Hafta sonunun gündemi, 953. yıldönümünü idrak ettiğimiz Malazgirt Meydan Muharebesi idi... Tam bir klişe ifadeyle, "Anadolu'nun kapılarını Türklere açtığı" söylenen bu büyük zafer hakkında sağda, solda muhtelif yazılar kaleme alındı ve işin uzmanı akademisyenler tarafından kameralar karşısında birtakım -aslında artık ezberlenmiş ve kalıplaşmış- görüşler bildirildi. Pek tabii ekseriyetle kıymeti haiz olan bu görüşler haricinde öyle bir tanesine denk geldim ki; bu yazıya vesile olması bakımından iyi ve hayırlı, muhtevası bakımından ise tam bir kepazelikti. Evet… Birazdan anacağım bu cümlelere görüş veya fikir demek züldür. Bunlara ancak ve ancak kepazelik denebilir.
TENGRİCİ İLAHİYATÇININ CAHİLLERE HAS CESARETİ
İsmi anılmaya değmez -fakat ismi anılmaya değmeyecek, kıymeti kendinden menkul pek çok sosyal medya karakteri gibi yüz binlerce takipçisi olan- bu kişi, X hesabında özetle şöyle iddia ediyordu: "Malazgirt, bir din savaşı değildir. Zaten Alparslan'ın ordusunun çoğunluğu Tengricidir." Bak sen… Kim bilir daha ne derin sırlar nihayetinde ifşa olmak için üstadın zihninde vaktini, sırasını beklemektedir! Selçuklu ordusunun çoğunluğu Tengrici imiş. Vah… Acaba beyefendi 'Tengricilik' hakkında takılmadan üst üste üç cümle kurabilir mi? Bu gayet değersiz ve abes cümleyi kuran üstadımız bir de baktım ki ilahiyatçıymış. Evvelemirde de benzer iddialarda bulunmuş. Bir başka benzer iddiası ise şudur: Selçuklu, Malazgirt zaferini, Romanos Diogenes'in ordusundaki -putperest, Tengrici ve Hıristiyan- Peçenekler ile Uzlar'ın (yani Bizans'ın paralı Türk askerlerinin) saf değiştirmesi sayesinde elde etmişti.
Eh, bu kadarına artık cahil cesareti denmektedir. Ki kendisi zaten bu mevzuda pek bir mahir ve ehliyetli görünüyor… Bir de anladığım kadarıyla üstadımızı kimileri Yaşar Nuri Öztürk beyefendi ile kıyas etmekte (herhalde muhalif ilahiyatçı kontenjanından?). Hiç kimse kusura bakmasın fakat bu gibi küfelikler Yaşar Nuri Öztürk Bey'in -misal- Kuşadalı İbrahim Halvetî'yi yazdığı kalemin ucundan dökülen toz zerreciği dahi olamazlar. Sözde tenkid edeceğiz derken de durduk yere kimseyi ödüllendirmeyin.
MEZARLIĞIN DERİNİNDEN ATILAN TAŞLAR VE X
Atılan her taşın peşine düşersen köye varamazsın demişler. Bilhassa tarih mevzuunda, X mecrası, gece mezarlık derininden gelen kaynağı belirsiz ufak taşlar gibi zırvalıklarla doludur. İlahiyatçı üstadımızın keramet mesabesinde sözleri de bu karanlıktan atılan taşlardan yalnızca ve yalnızca biridir. Oldukça değersiz olmakla birlikte benzeri de çoktur (Zaten biraz da bu nedenle değersiz değil mi?). Ama yine de cevap üretme ihtiyacı duyuyorum. Zira gördüğüm kadarıyla üstadın benzer seviyede seyreden görüşleri bilhassa belli bir dünya görüşü tarafından sahipleniliyor. Bu dünya görüşünü şu şekilde özetleyeceğim: Aktüel aşırı sağ yükselişinin ürettiği yeni tip 'Tengrici Kemalizm'… Bu yeni tip dünya görüşüne yakalananlar bilhassa 15 – 20 yaş arası gençler gibi görünüyor.
Aktüel olduğu ölçüde tarihsiz olan bu yeni tip 'Tengrici Kemalizm', tüm laboratuvar üretimi ideolojiler gibi -var olanı bozarak- kendine bir tarih üretme (devşirme) mecburiyetindedir. Laboratuvar üretimi ideolojiler kalıcı, kırıcı ve o ölçüde yeniden yapıcı olmak istiyorlarsa kendilerine mahir tarih hırsızları transfer etmelidir. Fakat bu hırsızlar bu yeni tip 'Tengrici Kemalizm'in paçoz neferleri gibi kör göze parmak değil, daha bir sezdirmeden ve ustalıkla işlerini görmelidir. İşte bu sözde ilahiyatçı üstad, sayısı son zamanlarda epey bir artan tarih hırsızlarından yalnızca ve yalnızca bir tanesidir. Fakat ne yazık ki en paçozlarındandır.
İlahiyatçı üstadımız nihayetinde demek istiyordu ki: Malazgirt, 'İslam'ın değil, farklı/daha eski/daha iptidaî, yani pagan ve putperest bir dünya görüşünün galibiyetidir. Eh, anması da ona göre olmalı, kimse bu süreç üzerinden Malazgirt'e bir din savaşı, Malazgirt zaferine de İslam zaferi dememelidir. Ve ayrıca lütfen "Kimse bu süreç üzerinden İslamcılık falan üretmemelidir" (Tırnak içerisindeki cümle müddeiye aittir).
ABBASİ ELÇİSİNİN NE İŞİ VAR TENGRİCİ SELÇUKLU ORDUSUNDA!
Malazgirt üzerinden İslamcılık üretmek ne demek, açıkçası bilmiyorum. Herhalde çok da önemli değil. Biz evvela Sultan Alparslan'ın ordusundaki askerler tengrici miydi, şaman mıydı, ateşten mi atlıyordu, Zerdüşt gibi habire dağlara mı çıkıyordu, meditasyon mu yapıyordu, sinekkaydı Budist miydi, yoksa bilmem kim bilir neydi ona bir bakalım.
İbnü'l Adim ve Hüseyni gibi kaynaklar, Sultan Alparslan'ın muharebe öncesinde (Rahve'deki karargahında) canının çok sıkkın ve oldukça da üzgün olduğunu aktarıyorlar. Bunun nedeni, Abbasi halifesinin adamı/elçisi İbn Muhalleban'ın da aralarından bulunduğu Selçuklu heyetinin İmparator Romanos Diogenes tarafından tam anlamıyla aşağılanması ve Türklerden gelen barış teklifinin kabul edilmemesiydi (Adamını yolladığına göre bu Abbasi halifesinin Tengrici ordulara özel bir ilgisi olsa gerektir!).
Sultan Alparslan aslında iki nedenden ötürü Malazgirt'te savaşmak istemiyordu: 1- Sultan'ın birincil hedefi Anadolu değil, Mısır'daki Şiî Fatımîlerdi. Sultan'ın zaten Şiîlik mevzuunda hassasiyetleri olduğunu Nizamilmülk'ün hem eseri hem de medreselerinden anlayabiliyoruz. (İlmi ve kerameti pek bir derin, arif, gizli sırlar menbaı, ilahiyatçıların kutbu üstadımıza göre belki de bu medreselerde usulcacık Tengrici fikirler yeşertilmekteydi?) 2- Sultan, çok kan dökülmesinden, daha net ifadeyle söylersek kaybetmekten endişe ediyordu. Zira İbn Kesir'e göre Bizans ordusu dağlar kadar büyüktü. Selçuklu hakkında dev eserleri olan Prof. Dr. Osman Turan hoca; Roma - Bizans ordusunu 200 bin asker, Selçuklu ordusunu ise 50 bin asker olarak verir.
Bilinenin (daha doğru ifadeyle ezberletilenin) aksine Malazgirt Muharebesi Türklere Anadolu'nun kapısını açması için girişilmiş bir taarruz değil, Bizans'ı durdurma ve İran coğrafyasını koruma maksatlı bir savunma savaşıdır. Ordusuna ve taarruzunun şiddetine pek bir güvenen İmparator Diogenes elçi İbni Muhalleban'a görüşünü 'nezaketi terk ederek' belirtmiş; "Barış görüşmelerini ancak Rey'de (şimdiki Tahran, dönemin Selçuklu başkenti) yapacağını" söylemiş ve Alparslan'dan ordusunu geri çekmesini ve ayrıca masraflarını da ödemesini istemiştir.
SULTAN ALPARSLAN, BİR CUMA ORDUSUYLA…
Süryani Mihail Vekayinamesi'nde, İmparator Diogenes'in niyeti şu şekilde aktarılıyor: İmparator, seferin başından beri Selçukluları mağlup ederek ülkelerini yakıp yıkacağını ve sultanlarını esir ederek ateşe atacağını söylüyordu. Bundari'ye göre, kibri İmparatoru akıldan uzaklaştırmıştı. Hem devasa ordusuna çok güveniyor (İbnü'l Cevzi, 1200 kişinin çektiği dev mancınıktan da bahsediyor) hem de bu savaş için Halep'ten dönen Sultan Alparslan'ın (söylediğimiz gibi, Sultan'ın hedefi Anadolu değil, Mısırdaki Fatımîlerdi. Sultan, bir mektup vasıtasıyla Bizans'ın hareketlendiğini öğrendiğinde Kahire'ye yürüyordu), Urfa kuşatmasındaki başarısızlığından cesaret alıyordu. Hazırlıksız olması ve barış teklifinin kabul edilmemesi nedeniyle karargahında düşünceli bir halde bulunan Sultan'ın yanına imamı ve fakihi Ebu Nasr Buhari geldi. İmam Ebu Nasr Buhari, Alparslan'a savaşı Cuma günü başlatmasını önerdi. Bu sayede hutbelerde Selçuklu mücahitleri için topluca dua edilirdi. Sultan bu öneriye uydu. Halife Biemrillah'ın hutbesinde de Allah'tan dinine hizmet edenler için yardım isteniyordu. Sultan Alparslan beyaz giyerek askerlerinin karşısına çıkmış, "İslam orduları için dua edilen bu vak'ti seçtim" demiştir. İşte bunlar, Selçuklu ordusu tengrici mi, yoksa Müslüman mı sorusunun cevabıdır.
PEÇENEK VE UZLARIN, AZ BİR BÖLÜMÜ SAF DEĞİŞTİRDİ
İkinci olarak Peçenekler ve Uzlar meselesi… İmparator Diogenes'in ordusunda Türklerin de bulunduğu doğrudur. Zira Bizans bir imparatorluk olduğundan, birçok farklı milletten asker toplaması doğaldır. Ermeni tarihçi Mateos'un 'deniz kumu kadar çoktu' dediği bir ordunun salt Rumlardan oluşması beklenemez. Diogenes tam bir imha ordusu oluşturmuştu ve içerisinde Türklerden başka Norman da Rus da Bulgar da ve hatta Arap da vardı. Zaten Diogenes'in İmparator ilan edilme nedeni buydu: Orduyu güçlendirmek. Çünkü eski ve namlı bir askerdi. Bir önceki İmparator X. Konstantinos Dukas döneminde Balkanlarda görev yapmış, dönemin tarihçisi Zonaras'a göre başarıları nedeniyle kıymetli unvanlar elde etmişti. 1067'de X. Konstantinos ölünce Macarların desteğiyle darbeye kalkışmış, fakat başarılı olamayıp hapse (İstanbul'da bir adaya) atılmıştı. Dul kalan İmparatoriçe Eudoksia İmparatorluğu idare edemeyip (özellikle Anadolu'da Türkmen gazaları ciddi bir sorundu) evlenmesi gündeme gelince Diogenes akla gelmiş, dönemin tarihçisi Attaliates'e göre Eudoksia bu yakışıklı sabık askeri önce affetmiş ardından da evlenmek istemişti. Fakat bir sorun vardı, Eudoksia kocası X. Konstantinos'a evlenmeme yemini etmişti. Bu sorun, patrik "İmparatoriçe senin erkek kardeşine aşık" diye kandırılarak çözülmüştü. Bir hadımdan bu dedikoduyu öğrenen Patrik, kardeşinin imparator olacağını düşündüğü için Eudoksia'nın bekarlık yeminini bozmuştu.
1 Ocak 1068'de, sabık asker Romanos Diogenes ile İmparatoriçe Eudoksia evlendi. Gerçek bir impatator olmak (yani eşinin gölgesinden kurtulmak) için Diogenes'e dev bir zafer gerekiyordu. O da Selçukluları durduracaktı. Önce üç defa denedi, olmadı. Her seferinde Türkmenler Anadolu içlerinde izini kaybettirmeyi başardı (Attaliates, bir keresinde Türkmenler sıyrılıp Halep'e gittiler diyor). Bu iz kaybettirme hikayesi, Türkmenlerin Malazgirt'ten çok önce zaten Anadolu'da bulunduğunu ve izlerini kaybettirecek kadar coğrafyaya hakim olduklarını gösterir. Nihayetinde İmparator İran'a girmek amacıyla 1071'de ülkesinin her bir köşesinden paralı askerlerle donatılmış bir ordu kurdu.
İbnü'l Cezvi ve İbnü'l Kesir, 'Diogenes ordusuna Kostantiniyye ötesinden gelen Türklerin sayısını 15 bin' olarak veriyor. Şimdi basit bir hesap yapalım: Bir tarafta 200 bin Bizans askeri, diğer tarafta 50 bin Selçuklu askeri. 15 bin Peçenek ile Uz'un tamamı saf değiştirse 185 bine 65 bin eder. "Uzlar ve Peçenekler saf değiştirince Selçuklu kazandı" diyenlere sormak lazım, ne değişmiş oldu? Hoş, Attaliates, Uzlar ile Peçeneklerin hepsinin değil küçük bir bölümünün -o da savaş sırasında değil, sabahında- saf değiştirdiğini söylüyor.
MALAZGİRT, TÜRKLERİN ANADOLU'DAKİ İLK ZAFERİ DEĞİLDİ
Malazgirt ile ilgili dikkat edilmesi gereken başka bir konu, Türkler için bir taarruz değil bir savunma muharebesi olmasıdır. Malazgirt, Bizans'ın Anadolu'da gücünü tamamen kırdı diyemeyiz, fakat, Türklerin bir daha geldiklerinde isterlerse kalıcı olacaklarını Konstantiniyye'ye açıkça göstermiştir. Malazgirt, aslında, Bizans'a karşı Anadolu'da kazanılmış ilk büyük zafer de değildir (1048 Pasinler Savaşı'na bakınız) fakat ilk defa bir Bizans İmparatoru bir Türk hükümdar tarafından rehin alınmıştır.
Bundari ve Devadari, sabaha dek ölülerin yanında yaralı şekilde yatan İmparator'un, elleri ve ayakları bağlı şekilde Alparslan'ın huzura getirildiğini söyler. Durum öyledir ki, gulam liderlerinden Saddüdevle Gevherayin haberi getirdiğinde Sultan önce buna inanmaz. Diogenes huzuruna getirildikten sonra daha önce yanına gönderdiği elçilerine İmparatoru göstererek teyid ettirir. Zonaras, Sultan'ın İmparatoru önce galibin kim olduğunu göstermek için yere yatırıp üzerine bastığını anlatır. Ardından da ayağa kaldırıp "Korkma hükümdar. İyi bahtı acaba bir gün tersine dönüvermez mi diye düşünmeyen kişi basiretsizdir. Herhangi bir bedensel ceza almayacaksın." der.
SULTAN, İMPARATORUN ÖLDÜRÜLMESİNE KIZDI
Ağır şartlar karşılığında Sultan Alparslan tarafından affedilen ve serbest bırakılan Romanos Diogenes, dönüş yolunda Tokat'ta Bizans başkentinden bir mektup alır. Buna göre artık İmparator değildir. Yerine VII. Mikhail Dukas geçirilmiştir. Diogenes durumu kabullenir. Tokat'ta kalacağını Kostantiniyye'ye bildirir. Ama üzerine bir birlik yollanır. Diogenes, Adana kalesine kadar çarpışarak kaçar. Alparslan'dan yardım bekliyordur. Burada kimi Ermeni bölgelerini ele geçirir. Adam da toplar. Fakat sonunda Bizans'ın gönderdiği Latin Crispinus'a mağlup olur. Diogenes, burada, Malazgirt'te beraber savaştığı Andronikos Dukas tarafından esir alınır. Saçları kazınır. Keşiş kıyafeti giydirilip adi bir binek hayvanı üzerinde Kütahya'ya getirilir. Yemeklerine konan zehir nedeniyle hep hastadır. Burada ferman okunur: Gözlerine mil çekilecektir, yani kızgın demirle kör edilecektir. Zonaras ve Attaliates, Kütahya kalesinde bir Yahudi'nin çığlıklar içinde kalan Diogenes'in gözlerine 3 kez acımadan kızgın demirle bastırdığını, en küçük bir tıbbi önlem alınmadığı için sabık İmparator'un gözlerinde kurtlar gezinmeye başladığını aktarır. Adeta ölmeden ceset olan Diogenes bu olaydan iki ay sonra tutuklu halde Bar Habreus'a göre kafasını duvarlara vura vura ölmüştür.
Türklerin Rûm fethinin, İmparator Diogenes'in esir edilmesi ve -endirekt- öldürülmesi ile birlikte okunması gerekir. Zira Romanos Diogenes artık sadece bir İmparator değil, aynı zamanda Selçuklu Sultanı'nın vassalı olarak Bizans başkentine gönderilmişti. Romanos, Sultan'a Mısır seferi sırasında yardım da edecekti. Fakat esir edilmesi ve ölmesi bu planları bozdu. Bizans entrikası, Malazgirt Muharebesi'ni Diogenes'in kişisel başarısızlığı şeklinde maniple etmeye çalışıyordu. Anlaşmalara uyulmayacağı ortadaydı. Rûm fethi, Sultan Alparslan'ın bu yeni Bizans yönetimine uyguladığı cezanın mühim bir parçasıdır. Bu ilk İslam fetihlerinin gerçekleştiği yerlerde gezmiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Selçuklu atlarının ayak bastığı her bir dağ başında dahi hâlâ İslam'ın sesi ve kokusu duyulmaktadır.
Mehmet Hakan Kekeç