Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale şehitleri ve gazileri için yazdığı şiirin Türk edebiyatının abidevi metinlerinden biri olduğu erbabının ve ehlinin kabul ettiği değişmez bir hükümdür. Büyüklüğü hem konusundan hem de şiirin kusursuz olmasından geliyor. İçerik ve biçimin mükemmel olduğu bu şiirin Çanakkale şehit ve gazilerinin Bedir savaşına katılan ashab-ı kirama benzetildiği mısraı zaman zaman tartışılıyor.
Sadece o mısraı aldığımda meselenin anlaşılmasında sıkını yaşanacağını düşündüğüm için birkaç beyit öncesinden alarak alıntılıyorum.
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Şiirin devamı ile birlikte düşündüğümüzde bir ordu bundan daha güzel nasıl övülebilir, bilemiyorum. Meseleyi uzatmamak için şiirin diğer beyitlerine girmeyeceğim ama sadece şu beyitlere bakarak Mehmet Akif'in çok büyük bir şair olduğunu söylemezsem içime dert olurdu. Böyle büyük bir şiir yazan büyük şairin İstiklal Marşı'nda olduğu gibi şiirin arkasında kendisini gizlemesi onun ne kadar mahviyetkar ve mütevazi olduğunu da gösteriyor.
Biz yine konumuza dönelim.
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Bu mısraı Mehmet Akif'in Bedr'in arslanları zira, sana tek rehber idi' şeklinde değiştirdiği iddia edildi. İddia eden kişi de doğru sözlü biri olduğuna göre Mehmet Akif'in şiirini anlamayanlar veya bu dize yüzünden tartışılmasını istemediği için değiştirmiş olabileceğini düşündüm. Yerine yazılan dize için de benzer eleştirilerin söylenebileceğini, sözlerin değişmesiyle maksadın değişmediğini görüyoruz.
Mehmet Akif'in bu dizesini açıklamadan önce şu üç konu hakkında açıklama yapmak zarureti var: Efdaliyet, tahsis ve teşbih.
Efdaliyet meselesi
Efdaliyyet yani insanlar arasında kimin daha faziletli veya üstün olduğu meselesi ulemayı meşgul etmiş ve akait kitaplarında bir bahis olarak yer almış. Ulema meseleyi halletmek için önce kelimenin kökü olan fazl kelimesine gitmiş ve iki anlama gelecek şekilde açıklamış ve bunlara 'Fazl-ı ihtisâs' ve 'Fazl-ı mücâzât' demişler.
Cenabı Mevla'nın hiçbir şey yapmadığı halde yarattığı canlılardan her birine ihsan ettiği fazla fazl-ı ihtisas demişler. Bir kulun işlediği güzel bir amelden dolayı Allah'ın buyurduğu ihsana da fazl-ı mücâzât demişler ve mesele bu mücazat olan fazilet üzerinden tartışılmış. İnsanları Allah, İslam ve peygamber için yaptıklarına göre derecelendirmişler.
Bizim ulemaya göre peygamberimiz, meleklerin elçilerinden, meleklerin elçileri sıradan insanlardan, sıradan insanlar da sıradan meleklerden üstündür.
Üstünlük sıralamasında ilk sırada peygamberimiz yer alır. Ondan sonra cennetle müjdelenen on sahabe gelir. Onlar içinde ilk sırayı ilk dört halife alır. Bu on kişiyi peygamberimizin gözünün nuru iki torunu, amcaları Hamza ve Abbas, yeğeni Cafer-i Tayyar izler. Daha sonra ise Bedir savaşına katılan 313 sahabe gelir. Onu Uhud ve Akabelere katılan Müslümanlar takip eder.
İlk sıradakiler peygamberimizin en yakınları ve akrabalarıdır. Bu grubu dışarıda tutarsak sıralamada ilk sırada Bedir ashabı yer alıyor. Müslümanlar bu savaşta sayıca ve silahça kendilerinden kat be kat üstün bir orduyu yendiler. Bedir savaşı kaybedilseydi İslam büyük darbe alacaktı. Dolayısıyla İslam tarihinin en önemli savaşı idi ve bir ordu İslam tarihinde bir başka orduya benzetilecekse bu Bedir savaşını kazanan ordu olmalıydı.
Mehmet Akif iki ordu arasında üç yönden benzerlik kurar. İlki Çanakkale'nin bizim için bir var olma savaşı olması, geçildiği takdirde büyük bir bozguna uğramamız durumunda devleti kaybetme ihtimalinin olmasıdır. İkinci benzer nokta sayıca ve silahça düşmanlardan daha iyi durumda olmamamızdır. Üçüncüsü de her iki savaşın savunmak amacıyla verilmiş olmasıdır. Mehmet Akif'in Çanakkale'yi benzeteceği daha güzel bir örnek olamazdı.
'Ancak' edatı ile yapılan tahsis
Bu dizelerde dikkatinizi çekmek istediğim kelime ancak edatıdır. Bu kelime benzetme edatı olduğu gibi aynı zamanda tahsis için de söylenmiştir.
Tahsis bir kelime veya kelime grubunun ifade ettiği anlamı diğer bir kelime ve kelime grubuna yüklemektir. Mesela şu iki cümle:
İmtihanı ben kazandım.
İmtihanı ben kazandım.
Arasında anlam bakımından büyük bir fark vardır. İkinci cümlede gelen sadece edatı imtihanı kazanmayı ben'e yüklemektedir. Ondan başka kimsenin imtihanı kazanmadığını gösterir. Şu dizelerde de aynı şey söz konusudur.
Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr
Benim artık yalnız sana itimadım var (Sebahattin Ali)
Şair yalnız edatı ile rüzgârdan başka kimseye güvenmediğini güçlü bir şekilde ifade etmiş olmaktadır. Özetle şair ancak diyerek şanlı olmayı Bedr'in aslanlarına tahsis etmektedir.
Teşbih
Mehmet Akif Çanakkale'de savaşan Mehmetçiği şanlı olmak bakımından Bedir'de savaşan 313 sahabeye benzetmiştir. Burada unutmamız gereken şey teşbihte benzeyenin benzetme yönü bakımından kendisinden daha üstün hatta tarih boyunca en üstün olan bir şeye benzetilmesi kuralıdır. Cömertlik bakımından benzetme yapılacaksa ya Halil İbrahim'e ya da Hatem-i Tai'ye benzetmek gibi. Mehmet Akif de Çanakkale savaşını kazanan orduyu şanlı olmaklık bakımından fazilet bakımından en üstün olan Bedir'de savaşanlara benzetecekti ve böylece Bedir ashabının o şanlı ve muzaffer ordudan derece bakımından daha üstün olduğunu da ifade etmiş oluyor. Burada bir mukayese söz konusu olmayıp teşbih bulunmaktadır.
Yaşadığı dönemin İstanbul'unda Arapçayı en iyi bilen dört kişiden biri olan, hafız, dini ilimlerde derinlik sahibi, samimiyetinden ve imanından kimsenin zerrece şüphe etmeyen birinin itikadını sorgulamak sanırım ancak cahillerin gösterebileceği bir cesaret olsa gerek.
Şeyhülislamın verdiği ceza
Şiirden anlamayanların yaptığı eleştirilere cevap vermek gereksiz ama dinleyenler ve okuyanların kafasının karışmaması için açıklama yapmakta fayda var.
Şeyhülislam Yahya Efendi'nin çok beğendiğim meşhur bir beyti vardır:
Mescidde riyâ-pîşeler itsün ko riyayı
Meyhaneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî
Zamanın ham softa hocalarından Hurşit Çavuş Fatih Camii kürsüsünde vaaz ederken bu beytin apaçık küfür olduğunu, söyleyenin ve okuyanın kafir olduğunu iddia eder. Tabi cemaat arasında beytin Yahya Efendi'ye ait olduğunu bilenler de vardır ve hocanın sözlerine itiraz edenler olduğu gibi hemen Yahya Efendi'ye haberi yetiştirirler.
Herkes Şeyhülislam'ın bu hoca efendiyi cezalandırmasını bekler. Nitekim cezalandırır da. Ama herkesin bildiği ve beklediği şekilde değil. Şiiri bilen bir hocadan o hoca efendiye şiiri öğretme ve birçok şiir ezberleme cezası.
Şiir okumayan ve anlamayanlar kürsüye çıkmasın, eline mikrofon almasın.