Eşref Altaş
13.10.2025
Eşref Altaş
Yeşil göğün tahtında göğerenler
Tüm Yazıları

Yeşil göğün tahtında göğerenler

Bundan iki yıl önce Vav TV'de otuz dört bölümlük bir program yaptık. Programın adını "Göğerenler" koymuştuk. Rejide ilk birkaç hafta göğ erenler ya da göğe erenler söylenişi daha yaygındı. Zararı yoktu, ama programın ismi, göğe ermeyi doğrudan değil, dolaylı olarak işaret ediyordu. Çünkü her ne kadar kelimenin kökü "gök" olsa da isim "göğermek"ten türetilmişti. Türeten hangi kelimenin hangi anlamın karşısına konulduğunu açıklaması gerekir.

Burada, elverdiği oranda Göğerenler üzerine yazma arzusundayım. Şimdi bu yazılara, bir giriş olarak göğerenler kelimesinin anlamı üzerinde kısaca durarak ve kelimeye yüklediğimiz anlamı biraz açarak başlamak istiyorum.

***

Eski Türkçedeki kök ve göğ kelimelerini biz bugün gök biçiminde söylüyoruz. İlginç olan şudur ki bu kelime Kutadgu Bilig'de en çok kullanılan kelimelerden biridir. Ancak orada özellikle yaşıl kök (yeşil gök) şeklindeki kelime yalnızca bir doğa tasviri değil, aynı zamanda varlık düzeninin bir temsilidir. Buna göre gök, Tanrı'nın kudretini temsil eder; çünkü yıldızlarla bezeli sema, tıpkı Kur'an'da işaret edildiği gibi, adalet, hikmet ve ilim üzerine kurulu kusursuz ilahî nizamın bir remzidir.

Kutadgu Bilig'de kelimenin insan açısından bambaşka bir anlam kümesi içinde kullanıldığı da görülür. "Göğe ağmak" veya "başı göğe değmek" insanın manevî olgunluğuna, yeşil renk ise bu olgunluğun sonucunda erişilecek mutluluğa işaret eder. Gök ve cennet renginin yeşil olması, onunla mutluluk arasında bir yakınlık kurar. Yeşil gök böylece hem evrenin yapısı hem insanın iç seması haline gelir.

Ancak bu yeşil, öyle anlaşılıyor ki, bugün bildiğimiz yeşil değildir. Çünkü Dîvânu Lugâti't-Türk'e göre "kökermek/gövermek" veya "kök ton" gökyüzünün rengine benzeyen her rengin adıdır. "Göğel" de açık maviyle yeşil arasında, bugün bizim turkuaz diye bildiğimiz renktir. Karacaoğlan'ın "yeşil başlı gövel ördek/uçar gider göle karşı" dizeleri konuştuğumuz yeşil ve gövel kelimelerin barındırır. Ama öte yandan göl kelimesiyle suya -ki aslında onun rengi maîdir- uçar kelimesiyle de göğe -ki aslında onun rengi yeşildir- telmihte bulunur.

Aynı kökten türeyen göğermek ise gökleşmek ve yeşillenmek anlamlarını taşır. Anadolu ağzında "ğ"nin "v"ye dönüşmesiyle "gövermek" biçimini alır. Salt rengi ifade etmek üzere küflü peynire gövermiş peynir denilir. Ancak kelime bu anlamın ötesinde taze dalın yerden fışkırmasını anlatmak üzere filizlenmek anlamında da kullanılır. Dede Korkut'ta "Kaba ağaçta dal budağın kurumuştu, yeşerip göğerdi" biçiminde, Karacaoğlan'da "Başındaki kuru dalın göğersin" şeklinde geçer. Böylece göğermek eskilerin doğa gözlemleri doğrultusunda kış boyu donup kuruyan tabiatın yeniden uyanması, renklenmesi, yeşermesi ve filizlenmesini de ifade eder. Dane çekmiş ama henüz olgunlaşmamış ham ekin de göğ ekindir. Yunus Emre bu teşbihi kullanır ve der ki:

"Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere, göğ ekini biçmiş gibi."

***

Renk sembolizmi insanların en eski ilgilerinden biridir, denilebilir ki hâlen de yaygınlığını sürdürmektedir. Bu nedenle üzerine çok şey yazılabilir. Ancak bizim amacımız bu değildir.

Yukarıda belirttiğimiz anlam alanı insanın yer veya gök, su veya hava içinde olgunlaşacağını ima etse de burada sözünü edeceğimiz Göğerenler'e göre, tabiat insanın anlam arayışı için bir imkân alanı ama bir zorunluluk değildir.

Tabiatın varlığı, onun mümkün varlık olması sebebiyle, kendi içinde kalındığı müddetçe açıklanabilir değildir. İnsanın varlığı, kemali ve saadeti de doğada açıklanamaz. Stoalılar mutluluğu doğanın aklî düzenine uyumda bulur, çünkü her şey gibi insan da doğada bir doğa varlığıdır. Kızılderililer doğayı inanca dönüştürür, insan doğayla bütünleşir ve ikisi arasındaki sınırlar bulanıklaşır. Oysa İslam'da insan doğadadır, fakat doğalı değildir. Bu yüzden mutluluk da tabiat içinde tam anlamıyla bulunamaz.

Bu durumda göverme fiilinin ima ettiği yeşillenip filizlenmeyi ancak temsil ve benzetme olarak düşünmek daha makuldür. Göğerenler ismindeki ermenin anlamı da bu noktada tebellür eder. Erenler tabiatı temsil eden yerden, metafiziği temsil eden göğe erer, bu anlamıyla göğün altında (eski ifadeyle tahtında) yeşerirler. Onlar başka bir açıdan ise varlığın sırrına ermiş kimselerdir. Bu yönüyle de göğün üstüne ve ötesine geçerler. Böylece gök aşkınlığın, ermek tecrübenin, gövermek ise hayatın veya seyr ü sülûkün temsili haline gelir.

***

Göğerenler kelimesi üzerine bu kadar durmamızın sebebi, açıkça anlaşılmıştır ki filolojik bir merak değildir. Çünkü Göğerenler derken kastettiğimiz hayat serüvenleri, eserleri, soruları, düşünceleri, metinleri, şiirleri ile âlimler, sûfîler, filozoflar ve şairler kısaca düşünürlerdir. Mücahitler ve alperenler, kılıçlarıyla toprağı ve şehri yurt kılarken, göğerenler de kalem ve mürekkepleriyle aklı, nefes ve sözleriyle gönlü yeşertmişlerdir. Şehrin taş ve toprakla inşası ancak buna eşlik eden ben inşası ile tamamlanmıştır.

Göğerenler üzerine yazmak bu anlamda geçmiş inşanın seyrine dair yazmaktır. Ancak bu, meselenin bir yönüdür, diğer yönü ise çok yönlü bir irtibat meselesidir. İrtibatın raptının sadece geçmişe olması gerekmez. Bu nedenle asıl amaç köklü bir arka plandan hareketle, bir yandan İslam düşüncesinin bilfiil hale gelmiş düşünce mirasını örneklemek, öte yandan bugünde düşünmenin imkanını araştırmaktır.

Eşref Altaş

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.