Okuyucularımızdan bazılarının ilginç sual ve görüşleri oluyor.
Bunlardan birisinde deniliyor ki: 'Hayatınızdan bazı kesitleri ve yaşadığınız zaman dilimindeki ülke içi ve dışı hadiseleri değerlendiririken, bazı konularda hayret ediyorum. Meselâ, rahmetli babamın kesip biriktirdiği gazete yazıları içinde, Cezayir'de Fransa'nın 130 yıllık işgaline karşı verilen ve 1,5 milyon Müslümanın hayatına mal olan büyük ve çetin istiklal mücadelesi konusunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 1962 yılında yapılan bir oylamayla ilgili, ve Türkiye de dahil, birçok Müslüman ülke temsilcilerinin de Fransa yanında yer almasının eleştirildiği bir yazı var. 'Yeni İstanbul' gazetesinde, 'Gençlik Köşesi'nde yayınlanan ve iyice sararmış o ve neredeyse pul-pul dökülecek hale gelmiş olan o gazete kupüründe, sizin isminiz var. Şimdi 76'larda olduğunuza göre, o yazınızı yazdığınızda 17-18 yaşında oluyorsunuz. Orada anlattığınız konular ve dünya meselelerini tahlil ederken, Müslümanlara emperyalist güçler tarafından kurulan entrika ve tuzaklardan ve Müslümanlara emperyalist güçler tarafından işlenen korkunç katliâm ve fizikî ve de kültürel cinayetlerden söz ediyorsunuz. Ve keza 1967 yılında 'Bâb-ı Âli'de Sabah gazetesinde, Rusya'da 1917'de gerçekleşen Bolşevik- Komunist İhtilali ve Sovyetler Birliği'nin kuruluşunun 50. yılı münasebetiyle gazetenin ikinci sahifesinde ortaya yazı denilen yerde 3 gün yazılan yazılarda da sizin imzanız var. Beni bu şaşırttı. Çünkü o zaman da 22 -23 yaşlarında olmalısınız. Babamın kesip ayırdığı o yazılar içinde daha başka imzalara aid yazılar da var.
Beni şaşırtan şu: Şimdiki gençler arasında o yaşlarda, ülke ve dünya meselelerine eğilen ciddî tesbitler yapılan o yazıları o yaşta nasıl yazıyordunuz?
Nasıl bir eğitim aldınız, merak ediyorum.' diyor.
Cevaben belirteyim ki, o zamanlar sadece bu satırların sahibi değil, gençlerin çoğu, kendilerine göre bir yeni dünya arayışı içinde idiler. Hattâ birbirine zıt değerlere yönelen gençlerdik. Çünkü, ülkenin sosyal çıkmazları çok derin, fakirlik ise diz boyu idi. Çareler arıyor ve hayal ettiğimiz dünyaya erişmek istiyorduk... Amerikancı ve Avrupacı olanlar da vardı ama onlar daha çok zengin kesimlerin çocuklarıydı. Ve ilginçtir, marksist çözümlere tarafdar olanlar da onların içinden çıkıyordu. Geride kalan genç nesiller ise, Anadolu'dan gelen ve genelde Türkçü-turancı hayaller kuran gençlerle İslâmî bir dünya kurmayı düşünenler oluyordu. O zamanlar, öyle yaygın ve etkin yayın organlarımız yoktu. Meselâ, 'Yeni İstanbul' gazetesi, '27 Mayıs İhtilâli'nin, Askerî Darbesi'ne karşı bir tavır geliştirmeye çalışıyor ve daha çok da, 'milliyetçi- muhafazakâr' gibi sıfatlarla anılan kesimlere hitap ediyordu. O 'milliyetçiler' ve 'muhafazakârlar'ın arasında da bir farklılık olduğu kısa zamanda anlaşılıyordu. Nitekim o zaman, 'milliyetçi denilenlerin, daha çok N. Atsız'dan etkilendiği anlaşılıyordu. Bu duruma karşı, kavmiyetçi yaklaşımlara karşı olan ağabeylerimiz bizi o gibi yönelişlere karşı dikkatli olmaya çağırıyor ve hattâ Bursa'da, 'Muhafazakârlar Kurultayı' diye bir toplantı bile tertip ediyorlardı, 1963'de... Ama, açıkça İslâm'dan bahsetmek, 'Biz, Müslümanlarız' diye ortaya çıkmak, yazı yazmak da pek mümkün değildi. Şevket Eygi'nin yayınladığı haftalık 'Yeni İstiklâl' gazetesi, o alanda İslâm'dan ve İslâmî çözümlerden bahseden ilk etkin yayınlardan olup, gençlerin de ilgisini çekmeye başlamıştı. Ve Seyyid Kutb'dan türkçeye tercüme edilen 'İslâm'da Sosyal Adalet' isimli eser ise, o zamanlar, nasıl bir dünya kurmak gerektiği yönünde arayış içinde olanlara, 'Müslümanca bir dünya kurmanın mümkün olduğunu' da en azından nazarî/ teorik olarak sunuyordu.
Bu anlattıklarımdan, o zaman nasıl bir sosyal atmosferde olduğumuz anlaşılabilir. Büyük sıkıntılar içinde olan, gazete alacak para bulmakta bile zorlanılan şartlarda, ülke içi ve dışındaki Müslüman halkların nasıl kurtulabileceğine dair, çözüm yolları üzerinde düşünüyorduk. Çünkü, halkın yüzde 80'i köylerde yaşıyordu, onların dünyada olup bitenleri takip etmek imkânı hiç yoktu. Devlet radyosu ne diyorsa, o yayınlardan bir şeyleri el yordamıyla anlamaya çalışıyorlardı. Bizim neslimiz, genel olarak o yüzde 80'lik köylü kitlelerin içinden çıkan ve az-biraz okumak imkânı bulan gençler durumundaydı ve yeni bir dünya arayışında, tercihimizi, inanç değerlerimiz temeli üzerinde geliştirmeye çalışıyorduk. Kendi inanç değerlerimiz, karanlık bir semâda parıldayan yıldızlar gibi bize göz kırpıyor ve bir o değerleri yeryüzündeki dünyamıza indirebilmeyi hayal ediyorduk.
Bu konuda çok hayalci olanlarımız olduğu gibi, geçmiş 14 asırlık tarihimizi göz önüne getirerek , ütopik hedeflere yönelmememiz gerektiğini telkin eden büyüklerimiz de oluyordu.
*
Ama, şu noktayı bilhassa belirtmeliyim, özellikle marksist çözüm yolları da fukara kesimden gelen gençler arasında biraz biraz ilgi çekmiyor değildi. Ancak, zengin çocuklarının da bir 'ideolojik sükse' olarak marksist söylemleri dile getirmeleri, o gençler arasında da bölünmelere yol açıyordu. Yani, hepsi de dışardan, özellikle Sovyet Rusya tarafından beslenen gençler değildi, ama, fikrî mücadeleler uygulama alanı bulmaya çalışırken, elbette ki bir takım maddî ve malî imkânlara ihtiyaç duyuyorlardı, en başta da, yayın organlarına.
İşte bizim, bugün için erken sayılan yaşlarda, o günlerde kendi inanç değerlerimize dair yazıları, kendimize yakın bulduğumuz gazetelere ve o dönemin kanûnî ve sosyal şartlarına uygun bir dil kullanarak yazılar yazmaya başlayışımız öyle olmuştur. Ki, bazı ağabeylerimize yazılarımızı okuyup, onların , 'Şu noktayı şöyle ifade edersen, daha münasib olur...' gibi telkinlerini de alırdık.
Bu arada, genç nesillerden marksizme yakınlık duyanlara, ilk komünist rejimin kuruluşunun 50. yılında, yarım asırlık geçmişin uzuunca bir tahlilini yapmak ihtiyacı da işte o yazıları kaleme aldırmıştır. Çünkü, genç kardeşlerimizden o yöne eğilim gösterenler olursa veya karşı taraftaki gençlerle karşılaştıklarında, fikrî ve ideolojik tartışmalara girdiklerinde, onların 'güllük-gülistanlık' göstermeye çalıştıkları dünyanın nasıl bir kan deryası üzerinde kurulduğunu anlatmak, bu gibi yayınları da yapmak gerekiyordu. (Ki, ünlü Rus yazarı Alexander Soljenitsin, Bolşevik-komunist İhtilali'nin/ devriminin Rusya'da en az 60 milyon insanın hayatına mal olduğunu yazmıştı.) Bu gibi içerden beyanların bizim yeni nesillerimize de anlatılması ve ideolojik tartışmalarda da, bizim değerlerimize bağlı gençlerin, karşıtları karşısında bilgi bakımından da donanımlı olmasının gerekliliği açısından, bu gibi yazılar ve yayınlara da ihtiyaç duyuluyordu.
Ki, o zamanlar fotokopi makineleri bile yoktu. Hatırlarım, 'şapograf makinesi' denilen parafinli-mumlu 'teksir/ çoğaltma makineleri ' vardı ve dikkatimizi çeken yazıları, o makinelerde 'saman kağıdı' denilen, en düşük kaliteli açık sarı kağıtlarda - daha iyi basıldığından- çoğaltırdık.
*
Bugün ise, o zamanlara göre çok geniş imkânlara sahib, maddî gelişmişlik ve malî imkânlar açısından çok çok iyi bir noktada olan genç nesiller, genelde, 'tüketim toplumu'nun rüzgârına kapılmış bulunuyorlar. Ve dahası, inanç değerlerimizin tatbikini de dünya çapında bütün Müslüman halkları içine alacak şekilde değil de, daha çok da emperial dünyanın, Birinci Dünya Savaşı sonunda Müslümanlara dayattığı 'Ulus devletler'in sınırlarını kutsayan bir anlayışla sınırlı şekilde düşünen bir anlayışın bir hayli güçlendiğini söyleyebiliriz.
Ancak, bereket ki, bizim neslimiz içinden, bugün, bu konuda bizim aslî inanç değerlerimizin mevcud şartlara göre yine de etkili bir uygulayıcısı olan bir Cumhurbaşkanı bile çıkmış olup, onun diplomatik hassasiyetleri gözeterek ifade ettiği 'gönül coğrafyamız' diye ifade ettiği dünya, işte bizim hayallerimizi süsleyen cihanşumûl İslâm anlayışına ve İslam Birliği ideallerine giden yolun bir işaret taşı durumundadır. Ama, hayallere kapılmadan, hemen , bir neslin ömrü içinde gerçekleştirilebilecek bir ideal olduğu sanılmadan ve Müslümanların cihanşumûl plandaki büyük gücü olan Osmanlı'nın geriletiliş ve parçalanış döneminin emperial güçler tarafından da bir an gerçekleşmeyip; hele de 1699- Karlofça Andlaşması'ndan sonra 225 sene süren dikkatli bir yıpratma ve içten çökertme taktikleriyle gerçekleştiğini de unutmamak gerek.
Ve sevinilecek husus şudur ki, bugün, dünyanın her tarafındaki Müslüman halklar, karşılaşılan her çetin buhran ve problemler karşısında, hemen, 'Dünya Müslümanlarının niçin bir bütün olarak hareket edemediğini' dünlere, yarım asır öncelere göre daha güçlü bir şekilde sorgulamaya başlamıştır. Bu da 'İslâm Birliği' idealimizin, kalblere ve beyinlere derinden derine nüfuz ettiğinin ve gelişme istidadı gösterdiğinin bir işareti sayılabilir.
Yani, gelecek için bugün, düne göre daha bir ümidli olabiliriz; elbette hayallere kapılmadan, şer'î ve aklî bütün tedbirlere tevessül edip, takdir-i ilâhiye ondan sonra tevekkül ederek; tökezlemelerden de umutsuzluğa kapılmadan ve hattâ bir takım tökezlemeleri bile, daha çetin mücadeleler için daha uyanık mücadelelere hazırlanmak fırsatı olarak değerlendirerek.
*
Bilhassa tekrarlamalıyım ki, tıpkı bu gibi ve başka okuyuculardan da, o dönemlere aid bazı gazete kupürlerine dair benzer değerlendirmeler ve sualleri görüyorum. Bu fikirler ve değerlendirmelerde yanlışlar varsa, nefsimizdendir, doğrular ise, muhakkak ki, inanç dünyamızdandır. Ve bu gibi yazılar, dün olduğu gibi bu günde eleştirilere, hatırlatma ve nasihatlere muhtaçdır.
Evet, bazı okuyucularımızın mesajlarına bu kadarca değinip, o zamanlar bugünkü gibi teknolojik imkânlar olmadığından, elimde olmayan o eski yazıları, tamamen harab olmadan veya fotoğrafını çekerek bana da gönderirlerse, müteşekkir olacağımı da belirterek.
Çünkü bugünkü teknolojik gelişmeler o zamanlar söz konusu olmadığından, yazıları korumak imkânı yoktu; hele de taşrada olanlar için...
Hikâyemize önümüzdeki yazıda devam ederiz inşallah...