Değerli okuyucum.
Mukaddes topraklardan, Mekke-i Mükerreme'den sizlere gönül dolusu selamlar arz ederek yazımıza başlamak istiyorum.
Bundan önceki yazılarımızda Umre ibadetiyle ilgili bilgiler vermeğe çalışmış, Umre'nin İslam'daki yeri ve öneminden, bu ibadetin önemli rüknü olan İhram'dan ve Telbiye'den bahsetmiştik. Bugünkü yazımızda ise telbiyeler eşliğinde girilen Harem-i Şerif'te büyük bir heyecanla müşahede edilen Kâbe-i Muazzama'dan ve onu ilk görüş anındaki duadan söz edeceğiz. Ama önce bu eşsiz mabedin tarihinden kısaca bahsedelim.
YERYÜZÜNDE İNSANLAR İÇİN İNŞA EDİLEN İLK MABED
Al-i İmran sûresinin 96 ve 97. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz, yeryüzünde ilk olarak inşa edilen mabed, Bekke'de (Mekke) bütün âlemlere hidayet kaynağı olan ve mübarek kılınan Beytullah'tır. Orada apaçık nice deliller ve İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyettedir artık. Gitmeye gücü yetenin orayı ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim bu hakkı inkâr ederse, bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir (Hiç kimsenin ziyaretine muhtaç değildir.)"
Bu ayetler, yeryüzünde ilk olarak inşa edilen mabedin Kâbe olduğunu ortaya koymaktadır. "Kare şeklinde, küp gibi" anlamına gelen Kâbe'nin, Hz. Adem'den beri var olduğu, ancak aradan geçen zamanın ve tabiat hadiselerinin ona dair izleri ortadan kaldırdığı, Hz. İbrahim'in bu mabede ait temelleri yeniden bularak duvarlarını yükseltmek suretiyle bugünkü haline kavuşturduğu, kaynaklarda aktarılan bilgilerdir.
Ayette geçen Bekke kelimesi, Keldânicede "belde" anlamına gelmektedir. Çünkü zaman içinde Mekke, zemzem sayesinde insanların etrafında yerleşim birimi oluşturdukları meşhur bir belde haline gelmişti.
Yine ayette geçen "alemler için hidayet kaynağı" ifadesi ise bütün Müslümanların kıblesi olmak; namazda ona yönelmek; hac ve umre ibadetlerini orada ifa etmek, emniyet ve huzur veren bir belde olması anlamlarına gelmektedir.
Kâbe'nin "mübarek kılınan bir yer olması"na gelince, Allah Teâlâ bu şehri maddi-manevi nice bereketlerle donatmıştır. Zira buradaki ibadetler diğer mabetlerden daha faziletli, sevabı ise kat be kat daha fazladır. Burada ifa edilen haccın ve umrenin karşılığı ise günahların affı ve cennetle müjdelenmektir.
Maddi anlamdaki bereketinden söz edecek olursak şunları söyleyebiliriz. Mekke şehri çöl ikliminin hüküm sürdüğü, zirâate elverişsiz bir coğrafyada bulunmasına rağmen oraya çevre yörelerden ve dünyanın dört bir yanından sebze ve meyve ile birlikte bütün ürünlerin âdeta aktığı bir beldedir. Şehirde yaşayan yaklaşık bir milyon nüfusun, hac mevsiminde 3-5 milyona ulaştığı dönemde bile hiçbir zaman yiyecek ve içecek sıkıntısı yaşanmamaktadır. Gelen herkesin müşahede ve kabul ettiği bu hakikatin, Hz. İbrahim'in duasıyla yakından alakası olduğu da bilinen bir gerçektir. Zira o yüce Peygamber, Allah Teâlâ'nın emri üzere eşini ve süt emme çağındaki yavrusunu getirip bu topraklara yerleştirmiş ve zaman zaman geldiği ziyaretlerden birinde ellerini açıp Rabbine şöyle yalvarmıştı:
"Ey Rabbimiz! Ben ailemden bir kısmını, Senin mukaddes evinin, (Kâbe) yanında zirâate elverişsiz çorak bir vadiye yerleştirdim. İstiyorum ki, namazlarını kılanlardan olsunlar. Ey Rabbim! Sen de bu beldeye insanların gönüllerini meylettir. Ve onları, sana şükredecekleri türlü türlü nimetlerle rızıklandır…" (İbrahim, 37)
Hz. İbrahim'in (as) bu duası da makbul olmuş ve başta petrol olmak üzere yeraltı kaynaklarındaki zenginliklere sahip olan bu topraklarda yaşayanlara ve bu mukaddes mekanların ziyaretçilerine, dünyanın her bir köşesinden hemen her türlü gıda ve tüketim maddeleri Allah tarafından ikram ve ihsan edilmektedir. Etrafına bakan herkes, hemen her hususta bir "bolluk ve bereket"in varlığını rahatlıkla müşahede edebilir, diyebiliriz.
Beytullah'ın öneminden ve değerinden bahseden Al-i İmran sûresinin 97. ayetine tekrar dönelim. Buradaki, "Orada apaçık deliller ve İbrahim'in makamı vardır" cümlesindeki "apaçık deliller" ifadesi, bu yüce Peygambere ve onu ailesine ait olan hatıralardan bahsetmektedir. Zira, Hacerül-Esved, Safa-Merve tepeleri, Zemzem suyu yanında, Hz. İbrahim'in namaz kıldığı makam da Harem-i Şerif'in asırlar boyunca nesilden nesile tevarüs eden ve kıymetine paha biçilemeyecek hatıralarla yüklü mirasıdır. İşte bütün bu özellikleriyle Kâbe-i Muazzama, Harem-i Şerif ve Mekke-i Mükerreme, yeryüzünün en mukaddes ve değerli; en mübarek ve muazzez yeridir.
Bu mukaddes toprakların incisi Kabe-i Muazzama hakkında, Mekke'nin Fethi'nden sonra ziyaret edip tavaf ettiği esnada Sevgili Peygamberimizin söylediği sözler ise son derece mânidar… Abdullah ibn Ömer'in (ra) aktardığı üzere, Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, Kâbe'ye şöyle hitab etmişti:
"Ey Kâbe! Ne kadar güzelsin. Kokun da ne kadar güzel!.. Ne kadar azametlisin! Değerin de ne kadar yüce!.. Ama, şu canı bu tende tutan Rabbime and olsun ki, Allah katında, bir müminin canıyla-malıyla sahib olduğu değer, senin değerinden daha yücedir!.."
Bu ifadeler, "Allah sizin dış görünüşlerinize ve sahip olduğunuz mallara değil, kalplerinize ve amellerinize değer verir." Hadis-i Şerifiyle birleştiğinde anlaşılan odur ki, "Ka'be, yeryüzünde nasıl bir eşsiz değere sahip ise, mümin bir kul ve onun taşıdığı kalp/gönül/yürek, Allah'ın nazar kıldığı yer olması hasebiyle çok daha yüce bir değere sahiptir.
KÂBE'NİN İLK DEFA GÖRÜLDÜĞÜ AN: EN BÜYÜK HEYECAN…
Harem-i Şerif'e adım atılmış ve artık telbiyelerin okunması işlemi son bulmuştur. Ân, büyük bir heyecan içinde Beytullah ile karşılaşılacak ândır… Bu mükerrem beldede, paha biçilmez bir inci gibi insanları cezbeden, örtüsünden yayılan kokuyla müminleri mest eden Ka'be-i Muazzama'nın ilk görüldüğü anda yapılacak duaların da müstecâb yani kabul edilen dualardan olduğu bilinmektedir. Kaynaklarda, bu esnada yapılabilecek dualardan biri şu şekildedir:
"Allah birdir, O'ndan başka ibadet edilecek hiçbir ilâh yoktur. Mülk O'nundur. O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hamd ve sena O'na mahsustur ve O her şeye kadirdir. Ey Kâbe'nin Rabbi olan Allah'ım! Sana sığınırım. Beni her türlü küfür ve inkârdan, fakirlikten, kabir azabından, maddî ve manevî hastalıklardan ve sıkıntılardan koru. Allah'ım! Efendimiz Hazret-i Muhammed'e ve onun ehl-i beytine ve ashabına salât ve selâm eyle.
Allah'ım! Senin beytin olan şu Kâbe'nin şerefini, değerini, azamet ve yüceliğini artır. Hac ve Umre yaparak beytine hürmet ve tazimde bulunan kullarının da senin katındaki şerefini artır, mertebesini yükselt ve güzel amellerini ziyade kıl."
Allah'ım! Sen Selâm'sın, selâmet ve huzur ancak Sendendir. Bizi de selâmete erdir ve selâmet diyarı olan cennetine girmeyi nasip eyle."
İslam âlimlerinin güzel bir tavsiyesini de dua ile ilgili sözlerimize eklemek isteriz. Derler ki, "Bu özel ânın fırsatını kaçırmamak için kişinin şöyle dua etmesi uygun olur: 'Allah'ım! Burada bulunduğum süre içinde yapacağım bütün dualarımı, bu ânın hürmetine kabul eyle.' Böylece kişi, umulur ki, sadece o anda değil, Harem-i Şerif'te bulunduğu süre içinde yapacağı tüm dualarının kabule şâyân olması hakkını elde edebilir."
Bir beyitle sözlerimize son verelim:
"Kâbe'yi ilk gördüğün o muhteşem anda sen;
Nasıl bir vecd içinde, ürpereceksin bilsen.
Ne tende can kalacak ne dünyada bir hissen.
Unutma ki, makbûldür o anda tüm dilekler,
Etrafında, pervâne misalidir melekler…"
(C. Numanoğlu)
Gelecek yazımızda, "Âlemlerin Rabbi" olan, Yüceler Yücesi Mevlâ'mızın Harem-i Şerîfi'ne, O'nun misafiri olarak davet edilmiş bir müminin, yedi kez dönerek tavaf ettiği Kâbe'nin etrafında hangi duygularla bu vazifeyi yerine getirmesi konusu üzerinde duracak ve bu esnada okunacak dualardan söz edeceğiz.
Selâm Yurdu'ndan selamet ve esenlik dileklerimizle…