Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Temmuz 8, 2024
Hicretin 1446. yılında, muhacirler mazlum ve mahzun...

Dün itibariyle, 7 Temmuz 2024 Pazar günü, hicri takvime göre yeni bir yıla başladık. Yeni hicri yılımızın bütün İslam alemi için, ülkemiz ve her birimiz için güzellikler, iyilikler, hayırlar ve tüm dünyaya huzur getirmesini niyaz ediyoruz öncelikle…

14 asır önceydi… Son Nebi (sav) de peygamberler geleneğinden biri olan hicreti yaşamış, doğup büyüdüğü şehri, hareminde namaz kılıp dua ettiği Kabe'yi terk etmek zorunda kalmıştı. Sadece kendisi değil, Ona iman eden müminler de önce iki kez Habeşistan'a, sonra da kendilerine kucak açan Medine'ye göçmüşlerdi, sahip oldukları her şeylerini Mekke'de bırakarak…

İslam tarihinde bir dönüm noktası olan Hicret hadisesi, Hazreti Ömer döneminde müslümanların kullandıkları takvimin başlangıcı olarak kabul edilecek ve hicri takvim adını alarak her yıl hicreti Müslümanlara hatırlatacak ve unutturmayacak bir özelliğe sahip olacaktı.

Biraz önce ifade ettiğimiz üzere, İslam tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen hicret olayının dini, tarihi, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve siyasi pek çok yönü ve yansımaları bulunmaktadır. Ancak biz bugünkü yazımızda hicretin getirdiği bir bereketli uygulamadan bahsetmek ve sağladığı pek çok fayda yanında bu uygulamanın ne büyük bir değişim ve dönüşüm vesilesi olduğu üzerinde durmak istiyoruz.

Müslümanların birbirine "kardeş kılınması"…

İslam tarihi kaynaklarında "Muâhât" kelimesi ile ifade edilen bu uygulama, her bir Mekkeli muhacir ile Medineli ensârın, peygamberimiz tarafından birbiriyle kardeş kılınmasıdır.

622 yılında gerçekleşen hicretten beş ay sonra yaşanan bu olay sayesinde Ashab-ı Kiram içinden yaklaşık 90-100 kişilik muhacir ve ensar grubu birbirleriyle kardeş olmuşlardı. Sonraki dönemde İslam kültürü ve medeniyetinde "ahiret kardeşliği" adıyla yaşayacak olan bu uygulama sayesinde muhacirler, kendilerine el uzatan Medineli ensar arasından seçilmiş biriyle bu kardeşliğin getirdiği ilgi ve alakaya mazhar olmuş ve yabancı bir memlekete gelmiş olmanın oluşturacağı olumsuz hâlet-i ruhiyeden kurtulmuşlardır. Tarih, birbiriyle kardeş kılınan ikili sahabilerden, Medineli ensârın feragat ve fedakarlıklarına; yine Mekkeli muhacirlerin de gözü tokluğuna şahitlik etmişti o zaman diliminde… Sadece bir örneğini aktarmak isteriz:

Medineli Ensar'dan Sa'd b. Rebi', Peygamberimizin kendilerini kardeş kıldığı Abdurrahman bin Avf'ın elinden tutarak onu evine götürmüş, sahip olduğu mal ve servetini onunla gönül hoşluğu ile paylaşmayı teklif etmişti. Fakat Abdurrahman bin Avf, "Allah sana, sahip olduklarının hepsini mübarek kılsın. Bu teklifini kabul edemem ancak senden şunu isterim; bana pazarın yolunu göster, ben ticaretle uğraşan biriyim, burada da ticaretle uğraşmak istiyorum." diyerek bu samimi teklife aynı güzellikle mukabelede bulunmuş, kardeşi Sa'd b. Rebi' kılavuzluğunda Medine pazarını tanımış ve ticarete başlamıştı. Az kârla yetinmeyi ilke edinerek yaptığı ticaretle kısa bir süre sonra zengin bir tâcir olmuştu.

Medine döneminde nazil olan surelerden biri de Hucurât suresiydi. Bu surede Allah Teâlâ, İslâm toplumunu oluşturan müslümanların hem dışarıda hem içeride meydana gelen haksız çatışmalar karşısında ilgisiz ve duyarsız kalamayacağını, barış ve adaletin gerçekleşmesi için elinden geleni yapmakla yükümlü olduğunu bildirmekte ve yine müminler için en bariz ve önde gelen vasfın, ancak "kardeşlik" olduğunu ifade buyurmaktadır (Bkz. 9-10.ayetler).

Hz. Peygamber (sav) pek çok hadis-i şerifinde, "müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zalime teslim etmez."; "Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birini onun üzerinden kaldırırsa, Allah da onun ahiret sıkıntılarından birini kaldırır." mealindeki ifadeleriyle bu konunun önemine işarette bulunmuştur. Burada sadece ikisini aktardığımız ama aslında ciddi bir yekûn oluşturan konuyla hadisleriyle, Sevgili Peygamberimiz (sav) müminler arasında kardeşlik hukukunun gerektirdiği pek çok tutum ve davranışı, yaşadığı sürece müminlere hem öğretmiş hem de bizzat tatbik etmişti. Bu sayede, yaşadığı dönem "Asr-ı Saadet" adını almış, kendisinden sonraki yıllar ve çağlar içinde de getirdiği dinin prensiplerinin tatbik edildiği dönemler, tüm insanlar için barışın, huzurun ve mutluluğun hüküm sürdüğü devirler olmuştu.

Günümüze gelince, tüm dünyada yaşanan huzursuzluklar, çatışmalar, savaşlar ve zulümler bir yana, barış ve esenlik dini İslam'ı kendisine din edinen kitlelerin sergilediği tutum ve davranışlar, üzerinde ciddi bir şekilde kafa yormayı, düşünmeyi, yaşanan olaylardan dersler çıkarmayı şart kılıyor. Ne oldu bize? Ne oldu, bırakınız insanlara hizmet edecek vakıfları, yaralı ve hasta leylekler için vakıflar kuran gani gönüllü ecdadın torunları olan bu millete?

Ne oldu ki, Kayseri gibi bir Anadolu şehri, kucak açtığı mültecilerin, önceden işaretlendiği evlerini ve işyerlerini yakacak, itfaiyenin girişini engelleyecek, kendisini engel olan polise mukavemet edecek iki ayaklı şeytanların bir anda zuhur ettiği ve tüm güzellikleri bir gecede yok ettiği bir memleket haline geldi!

Bir sapığın cürmü yüzünden yüzlerce suçsuz insanı mağdur ve mazlum durumuna düşüren olaylar ve failleri üzerine medyada bir haftadır yeterince söz söylendi ve yazılar yazıldı kanaatindeyiz. Bunların her biri problemin anlaşılmasına katkı sunacak yazılar elbette. Ama bunlar, daha önce Suriyeli mültecilerin yaşadığı hazin hikayelerden sonra da söylenen şeylerdi. Demek ki gazetecilerin, yazarların, mütefekkirlerin düşünüp yazdıkları; toplumu değiştirmeye ve dönüştürmeye yetmiyor. Çünkü "algı çağı"nda adına "sosyal medya" denilen ve çoğu zaman şeytana hizmet eden bu "iletişim şebekesi", her şeyi ters yüz etmeye ve kitleleri, herkesten daha çok etkilemeye muvaffak oluyor! "Aklı başında olmayan" kitleleri ise söz değil, ancak güç durdurabiliyor. Devletin gücü ve idarecilerin feraseti, olayların fazla büyümeden durdurulmasını sağladı ancak geride yine zulüm ve gözyaşı kaldı maalesef… Sadece ülkemizde değil, sınırlarımız ötesinde Azez'de ve Afrin'de, Filistin'de ve Gazze'de, muhacir ve mülteciler yine mazlum, yine mağdur ve mahzun…

Velhasıl tarih, Hicrî 2 Muharrem 1446… Ama muhacirler hala mahzun ve hala mazlum…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN