Somuncu Baba'yı bilmeyenimiz yoktur. Tekkesi ekmek fırını olan bu büyük veli, pişirdiği ekmekleri Bursa sokaklarında "Mü'minler, somunlar" nidalarıyla satarken yaptığı işi anlayan kişi sayısı çok azdı. Rivayete göre ekmekleri sırtında ve elinde tuttuğu bir tablaya koyar, "Mü'minler, somunlar" diyerek satardı. Bursalılar ondan ekmek almak için birbirini çiğnermiş. Çünkü ondan ekmek alanlar sadece bir ekmek almaz, aynı zamanda nazarına mazhar olmakla feyizlenirler, gönülleri inşirah bulurmuş.
Cevabını merak ettiğimiz soru şu: Somuncu Baba ekmeklerini neden 'Mü'minler, somunlar' diyerek satıyordu? Mü'min ile ekmek arasında kurduğu ilişki neydi?
Bu soruya tam bir cevap olur mu bilmem ancak Güler Doğan Averbek'in bir Avrupa kütüphanesinden aldığı aldığı tarikat adabından bahseden bir yazma kitapta geçen bir bölümü nakledersem sanırım bir nebze de olsa konuyu vuzuha kavuşturmuş olacağız. Söz konusu bölümü günümüz söyleyişiyle aktarıyorum. Ancak verilen örneğin muhataplarının toprak ile hemhâl olan ve geçimini çiftçilikle temin eden bir kesim olduğunu hatırlatmış olayım.
Tarikat ondur. Tarikatın on olması ile maksat tarikata giren dervişin geçireceği on aşamadır. Bunlar aynı zamanda makam olarak da düşünülebilir. Ayrıca on (10) kemâli ifade eden bir sayı olup tamamlanmış olmanın remzidir. On aşamadan geçen derviş kemâle erer. Onda yer alan bir ve sıfır aynı zamanda varlığa işaret eder. 0 yokluktur, tek başına bir anlam ifade etmez. Ancak başına 1 geldiği zaman var olabilir. 0 ruh, 1 ise beden olarak düşünüldüğünde insanın ruhlar aleminden dünya hayatına geçmesi kastedilir. Dünya hayatında amaç 10'u hakikate erdirmektir. Varlık olmaklık bakımından diğer canlılardan farkı olmayan insanın kemale ermesi ve hakikat bakımından da 10 olması gerekir. Bunun için de on aşamalı bir süreci tamamlamak mecburiyetindedir. Hazret, burada kemale giden yolda aşılması gereken on aşamayı ekmeği misal göstererek açıklamaktadır.
Bu on aşama şunlardır:
Birincisi kendini yer (tarla) eylemektir. Dervişliğin ilk şartı mahviyetkâr ve mütevazı olmaktır. Toprak ayak altında çiğnendiği için tevazuun ve mahviyetkârlığın sembolüdür. Aynı zamanda hizmet etmek anlamına gelir. Ayağının toprağı olmak dergâhın kapısında köle gibi hizmet etmek anlamına gelir. Dolayısıyla dervişin kendini toprak etmesi hem tevazu sahibi olmasına hem de hizmet ehli olmasına işaret eder. Burada toprağın verimli olmasına, tohumu muhafaza etmesine ve dikilen her şeyi kabul ederek yetiştirmesine atıf vardır. Dolayısıyla derviş olmak aynı zamanda kendisine verilen her türden bilgiyi iyi öğrenmek, onunla amel etmek, yetişmek, gelişmek ve kemale ermek demektir.
İkincisi ol yerde marifet tohumunu ekmek gerektir. Toprak olan dervişin yapması gereken şey kalbine marifet tohumlarını ekmektir. Marifet tohumları ise mürşidin müritlerine yaptığı sohbetlerdir. Derviş tohuma benzetilen ledün ilmini tefekkür ederek içselleştirecek, ne olduğunu anlamaya çalışacaktır.
Üçüncüsü zevk babında beslemek gerektir. Tohum ekmekle iş bitmez, ekilen tohumları beslemek, sulamak gerekir. Marifet tohumunun suyu sohbet ve zikirdir. Derviş zikrederek ve fikrederek ekilen tohumları büyütür.
Dördüncüsü riyazet orağıyla biçmek gerektir. Büyüyen tohumlar başağa döner ve zamanla olgunlaşır. Zamanı gelince de biçilmesi gerekir. Biçilmezse zamanla dökülür ve zayi olur. Zayi olmaması için biçilmesi gerekir. Zikir ve fikir ile olgunlaşan nefsin riyazet ile terbiye edilmesi gerekir. Riyazet bir orak gibi nefsin arzularını ve heveslerini biçecek, nefsi dünyaya bağlayan bağlarını kesecektir.
Beşincisi izzet teniyle çekmektir. Riyazet orağıyla biçilen marifet ekini izzet teniyle çekilir. Alçaklık ve âcizliğin zıttı olan izzet, kişinin başkaları karşısında her bakımdan güçlü ve saygın olması, kolay kolay etkilenmemesidir. Ten ise burada biçilen buğdayın gövdesi olmaktadır. Henüz sapı ile tanesi ayrılmamış hâlidir. Biçilen buğday başakları düz bir araziye götürülüp serilip iyice kurutulur. Ten de bir sonraki aşama geçmesi için fazlalıklardan arınmaya ihtiyaç duyar.
Altıncısı hizmet harmanında döğmek gerektir: Hizmet tarlası dervişin dergâhta veya şeyhinin vereceği işlerle hem tarikata hem de topluma karşı birtakım hizmetlerde bulunmasıdır. Riyazet ve izzetten sonra hizmetin zikredilmesi hizmetin de olgunlaşma yolunda yapılması gereken görevlerden olmasındandır. Hizmet dervişe ne olduğunu hatırlatır ve kibirden korur. Harmana izzet teniyle çekilen ekinler, saplarının tanelerinden ayrılması için düvenle ezilir. Böylece insanların yiyeceği ile hayvanların yiyeceği ayrılmış olur. Derviş hizmetiyle hayvan mesabesinde olan bedenin yiyeceği ile insan mesabesinde olan ruhunun yiyeceğinin neler olduğunu öğrenmiş olur. Artık ten ile ruh ayrılmış, ten ruhun terakkisine mani olmaktan çıkmıştır.
Yedincisi şevk yeliyle savurmak gerektir: Harmanda dövülen ve ayrışan sap ile taneyi birbirinden ayırmak için rüzgâra verilmesi gerekir. Daha hafif olan samanlar rüzgârda uçarken ağır olan taneler yerde kalacaktır. Geçici ve değersiz olan kaybolacak, kalıcı ve değerli olan ortaya çıkacaktır. Rüzgârın şevke benzetilmesinin sebebi bu işlerin arzu ve istek olmadan yapılamayacağına işaret etmek içindir. Şevk, arzu ve istek anlamına gelmesinin yanında dervişin işini Allah aşkı ile yapması ve yaparken de gönlünün coşku ile dolması hâline işaret eder. Coşku, aşkın neticesi olduğu için dervişin her hâlini kapsayacak ve böylece onu beyhude işlerden ve faydasız düşüncelerden koruyacaktır.
Sekizincisi muhabbet ölçeğiyle ölçmek gerektir: Buğday gibi tahıllar, kilo ile değil hacimli bir tas veya kova gibi bir şeyle ölçülür. Burada ağırlık değil kaplanılan yer önemlidir. Harmanda dövülüp ayrılan taneleri ambara götürüp tohumluk ve yemeklik olarak ayırmak için ölçülmesi gerekir. Derviş söz konusu olduğunda ölçülen amelleridir. Amellerinin bir kısmı tohumluk yani kalıcı ve kendisinden sonra gelenlere aktarılacak bilgi ve davranıştır. Yemeklik olan ise insanlara karşı gösterilecek davranışlar ile bedenin ayakta kalması için yapılması gereken işler yani meslektir. İkisi de güzel ahlak ile olur. Güzel ahlak ise muhabbet olmadan olmaz. Muhabbetle yapılmayan hiçbir şey güzel ahlak kabul edilmez. Çünkü ahlâkı güzelleştiren muhabbettir.
Dokuzuncusu takva değirmeninde öğütmektir: Yemeklik olarak ayrılan buğday değirmene götürülüp öğütülür. Değirmene benzetilen takva dervişin her işini Allah'ın ve şeyhinin gördüğünü düşünerek büyük bir aşk ve sorumlulukla yapmasıdır. Derviş işlerini hem Allah'a karşı hem şeyhine karşı hem de topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olarak kaytarmadan, işin kolayına kaçmadan hakkını vererek en güzel şekilde yapar. Takva sahibi olduktan sonra ise işe yarar duruma gelecektir.
Onuncusu sabır fırınında pişirmek gerektir. Marifet tohumu en sonunda somun yani ekmek olmak üzere fırına getirilir. Sabır fırınında pişmek tüm aşamaları şikâyet etmeden, isyana kalkışmadan, sabır ve tevekkül içinde teslim olarak başarmak mümkündür. Ham iken pişmek sıradan bir insan iken derviş olmak demektir. Ancak henüz kâmil bir mürşit olunmamıştır. Onun için ekmek yapmayı öğrenmek yani derviş eğitmeyi bilmek gerekecektir.
Bunları yaparak hayat bulmak meşayihlerin mesleğidir, yoludur. Yunus'un, "Derviş olan kişiye evvel dirlik gerektir" dediği yer burasıdır. Meşâyih yani tarikatların uluları ve önderleri bu yollardan geçtikten sonra mürşid ve şeyh olurlar. Bu aşamalardan geçmeden şeyh olunmaz.
Toprak olan derviş gönlüne marifet tohumu eker. Onu zevkle büyütür, dünyaya daha fazla bağlanmaması için riyazet ile keser. İzzete kavuşan beden hizmet eder. Bu hizmeti de şevk ile yapar. Şevk ile yapılan hizmetten muhabbet hasıl olur. Muhabbet ise takvayı getirir. Tüm hizmetleri ve ibadetleri devamlı yapmak için ise büyük bir sabır gerekir. Ancak bu sabrı gösterenler olgunlaşıp kâmil bir insan olabilir.
Şimdi tekrar Somuncu Baba'nın "Mü'minler, somunlar" sözüne gelelim. Somuncu Baba, Bursa sokaklarında ekmek mi satıyordu yoksa marifet tohumlarını ekebileceği kendine inanacak mü'min dervişler mi arıyordu?
Sevgili Peygamberimiz "Dünya ahiretin tarlasıdır" buyurmuş. Tarikat ve tasavvuf ise bu dünya tarlasındaki tohumları ıslah edip somun yetiştirmek mesleğidir.
İsmail Güleç