Özel bir durumun içindeyiz. Bilmediğimiz ve görmediğimiz bir musibetle sınanıyoruz. İnsanlık tarihinde örnekleri çok olan, maalesef bizim de hayatımıza denk gelen bir salgın felaketi yaşıyoruz. Bunca imkâna rağmen çaresiz kalıyorsak, yine de eski insanların halini düşünüp şükretmemiz gerekiyor. Ölsek de bin şükür.
Evimizde kalmak, mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmamak, salgını yaygın hale getirmemenin ve kontrol altına almanın birinci yolu olarak ortak kabul görmüştür.
İsmet Özel üstadımızın "eve dön" dediği yerdeyiz. Şarkıyı hatırlamaya çalışıyoruz.
Şunu özellikle söylemek isterim: Evde kalmak ile evde yaşamak aynı anlama gelmiyor. Bu, "sana güveniyorum ama insana güvenmiyorum' gibi bir şeydir.
Maruz kaldığımız bu salgın hadisesinde, sokakta işlenen suçların azaldığı, buna karşılık aile içi şiddet vakalarının arttığı ifade ediliyor. Öte yandan, internet üzerinden alınan kitap ve dergilerin sayısında ciddi bir yükselme var. Evde kalmak ile evde yaşamak arasındaki farklardan biri de bu mudur? Evde kalan bunalır, sıkılır. Evde yaşayan ise kendine faydalı olacak meşgalelere yönelir.
İçinde bulunduğumuz zorlu günler, hayatımızı temize çekmek, muhasebe yapmak, tefekkür etmek için bulunmaz bir fırsattır.
Birkaç gün önce eski bir dostumla telefon üzerinden sohbet ettik. "Hem camia hem kişisel, yirmi yıl önce neredeysek işte oraya dönüyoruz" dedi. Salgından bağımsız olarak söyledi bunu. Konuşmadan sonra dergimizin nisan sayısındaki isimlere baktım. Hiç böyle düşünmemiştim fakat doğru. Mesela son yirmi yıldaki 'kazanımların' nereye gittiğine kafa yorabiliriz. İnsan ilişkilerinden türlü konulara kadar, kazanım olarak gördüklerimiz, yükten başka bir şey değilmiş demek ki. "Birkaç istisna hariç" diyelim de tamam olsun.
***
Ümitsizlik bize uzaktır. Karamsar değil, iyimser olmalıyız. "Neşeli körlük" derecesine düşmeyen bir iyimserlikten bahsediyoruz.
Bu çetin günlerde, kara gelişmelerden ziyade beyaz haberleri duyurmalı, güzellik ve incelikleri paylaşmalıyız. Bunlar insanımızın moral ve maneviyatını kuvvetlendirir. Diyanet ve dirayet artar.
Kıyamet koparken dahi elimizdeki fidanı dikmemiz buyrulmuyor mu?
Tarlalar ekiliyor, seralarda hasat yapılıyor, tedarik zincirinin en önemli halkası olan müesseseler çalışıyor, devletimiz tüm kurumlarıyla ayakta duruyor, sağlıkçılarımız adanmışlık örneği sergiliyor, kitaplar çıkmaya, dergiler yayınlanmaya devam ediyor. Morglardan ve yoğun bakım ünitelerinden ziyade buralardan seslenmeliyiz.
Bir bahar mevsiminin nasıl ziyan olup gittiğini yazmak yerine, önümüzdeki baharları konu edinmeliyiz. Ölmez sağ kalırsak eğer nice bahar göreceğiz.
Tamam, bunca ölüm ve acı varken caddelerde bando takımları gezmesin, sözde konserler verilmesin. İnsanı dinç tutacak, hepimize şevk verecek sayısız başarı ve fedakârlık hikâyesi yaşanıyor. Bunları daha sık ve özenli bir şekilde gündeme getirebiliriz.
Dünya çapında bir salgın hastalık yaşanıyor. Bu gerçeğe tamamen kayıtsız kalmak, hiç yokmuş gibi davranmak elbette mümkün değildir. Alınan önlemlere uyacak, tehlike karşısında çevremizi uyaracak, tedbiri elden bırakmayacağız. Bütün bunları yaparken, yeise kapılmamalı, maneviyatımızı yüksek tutmalıyız. Söylemeye çalıştığımız budur.