu da tespit edilecektir. Burada hiç kuşkusuz sahih veya batıl veya başka bir tasnifle konuşacağımız bir ayrımdan söz edilemez. Dinleri sahih ve batıl diye ayırmak ancak 'hakikati' vahiyden gelen bilgiye dayandıran bir bakış açısının işi olabilir. Modern araştırmalara yön veren bakış açısı ise ilerlemeci tarih ve toplum anlayışının bir neticesi olarak basitten bileşiğe, ilkelden sofistike ve karmaşık olana doğru ilerleyen anlayıştır. İlerlemeci teori birçok alanda aynı yöntemleri kullanarak hayatın daha karmaşık formlara nasıl evrildiğini tespit etmek ve bu sayede insan idrakindeki gelişmeleri açıklamak ister.
Modern araştırmalarda dinin tarihi, insanın psiko-sosyal zaafları, evren içinde yaşama mücadelesi, korkuları, hayalleriyle vs. ilgilidir. Bütün bu şartlar ve saikler dereceli bir şekilde, insanların görece daha somut olandan daha soyut inançlara kadar birtakım düşünceler ve inançlar geliştirmesine yol açmış, kültürel karşılaşmalar sonucunda ise bunlar daha düzenli ve insicamlı yapılara doğru evrilmiştir. En nihayetinde dinler soyut yapılar kazanmış, güçlü ve merkezî Tanrı anlayışına ulaşmış; mitolojik çağların ardından dinler iptidai bir rasyonellikle insanlığı daha iyiye doğru taşımış, akıl ve bilgi çağının ortaya çıkmasıyla ise dinler miadlarını doldurmuş ve yerlerini bilime bırakarak basit bir ahlak anlayışı olarak varlığını sürdürme imkanı bulmuşlardır. Aşağı yukarı modern dünyada dinin kökeni üzerinde akla gelen yaklaşımlar bu şekilde özetlenebilir. Burada dikkate alınması gereken temel nokta insan korkuları ile hazların, özellikle hayal gücünün dinin gelişimindeki etkisi hakkındaki iddialardır. Bilhassa dil ve kültür üzerindeki antropolojik araştırmalar olmak üzere modern araştırmalar birçok yönden meseleye yaklaşabilme imkanları geliştirmiş, bir konudaki iddia daha uzak bir alandan desteklenebilmiş, bu sayede oldukça karmaşık ve takip edilmesi güç yaklaşımlar ortaya konulmuştur.
Müslüman toplumlar hiç kuşkusuz bu araştırmalardan ciddi ölçüde etkilenmiştir, daha doğrusu Müslüman aydınlar bu bakış açısının etkileri altında ciddi bir zihinsel bölünme yaşamış, bir kısmı böyle yaklaşımları dikkate almaksızın İslam'daki genel anlatıyı kabul etmiş olsa bile bazı insanlar ise tamamen modern araştırmaları ve iddiaları benimseyerek İslam'ın anlatısını 'mit' olarak okuma eğilimine gitmiştir. Halihazırda Müslüman toplumda bu sorunun ciddi bir şekilde tartışılması gerekir, bunda kuşku yoktur. En azından yeni bir anlayış geliştirmek gerektiğini söylemek mümkündür. Bunun için ilk insan, ilk peygamber telakkisini belki tamamen bırakmaksızın ara bir yol bulunabilir. Özellikle dinin tarih boyunca kazandığı formları dinin insanlarca inşa edilmesinin ve üretilmesinin gerekçeleriyle birlikte yeniden değerlendirerek dinin kaynağı sorununa yeni yaklaşımlar aranabilir. Bu sayede başlangıç olarak şunu görmek faydalı olacaktır: İnsanların korkuları, toplumsal alışkanlık ve adetleri, üretim-tüketim ilişkileri dinin yapısını derinden etkilemekte, psiko-sosyal ve kültürel şartlara göre din bir üslup ve muhteva kazanmaktadır. Sahih dinin bunu bozulma olarak görüp görmemesi bir yana vakıa bu şekilde gerçekleşmektedir.
Bu konuda daha ciddi değerlendirmeler, Müslüman toplumlarda antropolojik, dil ve kültür çalışmalarının daha ciddi yapıldığı zaman yapılabilecektir. Halihazırda biz geleneksel anlatıyı kabul etmeyi sürdüreceğiz, bilimsel olarak bir karşılık bulamazsak bile, tarihi sondan başa doğru okumaya devam edeceğiz.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.