Arama

Mustafa Özcan
Ağustos 23, 2021
Sakarya’da geçmişten bir gün
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Son sıralarda hem kardeşim İbrahim hem de kadim dostum Bekir Uysal, Sakarya Müftüsü ve yine kadim dostum Hasan Başiş'den selam getirip götürüyorlar ve ısrarlı bir biçimde Sakva gibi diğer bazı kurum ve kuruluşlarla birlikte müftülüğü de ziyaret etmemizi öneriyor ve teşvik ediyorlardı. Son sıralarda Hasan Başiş Bey ile yapılmakta olan Edabali Camii'ndeki Mescid-i Aksa maketiyle alakalı bilgi alışverişinde bulunuyorduk. İyi olması için elinden geleni esirgemiyordu. Bu proje vesilesiyle çapraz dostluklar da gelişti ve pekişti. Filistinli Cihad Ayiş ve derneği bu işe katkı sunan çevrelerden birisiydi. Kendisiyle İstanbul'da tanışmış ve beni bir konferans için Kuveyt'e davet etmişlerdi. Konferansta, ekranlardan tanışıklığımız ve aşinalığımız olan Abdullah Çaycı gibi isimler de vardı. Körfez ülkeleri arasında bana en munis gelen ülke Kuveyt'tir. Kültürel açıdan zengin ve yöneticileri de geniş yüreklidir. İtidal çizgisi onların etki katsayısını artırmıştır. Cihad Ayiş ve arkadaşları Filistin'e gönül veren isimlerden oluşuyor. İlk kez Sakarya Adliye'nin karşısında yer alan ve hala inşa sürecinde olan Edebali Camii'nde Beyti'l Makdis maketi projesini ondan duymuştum. İstanbul'da bir araya geldiğimizde bu projeyi müftülükle birlikte yürüttüklerini söylemişti. Ben de Müftü Hasan Başiş'in kadim dostum olduğunu söylemiştim. Cihad Ayiş Bey bu ortak bağdan da istifade edebilmek için Hasan Başiş'e benimle görüştüğünü söylemiş o da gıyabımızda iltifatta bulunmuş. Derken Beyti'l Makdis vesilesiyle daha önce ayrı havzada seyreden dostluklar geniş havzada buluşmuş ve cem olmuş oldu. Bu ziyaretle daha da pekişti.

20 Ağustos Cuma günü (2021) çocuklarla birlikte Sakarya'ya doğru yola çıktık. Sakarya'nın girişi Berceste'de kısa bir mola vererek kahvaltı yaptık. Ardından seyrimize Sakarya'ya devam ettik. Saat 13:00'e doğru yaklaşmaktaydı. Telefonla bana imam hatip odasında beklendiğimi duyurdular. Ben ise Yeni Camii muhitine geldiğimde dışarıda kalabalık cemaatin saf tutmuş olduğunu gördüm. Yararak içeriye girmek içime sinmedi ve istikametimi biraz ötedeki Aziziye Camii'ne kaydırdım. Bereket orası pek dolu değildi. Namazı orada kıldıktan sonra Yeni Camii'ne geldim Bekir Uysal Hoca, kardeşim İbrahim ve sonradan Hanlıköylü Mehmet Kartal'ın oğlu olduğunu öğrendiğim Mahmut Kartal Beyler bizi bekliyorlardı. Bir de odaya Halit isminde Hasan Başiş'e benzeyen narin yapılı bir genç girdi. Meğerse Yeni Camii'de hutbeyi o tilavet etmiş ve namazı da o kıldırmış. Halit, Hasan Başiş'in oğlu. Kibarlığıyla temayüz ediyordu. Önümüzde suskunluğunu bozmuyordu. Lafa karışmıyordu. Kıraat dalında birincilikleri varmış. Bunları Bekir Uysal Hoca'dan öğreniyorum. Yaşına rağmen pek yerinde duramayan Hanlıköylü Mehmet Efendi'nin mahdumu Mahmut Bey ' Bugün, bu Cuma sanki babamla eski yaşanmış günlerden birini idrak ettim, geçirdim sandım…" dedi. Bu sözler üzerine biz de duygulandık. Hanlıköylü Mehmet Efendi hepimizin abisidir. Aşk meşk adamıydı. Tarikat meselesinde iddiasız ama kesintisiz bir gayret içindeydi. Selanik asıllı Tayyar Enüst ise onunla en sıkı bağlar kuran kimseydi. Tayyar abi bir ilahi duyduğu anda havaya fırlar ve zikir faslına geçerdi. Kendini zikrin ritmine kaptırırdı. Kendisi bana Şems-i Parandeyi yani uçan Şemsi hatırlatır. Aşk, insanı kanat olmadan da havalandırır. Bekir hocamın yalancısıyım. Sakarya'dan çıkar Hanlıköy'e kadar bir solukta yaya veya bisiklet vasıtasıyla gidermiş. Aşığa Bağdat sorulmaz.

Hanlıköylü adeta Sakarya'nın üçlerinden birisiydi. Sami Efendi'nin halifelerinden Ebubekir Efendi, Ahmet Ateş Bey ve Hanlıköylü Mehmet Efendi edep timsali insanlardı. Karşılaştıkları insanlara İslam edebini hatırlatırlardı. Halleriyle hallenirdiniz. Hal diliyle konuştuklarından kal diliyle konuşmaya lüzum kalmazdı. Bekir Uysal Hocam yine cömertliğini gösterdi: 'Bugün Meşhur Köfteci Mustafa'dan köfteler benden ama sırayı Mahmut Kartal bana vermiyor' dedi. Tavuklar köyü emekli imamlarından Murat Alıverdi, Yeni Camii Müezzini İsmail samastı ve dernek başkanı Osman Bademli gibi isimlerle birlikte Yeni Cami'den Aziziye'ye doğru yola çıktık. Köfteci Mustafa'nın dükkanı bu iki cami arasında kalıyor. Geçen sefer geldiğimizde pandemi nedeniyle servis yapmıyorlardı.

Yeni Camii Sakarya'nın belli başlı camileri arasında yer alıyor. Hasan Yıldırım hoca burada uzun yıllar müezzinlik yapmış ardından imametini de devralmıştı. Sakarya'nın tanınmış simalarındandı. Oğullarından Sami Ezher'e gitmiş ve buradan mezun olmuştu. Diğer oğlu Mehmet Yıldırım ise şimdi Teverler İnşaat haline gelen yerde hem saatçilik hem de kitapçılık yapıyordu. İkisi bir arada yürümediğinden olmalı elinde kalan kitaplarını 'batan geminin malları' misali yok fiyatına çıkarmak istiyordu. Ben de gide gele Mehmet Yıldırım'ın kitapçı dükkanından epey kitap edinmiştim. Hatırımda kaldığı kadarıyla bunlardan birisi Abdulkadir Geylani ile İbni Arabi arasındaki halkalardan birisi olan Cezayirlilerin meşhur velisi Ebu Medyen kitabı idi. O sıralarda kitap okumak olmazsa karıştırmak en büyük zevklerim arasındaydı.

Yemekten sonra kafile birbirinden ayrıldı. Bizler Hasan Başiş'i ziyaret için Mahmut Kartal eşliğinde yola çıktık. Hasan Başiş'in müftülük dışında bir ziyareti olduğu için bize 15:30'a randevu vermişti. Biz ise müftülükte ön ziyaretlerle birlikte kalan saati eriteceğimizi düşündük. Gerçekten de müftülüğe vardığımızda bize yere göğe koyamadılar. Çaycılar sanki seferber olmuşlardı. Sonuçta Sakarya'nın çocuğu idik. Bir kısmı bizi gıyaben bir kısmı da vicahi olarak tanıyordu. Müftülük binası tren garının yanında bulunuyor. İsmail Öner döneminde yaptırılmıştı. Önce İbrahim'in teklifiyle hac işlerine bakan Salih Yıldırım Bey'in bürosuna gittik. Çaylar gidip geliyordu. Orada bir müddet sohbet ettikten sonra bir üst kata ve müftü yardımcılarının yanına gittik. Ezher'de tahsil görmüş olan Mehmet Şahin Bey'in bürosunda kalan çay istihkakımızı da tükettik. Misafir heyete çok iltifat etti. Sonra yine diğer müftü yardımcılarının misafiri olduk. Onlar da çok sıcak karşıladılar. Ardından Hasan Başiş'in yerine geçtik ve orada bir hayli hoşbeş ettik. Çoktandır yüz yüze gelmemiştik. Ahmet Şark'ın müftü olduğu dönemde o da Sakarya Müftü Yardımcısı idi ve o vesile ile ziyaretine gitmiştik. Şimdi aynı yere müftü olarak talin edilmişti. Babası Ramiz abi ile de iyi tanışır ve ortak dost çevrelerinde bir araya gelirdik. Ramniz abinin yanlış hatırlamıyorsam Orhan Camii civarında dükkanı da vardı ve oraya uğrardı. Bu vesile ile sık görüşürdük. Ramiz abinin biraderi rahmetli İsmail amca ise Bekir Uysal'ın kayınpederi olur.

Benim geçmişteki saklı tarihimde üç aylık bir Medine dönemi vardır. Yıl 1979. Kabe baskınının yapıldığı yıl. Hasan Başiş de Medine'de öğrenci idi. Genellikle cumhuriyet sürgünlerinden Mustafa Necati Erzurumi'nin dükkanında buluşurduk. Zaten kendisinin de hikaye ettiği gibi Mustafa Hoca Suudi idaresi tarafından kovuşturma geçirdiği gibi Hasan Başiş de oraya o dükkana takıldığından dolayı kovuşturma geçiriyor. Türkiye'ye geldiğinde 12 Eylül tufanına yakalanıyor. Suudi Arabistan'da ise 'neden sufilere takılıyorsun' diye zılgıt yiyor. Kovuşturma geçiriyor. Halbuki Mustafa Necati Erzurumi, iyi bir alimdi. Kelamcılığı ağır basardı. Velhasıl her iki idarede sufilere karşıydı. Birisi laiklik diğeri Vehhabilik adına. Dünya böyle bir yer! Mümin için zindandan farkı yok. Bir bedevinin kendisine kahramanca sahip çıkması, kol kanat germesi sayesinde uzaklaştırma cezası almaktan son anda kurtuluyor. Geçmiş gün Hasan Başiş'in üniversite yurdunda kaldığını sanıyordum. Belki de öyleydi. Ama Karabaş Medresesi'nde de odası varmış. Şam'daki gibi biz Mihr Ali (Öznür-Süleyman) aynı odayı paylaşıyorduk . Burası Osmanlı izi taşıyan ve atalar tarafından yapılmış mekanlardan birisi idi.

1979 yılında hala Medine'de mücavirlik geleneği canlı idi. Mücavirler oranın bereketi idi. Nimetullah Hoca ve babası da mücavirlerden sayılırlardı. Hasan Başiş, Nimetullah Hoca'nın Tebliğ cemaati tarzını benimsediğini ifade etti. Coşkun Aral'ın onun Filipinler'de Moro bölgesinde evlendiğine dair verdiği bilgiyi sordum, doğruladı. Morolu bir kız, kendisini Nimetullah Hoca'nın hizmete adamış. İlk eşi de bunu sineye çekmiş. Nimetullah Hoca ile olmadık yerlerde karşılaşırdınız. Hatta içinizden 'Burasını nasıl buldu?' diye de merak ederdiniz. Kulağı delik ve gönlü açık birisiydi. Bir defasında Şam'da Fehmi Koru'nun da bir müddet eğleştiği Kayserili Halil Kocaoğlu'nun Emevi Camii'nin arkasında Şafii İmamı Münir Hoca ile birlikte odalarının bulunduğu mekanda Nimetullah Hoca'ya denk geldim. Orada kulağımda kalan sözlerinden birisi ' el ilmu a'lar rüteb' cümlesi oldu. Rütbelerin en büyüğü ilim rütbesidir. Halil Kocaoğlu dönüşünde bir müddet memleketi Kayseri'de Bünyamin'de müftülük yapmıştır.

Türkiye'den gelen yaşlılardan bir kısmı burada kalarak ölümüne kadar Hazreti Peygamberle komşu olmayı arzuluyordu. Buna mücaveret deniliyor. Maddi zihniyetin ve betonun baskın çıkmasıyla birlikte bu güzel adetler de yok olup gitti. Türkler veya Türkiye kökenliler genellikle Karabaş Medresesi, Beşir Ağa Rıbatı, Erzurum Rıbatı gibi mekanlarda toplanırlardı. Bunlar arasında Daru'l Funun'un son hocalarından bazıları da bulunmakta idi.

1970'li yıllardan beri Medine'de ikamet eden ve burada evlenen ve çoluk çocuğa karışan arkadaşımız Mihr Ali de sudan sebeplerden Suudi Arabistan'dan atılmıştır. Çaresiz olarak Bursa'ya yerleşmiştir. Mihr Ali Medine ile hemhal olmuş ve oranın dışında oksijen soluyamayan ve hayat belirtisi olmadığına inanan arkadaşlarımızdandı. Oradan atılmasına doğrusu üzüldüm. Lakin büyük fotoğrafa da bakmak lazım. Neden böyle oluyor? Halit Mağribi isimli Mescid-i Aksa vaizlerinden bir zat şöyle diyor: Medine'nin harap ve Beyt-i Makdis'in mamur ve bayındır olduğu gülerin arifesindeyiz. İki yıldan beri hac yapılamıyor. Daha doğrusu beyne'l müslimin ve beyne'l İslam bir hac yapılamıyor. Buna mukabil Muhammed Bin Selman döneminde 'terfih' dedikleri eğlence kültürü hakim odu. Suudi halkı dini polisin veya daraltılmış dini anlayışın baskılarından yılmış, bunalmış ve kendisini eğlenceye vermiş, kaptırmış. Muhammed Bin Selman da bu dalganın önünü açmış. Suudi Arabistan'da dindarlık can çekişiyor. Buna mukabil cahiliyet kalıntıları ise bayram ediyor. Arabistan, Hazreti Peygamberin haber verdiği veçhile sellerle kar ve yağmurla yeniden çayırlık çimenlik haline geliyor. Onun ötesinde zamanın son faslında (ahir zaman) bazı kabilelerin dinlerinden dönecekleri; her kabilede dinine bağlı unsurların, gariplerin birkaç kişiyi geçmeyeceği, sınırlı olacakları (hüm nüzza mine'l kabail) haberi de tulu etmiş, gerçeklik kazanmış bulunuyor. Bu gelişmelerden dolayı üzülenler olduğu gibi sevinenler dahi vardır. Dolayısıyla Suudi Arabistan'daki vasat bundan ibaret. Asimetrik bir dönemden geçiyoruz. Haremeyn eskiden körük gibi kirini pasını sınırlarından atardı. Şimdi ise menhus zamanda iyiler seçiliyor ve atılıyor. Bu anlamda Mihr Ali'yi teselli mi etmeli tebrik mi etmeli, bilemiyorum. Dönem Halit Mağribi'nin dediği gibi Medine'nin manevi olarak yıkıntı haline geldiği ve harap oluş dönemine rastlıyor.

Hasan Başiş'e ortak dostumuz ve Ali Ulvi Kurucu'nun damadı Hayrettin Bulut'u soruyorum. Medine Hastanesi'nde doktor olan Hayrettin Bulut son dönemlerini münzevi olarak geçirmiş. İnsanlardan kopmuştu. Hasan Başiş de bunu doğruladı ve bildiği kadarıyla memleketi Kastamonu'ya döndüğünü ve orada vefat ettiğini söyledi. Böylece bir yakini bilgiye daha sahip olduk. Sefa Özsu gibi Hayrettin Buluta da yakin gelmiş ve öteye göçmüştü. Son durakları cennet olsun!

Çaylar eşliğinde sohbet tatlı gidiyordu. Hasan Bey bizi Edebali Camii'nde yaptıkları ve yüzde 80 oranında tamamladıkları Kudüs maketini görmeye davet etti. Biz de severek icabet ettik. İkindi namazını inşa halinde olan Edebali Camii'nde Hasan Başiş'in imametinde eda ettik. Sonra maketin yanına geçtik. Maket vasıtasıyla Mescid-i Aksa'yı anlamak çok kolaylaşıyor. Cihad Ayiş de bizimle birlikteydi. Maketin mihmandarlığını o yaptı. Kafamıza takılanları ona soruyorduk. Mastabaları sordum. Mastabalar, ilim meclisleri demek. Harem avlusunda 33 mastaba olduğunu söylediler. Makette yaz minberi dikkat çekiyordu. Velhasıl dört dörtlük bir maket olmuş. Bu da aslında Medine'nin harap Kudüs'ün imar oluşunun ek nişaneleri arasındadır. Tabii ki Kudüs'ün imarı bir süreç. Şimdi ipuçları var. Önümüzdeki devrede ete kemiğe bürünecek ve herkes tarafından ayan beyan görülecektir. Bizzat ziyaret etseniz maketteki kadar kavrayamazsınız. Cihad Ayiş Bey, Gazali'nin hatıratını taşıyan Babu'r rahmeyi ve Siyonistlerin burasını ele geçirme plan ve çabalarını anlattı. Kötüler, Medine'yi istila ettikleri için şimdi iyiler Kudüs etrafında toplanıyor, kenetleniyor. Bunun ilk işaretleri ortaya çıktı. Murabıtlar orada nöbet tutuyor.

Sonra gani gönüllü Mahmut Kartal'ın düldülüyle şehre doğru revan olduk ve bir müddet sonra Bekir Hoca Azizeye sınırlarında indi. Benim de canım yalnız başıma yürümeyi arzuladı. Ben de indim. Yine çocukluğumdaki gibi Salko'yu ve Tabakhaneyi adımlayarak evin yolunu tuttum. Sakarya şüphesiz bir göçmen kenti. Onların içinde Boşnakların da hatırı sayılır bir varlığı var. Salko Camii gibi cami isimleri de onların izleri ve hatıratı.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN