Mesnevî'nin ilk cildinin sonlarına doğru "Hz. Ömer zamanında şehirde yangın çıkması" (3707-3720. Beyitler) başlıklı bir hikâye yer alır. Hz. Pîr, Mektubât'ında bir cümlede aktardığı olayı burada geniş bir şekilde yorumlayarak anlatır. Her ikisinde de mesaj açıktır: Az sadaka çok bela def eder. Başımıza gelen belalardan sadaka vererek ve iyilik yaparak kurtulabiliriz. Fitne ateşini söndürecek su hayır işleridir.
Hz. Ömer'in hilafeti döneminde çıkan bir yangında yola çıkarak insanlara Allah rızası için yardım etmenin, sadaka vermenin ve cömertliğin faziletlerine vurgu yapılan hikâyeyi kısaca özetleyeyim.
Hz. Ömer'in zamanında büyük bir yangın çıkar ve neredeyse şehrin yarısı yanar. Söndürmek için çalışıldıkça yangın daha da şiddetlenir. Yangın sönmeyince Hz. Ömer'e gelinir ve yangının nasıl söndürüleceği konusunda görüşü sorulur. Hz. Ömer de o ateşin kıvılcımının cimrilik olduğunu, Allah rızası için cömertlik edilmedikçe, yardım ederken de insanlar arasında ayrım yapılmadıkça yangının söndürülemeyeceğini söyler.
Hz. Ömer yanına gelenlere ayrıca yardım yaparken ayrım yapmamalarını, "Mal tohumdur, her çorak yere ekme; kılıcı her yol kesicinin eline verme" diyerek aldıkları yardımla toplumun huzurunu bozanlar karşısında dikkatli olmalarını ve bu tip kimselere yardım edilmemesi konusunda tavsiyelerde bulunur.
Mevlâna Hazretleri hikâyeyi anlattıktan sonra diğer hikâyelerde olduğu gibi çıkartılması gereken ibretleri sıralar. Bizden, din ehli ile kin ehli yani samimi bir şekilde Allah rızası için çalışanlarla nefsi için çalışanlar arasındaki farkı anlamamızı bekler. Bunu anlamanın yolunun ise Allah'ı ananlarla ve onun rızasına uygun yaşayanlarla birlikte olmak olduğunu söyleyerek hikâyesini tamamlar.
Şehir mi Medine mi?
Hikâyenin mesajı açık olmakla birlikte vuzuha kavuşturulması gereken iki konu var. Biri şehir ile kastedilen yerin yangın çıkan bir şehir mi, yoksa Medine mi olduğu yani yangının nerede çıktığı, diğeri de konuşmaların yangın esnasında mı yoksa yangından sonra mı olduğu konusudur. İkisi birbiriyle yakın ilgili olduğu için cevabı da birlikte vermiş olacağız.
Mesnevî'de "âteş üftâde der şehr" olarak geçen kelime şerh ve tercümelerin kimisinde şehir kimisinde de Medine olarak tercüme edilir. Şehir ile Medine'nin kastedildiğini yazanlar Medine'nin hilafet merkezi olması ve Hz. Ömer'in de orada bulunmasından dolayı bu kanaate varmış olmalılar.
Hikâyeye baktığımızda yangını söndüremedikleri için Hz. Ömer'e geldiklerine göre yakın bir yer olmalı. Ancak Medine'de hikâyede anlatıldığı kadar büyük bir yangın çıksa Hz. Ömer'in haberdar olmaması ihtimal dahilinde olmadığı için Medine'nin merkezinden görülemeyecek ve bilinemeyecek kadar uzak bir yerde olmalı.
Abdülbaki Gölpınarlı şerhinde, İbn Esir'in tarih kitabında 640 senesinde vuku bulan olaylar arasında Medine yakınlarında çıkan bir yangından da bahsedildiğini aktarır.
"Hicretin 19. yılında Harretü Leylâ denilen, Medine'ye yakın bir yerde ateş akmaya (yangın çıkmaya, yayılmaya) başladı. Bunun üzerine Hz. Ömer, sadaka verilmesini emretti. Ve insanlar sadaka verince ateş söndü." (İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, 2/382)
Tahirü'l-Mevlevî ise yangın ile Medine yakınlarındaki bir yanardağın patlaması ve ateşlerinin şehre kadar gelmesi olduğunu ihtimal dahilinde görür. İbn Kesîr'in, el-Bidâye'sinde verdiği bilgiye göre 640 yılında "Hicaz ateşi" olarak tarihe geçen volkanik faaliyetler devam etmektedir. Hz. Ömer zamanında Harretü'l-Leylâ'da ve Harretü'n-Nâr'da gerçekleşen patlamalar volkanik patlamalardır. Dolayısıyla Tahirü'l-Mevlevî ile Abdülbaki Gölpınarlı'nın işaret ettiği yangınlar lav akıntıları Medine yakınlarına kadar tarih kitaplarında zikredilen volkanik patlamalar olmalıdır. Volkanik patlamalar sonucu akan ateşli sıvılar, su taşımakla söndürülecek türden yangın olmadığı için hikâyede bahsedilen farklı bir yangın olması gerekir.
Diğer şehirlerdeki yangınlar
Hz. Ömer devrinde (634-644) Basra ve Kufe'de de yangınlar çıktığını biliyoruz. 638'de Basra ve Kûfe'de çıkan büyük yangınlarda birçok ev yanmış, birçoğu da ağır hasar görmüştü. Bunun üzerine Kûfe valisi Sa'd b. Ebî Vakkâs evi yanan kişilerden oluşan bir heyeti Hz. Ömer'e göndermiş ve bu heyet Hz. Ömer'e hem yangın haberini vermiş hem de evlerini kerpiçten yapmak için izin istemişlerdi. Hz. Ömer'in onlara şöyle cevap verdiği rivayet edilir: "Yapabilirsiniz, fakat hiçbiriniz üç odadan fazla yapmayın. Büyük evler yaparak kibirlilik ve ululuk göstermeyin. Allah resulünün sünnetinden ayrılmayınız ki devlet de sizden ayrılmasın."
Benim hikâyeden anladığım kadarıyla yangın Medine'de çıkmadı. Bir başka şehirde çıktı. Yangından sonra Hz. Ömer'e geldiler ve Hz. Ömer onlara birtakım tavsiyelerde bulundu. Bu tavsiyeler ise iki kısımdan oluşuyor. İlki maddî ve aklî, ikincisi manevî tavsiyeler. İlk önce bir daha tekrarlanmaması için kerpiçten ve en fazla üç odalı yapmaları, yani yangın olduğunda az hasar verecek şekilde yapmalarını tavsiye ettikten sonra onlara bir Müslümanın nasıl davranması gerektiğini hatırlatmakta. "Büyük evler yaparak kibirlilik ve ululuk göstermeyin." sözü bize Kuran'da hikâyesi anlatılan Ad kavminin başına gelenleri hatırlatır.
Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. Onlar, kendilerini yaratan Allâh'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar, bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı." (Fussilet, 15)
Hz. Ömer'in "Allah resulünün sünnetinden ayrılmayınız sözleri" ise Hz. Peygamber'in şu hadis-i şerifini hatırlatmakta:
Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belaya da dua hazırlayın.
Hikâyede vuzuha kavuşturulması gereken iki konu kanaatimce bu şekilde anlaşılabilir oldu.
Yangın nerede?
Mesnevî bir tarih kitabı, Mevlâna da tarihçi değil. Onun için yangının nerede çıktığı da o kadar önemli değil. Onun için önemli olan vermek istediği mesaj, bizim almamız gereken ibret. Almamız gereken ibreti de hikâyenin son kısmında bize anlatmakta.
Mesnevî'de hikâye her ne kadar tamamlanmış olsa da hikâyeyi farklı bir şekilde yorumlamamız da mümkün.
Şehir ile kanaatimce Hacı Bayram Veli'nin meşhur nutk-ı şerifinin matlaında geçen "Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde" mısraında da olduğu gibi kalp kastedilmekte. Yangın çıkması gönül rahatsızlığı, geçmek bitmeyen huzursuzluk, dert, maddî ve manevi sıkıntılardır. Allah'tan uzak olmanın vermiş olduğu sıkıntıdır, derttir, bedbahtlıktır. Su döktükçe ateşin kuvvetlenmesi ise bu huzursuzluğu yine dünyaya ait olan zevkler ve eğlencelerle gidermeye çalışmaktır. Hz. Ömer ise devamlı Allah'ı anan mürşid-i kâmil mesabesindedir.
Hz. Ömer'in verdiği reçetede hem maddi hem manevi ilaç bulunur. Şehri yani gönüldeki yangını söndürmek için önce zâhiri önlemler alınır. Bunlar da ibadetlerdir. Zahiri önlemlerin kalıcı olması için de kuvvetlendirilmesi gerekir. Bu hikâyede bunun yollarından biri yani iyilik yapmak ve paylaşmak tavsiye edilir. Çünkü "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır."
Kalbimizde çıkan yangını söndürecek su ise vereceğimiz sadakalar ile yapacağımız iyiliklerdir. Bu sadakalar ve iyilikler bizi gelecek belalardan koruyacaktır.
Ben hikâyeden bunları anladım. Doğrusunu Allah bilir.
İsmail Güleç