İsrail'i desteklemek sadece bir uluslararası ilişkiler meselesi olmadığı için ve konu, ahir zaman kehanetlerinden kaynaklanan bir zorunluluk meselesi olarak görüldüğü için New York'taki bir Evanjelik Protestan'ın günlük ibadetlerine İsrail'in Ortadoğu'daki gücü ve hakimiyetinin pekişmesi için duayı eklemesi olağandır.
ABD'nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı, din siyaset ilişkilerinin sadece az gelişmiş ya da gelişmekte olan Batı dışı ülkeleri anlamak için değil bizzat Batılı ülkeler için de önemli olduğunu gösteriyor. Batılı ülkeler, din ve siyaset arasındaki sınırları net şekilde çizdiklerini ve sınırların ihlalini engelleyecek kurumsal tanımları yaptıklarını savunuyorlardı. Bu tasviri temel alacak olursak ABD'nin dış politikasındaki İsrail önceliğini sadece real politik çerçevede ele almamız gerekir. Buna göre İsrail, ABD'nin Orta Doğu'daki çıkarlarını koruması için en önemli ve en güvenilir partner olarak değerlendirilir ve ilişkiler ona göre dizayn edilir. Peki, gerçekler bununla mı sınırlı? Oysa biliyoruz ki, Trump'ın Kudüs kararı ne sadece İsrail'in güvenliği ve talebi için ne de sadece Amerikan çıkarları için alınmıştır. Bu karar, aynı zamanda, Trump kabinesinde etkili olan ve seçmenlerinin önemli bir kısmını oluşturan evanjelik Protestanların, Hıristiyan Siyonistlerin ve fundamentalistlerin (bunlar iç içe geçmiş gruplardır) ahir zaman öğretilerinin gerçekleşmesi için atılmış bir adımdır. Bu kararda etkin olanlar ise sadece İsrail lobileri ve Siyonist Yahudiler değil aynı zamanda ve yer yer onlardan daha şiddetli biçimde savunuculuk yapan Hıristiyan Siyonistler ve köktendinci yorumları sahiplenen Evanjeliklerdir.
TRUMP-EVANJELİK KOALİSYONU
Öncelikle şuradan başlayalım. Kendisi pek dindar biri olmasa da Trump, Evanjelik Hıristiyanlardan önceki Cumhuriyetçi adayların alamadığı desteği (yüzde 81) gördü. Bu durum, kimilerince H. Clinton antipatisinden kimilerince endişeli Evanjeliklerin siyaseten temsil edilme arzularının Trump tarafından karşılanacağına yönelik beklentilerden ileri geliyordu. Buna bir de haftalık İncil okumalarını ihmal etmeyen, sıkı bir Evanjelik olan başkan yardımcısı Mike Pence'in etkisi eklenebilir. Ancak Trump'ın etrafındaki Evanjelikler Pence'le sınırlı değil. İsrail medyasından Haretz'e göre Rusya ile ilgili suçlamalarda Trump'ı savunan avukat Jay Sekulow da sıkı bir Evanjelik Hıristiyan. Trump'ın Beyaz saray sözcüsü Sarah Huckabee Sanders ise Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınması için lobi yapan Evanjelik bir lider olan eski vali Mike Huckabee'nin kızı.
Bush'tan sonra Trump'ın da yakın ilgi gösterdiği ve 12 Temmuz 2017'de fundamentalist kanal The 700 Club'da Trump'ı ağırlayan Pat Robertson'a göre Tanrı'nın şehrini (Kudüs) ikiye ayırmak ve iki devletli çözümde aracılık etmek Tanrı'nın gazabına yol açacak önemli bir hata olacaktır. Fundamentalist lider Robertson'ı takiben Hıristiyan Koalisyonu'nun önemli temsilcisi olarak temayüz eden Ralph Reed ise Başkanın Kudüs kararının ardından Beyaz Saray'a gidip Trump'a "Friend of Zion" ödülünü verenler arasında yer alıyor. John Hagee ve Kudüs kararını "Evrendeki çok önemli bir manevi değişim" olarak tanımlayan Jentezen Franklin gibi vaizler de kararı Yahudilere fırsat bırakmayacak kadar ateşli biçimde savunuyorlar. Öte yandan, 'Kudüs dua timi'ni kurarak 30 milyon Evanjeliğe Kudüs'ün İsrail'e verilmesi için dua ettiren Evanjelik lider Michael Evans, kararın ardından verdiği demeçte "Pazartesi Trump'ı göreceğim ve ona şunu diyeceğim: "Sen Kral Cyrus'sun, çünkü onun gibi tarihi ve kehanet içeren bir iş yaptın. Tanrı onu kullanmış ve o Yahudileri kurtarmıştı." Son olarak şunu hatırlatalım: Mayıs 2017'de Hıristiyan liderler ağı olan American Christian Leaders for Israel (ACLI) örgütüne bağlı 60 kadar Hıristiyan temsilci, Trump'a bir mektup göndererek büyükelçiliği Kudüs'e taşımasını talep etmişlerdi. Kasım 2017'de 60 milyon Amerikalıyı temsil ettiklerini söyleyen ACLI temsilcileri, Trump'a yeni bir mektup göndererek, seçim öncesinde 650'den fazla Hıristiyan lidere verdiği sözü tutmasını talep etti.
Kararın destekçileri arasında Pamela Geller gibi sıkı İslamofobikler ve Trump'ın kampanyasına büyük mali destek sağlayan Sheldon Adelson gibi Yahudiler de mevcut. Zaten durumdan en çok memnuniyet duyanlar Siyonist Yahudiler. Bunlardan biri de Trump'ın Orta Doğu politikalarını şekillendirmesinde önemli bir isim olan ve kızının Yahudi olmasını sağlayan damat Jared Kushner.
İsrail'e verilen destek yalnız Evanjelik vaizler, Hıristiyan Siyonist lobiler ya da Yahudi iş adamları arasında yaygın değil. Pew Research Center'ın 2013 araştırma sonuçlarına göre ABD'deki beyaz Evanjelik Protestanlar'ın yüzde 82'si İsrail'in Tanrı tarafından Yahudilere verildiğine inanıyor. Oysa bu oran Yahudiler arasında sadece yüzde 40.
YENİDEN DOĞUŞÇU ÖĞRETİ
ABD'de yaygın olan Evanjelizm, yeniden doğuşçu bir öğretiyi benimser. Yeniden doğuşçuluk (born again), bireysel bir inanç tecrübesiyle İsa'nın yol göstericiliğini esas alan bir Protestanlık yorumudur. İncilî müjdeyi yaymak, en önemli prensiplerindendir. Yüzyılın başında modernleşme ve sekülerleşmeye bir tepki olarak Evanjelik Hıristiyanların içinden çıkan fundamentalist tepki, kutsal kitabı literal şekilde, yorumsuz okumayı gerekli görürken (buna evanjelik Protestanların yüzde 68'i inanır); kutsal kitaba sadece hakikat öğretisi için değil, aynı zamanda dünyanın sonunda neler olacağıyla ilgili de başvurmaktadırlar. Burada pre-millenarizm olarak tanımlanan, dönemlere ayrılmış bin-yılcılık öğretisi karşımıza çıkar.
John N. Darby (ö. 1882)'in vaz ettiği öğretiye göre tarih yedi döneme ayrılmıştır ve insanlık halen altıncı dönemini yaşamaktadır. Tarihi değişimin tümüyle Tanrısal müdahaleyle mümkün olduğunu söyleyen bu öğretiye göre Tanrı her bir dönemi yargılayarak (felaketler göndererek) kapatmıştır ve son olarak Armagedon'da yaşanacak savaştan sonra yedinci dönem, yani İsa Mesih'in hükümranlığındaki bin yıllık süreç başlayacaktır. Ancak dünyanın sonu yaklaştığında gerçek inanç sahipleri yeryüzündeki korkunç hadiselerden etkilenmemek üzere göğe yükselecek, bunu İsa'nın yeryüzüne dönüşü takip edecek ve Şeytani güçler karşısında İsa'nın ordularının Kudüs yakınlarında Armagedon'daki zaferiyle bin yıllık barış dönemine girilecektir.
Darby'nin öğretisinde Yahudilere merkezi bir rol verilir. Bunun sonraki yıllardaki yansıması dikkat çekicidir. Karen Armstrong'un The Battle for God adlı kitabında yer verdiği üzere fundamentalistler 1917 Balfor Deklerasyonu'nu büyük bir heyecanla karşılamışlardı. İsrail'in 1948'deki kuruluşunu ise gelmiş geçmiş en meşhur Evanjelik fundamentalist vaiz Jerry Falwell, "İsa Mesih'in yeryüzüne dönüşü için en büyük işaret" olarak değerlendirmiş; İsrail'in kurulduğu günü, İsa'nın cennete yükselişinden sonraki en önemli gün ilan etmişti.
İsrail'i desteklemek sadece bir uluslararası ilişkiler meselesi olmadığı için ve konu, ahir zaman kehanetlerinden kaynaklanan bir zorunluluk meselesi olarak görüldüğü için New York'taki bir Evanjelik Protestan'ın günlük ibadetlerine İsrail'in Orta Doğu'daki gücü ve hakimiyetinin pekişmesi için duayı eklemesi olağandır. Çünkü Yahudiler kutsal topraklara hakim olmadıkları sürece İsa Mesih geri dönemeyecektir.
Evanjelik gelenek içinde güç kazanan bu öğretinin Yahudilere dair yerleşik olumsuz imajı yıkması ve onları köktenci teolojilerinde ayrıcalıklı bir yere konumlandırması, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Bu minvalde binyılcılığı yorumlayan popüler düzlemdeki en önemli eserlerden biri Hal Lindsey'e aittir. Lindsey'in 1970'de yayınlanan The Late Great Planet Earth adlı eserinden 1978'de 9 milyon 800 bin kopya basılmıştır. Pek çok dile çevrilen kitap, bin yılcı yaklaşımın Evanjelikler arasında hızla yayılmasına yol açmıştır. Lindsey'e göre içinde bulunulan altıncı dönem, inananların İsa'nın yanına yükselişiyle bitecek, bunu İsrail'in kritik rol oynadığı ve III. Dünya savaşının başladığı yedinci dönem takip edecektir. Bu süre boyunca İsa'ya inananların sayısı artarken Yahudilerden sadece 144 bin kişi iman edecektir. Lindsey'e göre 1948'de İsrail devletinin kuruluşu kadar, 1967 Kudüs'ün alınması da bu eskatolojik anlatının gerçekleşmeye başlaması açısından önemlidir. Ancak İsa'nın yeryüzüne dönüşü için üçüncü bir işarete daha ihtiyaç vardır ki o da Süleyman Mabedi'nin yeniden inşasıdır.
Lindsey'in yazdıklarını kritik eden teolog C. Vanderwaal, onun görüşlerinin dünyada önemli bir güç olma isteğindeki milliyetçi Yahudilerden etkilendiğine işaret etmiş ve buna "Hal Lindsey'in yanlış fikirleri Yahudi hayallerinin bazen nasıl Hıristiyan düşüncesine sızdığını göstermektedir. Bu tür hayaller, karşı durmamız gereken ayartmalardır" diyerek itiraz etmiştir.
AMERİKAN YÖNETİMLERİ
Son dönemlerde özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde ağırlık kazanan Evanjelik öğretinin başkanlık düzeyindeki ilk savunucusu Trump olmamıştır. Daha önce Başkan Reagan da bu grupların desteğini almış, ancak beklentileri karşılamadığı için hayal kırıklığı yaratmıştır. Kendisi de "yeniden doğmuş" bir Hıristiyan olan George W. Bush ise, burada anlatılan teolojik yaklaşımın Amerikan devletinin en üst seviyedeki temsilcisi olarak elinden geleni yapmıştır. Obama döneminde ise fundamentalist Evanjeliklerin fazla yüz bulamadığı bir dönem yaşanmıştır. Ancak Trump'ın göreve gelmesiyle fundamentalist Evanjeliklerin hevesleri kabarmakla kalmamış, Kudüs kararında gözlendiği gibi talepleri hayata geçirilmeye başlanmıştır.
Önemli bir siyasi ve kamuoyu desteğine sahip olan bu köktendinci öğretinin politik dile tercümesi, Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözümü yok sayar; dolayısıyla barış sürecine destek verme durumu söz konusu değildir. Bundan sonra yeni adımlar için hazırlık yapılacağını tahmin etmek zor değildir ki o da İsa'nın dönüşü için gerekli görülen Süleyman Mabedi'nin inşasıdır.
Evanjelikler ve Yahudiler, Filistin coğrafyasının kaderi konusunda uzlaşmış görünüyor. Müslümanlarsa her şeye rağmen itirazlarını yükseltmeye devam ediyor. Kudüs'e dair verilen ABD kararının hemen ardından İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Türkiye başkanlığında acil olarak toplanabilmiş olması ve Trump'ın kararını yok sayması, İslam dünyasındaki mevcut ayrışmalara rağmen umut verici bir girişimdir. Umarız, Müslümanlar Siyonizm temelinde bir araya gelen koalisyona karşı dünyada oluşturacakları (diğer din mensuplarının da desteklediği) güçlü bir koalisyonla karşı durmayı başarırlar.