Fikriyat için özetler -I-

Önce, aziz okuyuculara açıklama ve beyân-ı i'tizar:

Ekrem Kızıltaş dostumun yıllarca önce daveti üzerine, Fikriyat'ta haftada veya 10 günde bir, ya da daha uzun süreli zaman aralıklarıyla yazılar yazdım.

Ancak, zaman zaman, benden kaynaklanan gecikmeler meydana geldi. Bu kez de öyle oldu ve geçen hafta, Ekrem Kızıltaş hatırlattığında, aradan aylar geçtiğini fark ettim.

53 yıldır, (12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nin ağır şartları karşısında, mecburen yurt dışında geçen 35 sene de dahil) devamlı yazan ve son 10 senedir de 'star.com.tr'de, haftada 4 gün olmak üzere devamlı yazmakta olan birisinin yorulduğu gibi bir düşünce zihinlerde uyanmaz herhalde.

Ama, bu son aylarda, hele de Amerika'da çılgın ve tutarsız ve de 'megaloman' (kendisini herkesten büyük görmek şeklindeki ruhî izmihlal halinin esiri olan) Trump isimli kişinin Amerika'da yeniden Başkan olmasından sonra sergilediği tutarsızlıklar ve her gün bir ayrı telden konuşması karşısında onun hakkında yazmaktan kaçınmak gereğini duydum. Çünkü, her gün bir farklı laflar ediyor.

Yazmaktan muradımız, ülkede ve bütün dünyada olup bitenler üzerine duygu ve düşüncelerini, kendi aslî değer ölçülerine bağlı kalmaya çalışarak anlatmak ise, -ki, inşaallah öyledir- dünyayı okuyalım derken, bocalamak durumuna düşmemek dikkatini de korumak mecburiyeti vardı.

Ekrem kardeşim, geçen hafta, 'Nerede kaldın yahu.' deyince, 'laz' şivesiyle 'Ha burayayum.' dedim. 'Buradaysan, hani yazıların?' sualinin geleceği belliydi ve tamam inşallah, bundan sonra bu kadar uzun fasılalı olmaz düşüncesiyle, yeniden (kazak Türkçesiyle, Alla'nın atıymen bastaymın.' (Allah'ın adıyla başlarım.) demek noktasında buldum kendimi.

Bu işin bir tarafı. Yazan taraf açısından.

Bir de okuyan açısından durum nedir?

Şahsen, Fikriyat'ta yayınlanan yazılarımın eğrisiyle-doğrusuyla, değerlendirilmesinin yapıldığı ve özellikle de yanlışlarımın gösterildiği herhangi bir okuyucu mektubu hatırlamıyorum.

Yani, yazan kimseyi tembelliğe değil, yazmakta isteksizliğe sevk eden etkenlerden birisi de budur.

Çocukluğumuzda, hele de sessizliğin daha bir hakim olduğu akşam ve gece saatlerinde, bir derenin yamacından, 'Hey, orada kimse yok mu?' diye seslendiğimizde, sesimiz, derenin karşı yamacına çarpıp in'ikas eder, aynı şekilde 'Hey, orada kimse yok mu?' akseder ve bundan dolayı yalnızlığımızı daha bir anlardık.

Bizim sosyal hayata dair, gerek ülke içi, gerekse ülke dışı meselelere dair sözlerimiz okunur mu, okunmaz mı; bilemeyiz ve yankı olarak duyduklarımız, sadece kendi sesimiz olursa, isteksizliğimiz daha bir güçlenir..

Bir diğer husus da şu ki, bir çok konuları sohbet havasında konuşurken, bir çok kardeşlerimiz, meselelerin millete çok net olarak açıklanmadığından yakındıklarına hemen daima rastlarız. Halbuki, kendi cenahımız açısından da yapılan bir çok değerlendirmeleri hep takip etmeye çalışırım ve genel olarak doyurucu ve tutarlı yorumların kaleme alındığını görürüm.. Ama, gerek Hükûmet'in gerekse medyanın, bir çok meseleleri millete açıkça söylemediklerinden yakınanların, diyebilirim ki ,üçte ikisi, hemen hemen hiç bir yayını takip etmiyorlar.

Ama, yakınmaya gelince..

İyi de, 'Ey filanlar geliniz, sizleri aydınlatalım' mı desin birileri?

Bilmiyorum, bu kadar sözler ettikten sonra olsun, ne demek istediğimi izah edebildim mi?

Hani derler ki, Yûnus'la Celaleddin karşılaşmışlar ve Celaleddin, kocamaaan 'mesnevi divanı'nı günlerce okumuş ve Yûnus da sabır ve sukûnet üzre, dinlemiş.. Ve sonunda Celaleddin, 'Nasıl buldun?' deyince, Yûnus, 'Güzel de, çok uzun etmişsin… Ben olsam, ete-kemiğe büründüm, Yûnus diye göründüm.' derdim, demiş.

Celaleddin bakmış ki, Mesnevî'de 50 bin beyte yakın, o uzuuun uzuun anlattıklarında ifade etmek istediklerinin özü, Yûnus'un o beytinde dile getirilivermiş.

Bunun üzerine, Celaleddin, 'Bu Türkmen kocamanından öyle görklü sözler işittim ki, gönlümün aynası bu zamana kadar işitmemişti.' kabilinden bazı sözler diyesiymiş.

Şimdi, biz de, -hele de bu satırların sahibinin, - bir sahifede anlatılabilecek meseleleri 10 sahifede özetlemek gibi bir yanlış becerisini bilenler, 'Yahu, arkadaş, şu yukarıda anlattıklarından elimizde kalan ne?' deseler, yine ellerinin boş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirler.

Bu kadar lâf'u güzaf'tan sonra gelelim, şu son aylarda size yazamadığım ve amma, 'star.com.tr'de anlatmaya ve yazmaya çalıştıklarımdan, bu güne de ışık tutabilecek yazılardan birkaç buket derlemeye.. Böylece, nasıl bir dünyada olduğumuzun ip-uçlarının yeniden hatırlamak açısından faydalı olabilir belki. Açıktır ki, sadece bu gibi hatırlatmalarımız değil, bütünüyle diğer yazılarımız da, sadece ve muhtemelen ilgi duyacak olanlar içindir. Evet, dünyaya nasıl baktığımızın işaretlerini vermeyi hedefleyen bu sözlerimiz, yazılarımız; aradığı, muhatap edinmeyi hedef edindiği kimselere de ulaşır ve böylece doğru olduğuna inandığımız hususları paylaşabilecek kimselerle ya da en azından yanlışlarımızı yazacak dostları da aramaktadır.

2 Mart 2025 günlü yazımda 'Bizi millet yapan, soy-sop bağı değil, inanç birliğidir' başlığı altında Ramazan vesilesiyle bazı hatırlatmalar yapmış ve Yahyâ Kemâl'in iç dünyasını ve o dünyadaki fırtınaları yansıtan 'Atik Valde'den İnen Sokakta' isimli şiirine yer vermiştim. O müthiş düşündürücü ve Yahyâ Kemâl'in âdeta sonradan gelecek olan nesillere itirafname gibi yazdığı o şiirden, Üsküdar'- 'Atik- Valde' semtinde fukara evlerindeki Ramazan maneviyetine imrenişini anlatan bazı mısraları, evet, bu son derece düşündürücü mısralar Müslüman dünyasının derinlerinden haber verdiği gibi, Yahyâ Kemâl'in iç acılarını da yansıtıyor.

O halde buyrunuz, bu şiiri birlikte okuyalım:

ATİK-VALDE'DEN İNEN SOKAKTA

-Nihad Sami Banarlı'ya..-

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,

Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,

Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti

Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;

Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları

Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;

Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.

Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,

Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.

Yârab, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;

Az çok ferahladım ve dedim, kendi kendime:

"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Mâdem ki, böyle duygularım kaldı, çok şükür."

*

3 Mart 2025 günü yazımda ise, şu özetler hâlâ da üzerinde düşünülmeyi gerektiriyor:

'Zorla saygı isteyen Amerikan megalomania'sının aşağıladığı, Zelensky değil, bizzat kendileridir.' başlığıyla kaleme alınan yazıdan geriye kalan bir-kaç nokta.

3 Mart sabaha karşı ajanslara düşen gelecekte insanın iradesini bertaraf edeceğinden dehşetle anlatılan bir 'yapay zekâ' oyunuyla hazırlamış bir kavga sahnesini görenler, herhalde, 'gerçeği de ancak bu kadar gerçekçi olabilirdi' demekten kendilerini alamamışlardır. Çünkü, Zelensky, Trump ile tartışırken, Trump'a karşı giriştiği dehşetli bir kavga sahnesi ve devreye girmeye çalışan Başkan Yardımcısı Vance ve diğer yardımcılarının her birisine karşı da müthiş bir performans sergilemesi dakikalarca tekme-silleli bir kavgaya dönüşmesi ve sonunda da, Zelensky tarafından Trump'ın suratına arka arkaya indirilen sert darbelerle, Trump'ın nakavt olması gibi sahneler.

Evet, 'yapay zekâ' tarafından hazırlanmış bir sahne. Ama, gerçeğiyle sahtesi arasındaki farkı ortaya koyabilene aşk olsun.

*

Amerika'da, Trump, 4 yıl aradan sonra tekrar seçim kazanıp, 20 Ocak 2025 günü Beyaz Saray'a gelerek, dünyada savaşları durduracağı iddiasını gerçekleştirmek için işe koyuldu, ama, sadece Ukrayna barışı üzerinde duruyordu. Ve bunu da, Putin'in memnun olacağı şekilde sağlamak istiyordu. Yani, 'Teslim ol, barış olsun..' şeklindeki 'Pax Romana'nın (Roma usûlü barış) yerine, 'Pax Americana' ve 'Pax Russica' devredeydi.

Filistin konusunda ise, aynı Trump, Siyonist İsrail rejiminin başındaki Netenyahu'ya, 'Ben işbaşına gelinceye kadar yapacağın her şeyi yap..' diyordu..

Ve işte böye bir durumda.. Trump, Ukrayna Başkanı Zelenky'yi Washington'a davet etti.

*

Ve.. Zelensky, Washington'a uçtu, 28 Şubat günü.. Zelensky, Rusya'yla savaşlarının başından beri, kravat takmayan, takım elbise giymeyen birisi olarak Trump'la görüşmeye gitti ve Beyaz Saray'da Başkan'ın makam odasına verilen isimle, Oval Ofis kapısında Trump tarafından karşılandı.. Zelensky, yine takım elbise giymemişti, askerî eğitim elbiselerini hatırlatan bir kıyafetle gitmişti..

Bu durumu gören Trump, -emrinde, ayak işlerini gördürmek için çalıştırdığı işçisinin giydiği biraz daha yeni bir elbisesine takılmasında olduğu gibi,- üstenci bir dille, 'Zelensky'nin askerî kamuflaj kıyafetini hafife alır bir tavır takınmıştı.

Halbuki, Trump'ın, Suûdî rejiminin veliahdi, 'Muhammed bin Selman'ın veya geçen ay görüştüğü Hind Başbakanı Modi'nin mahallî kıyafetine hiçbir itirazı söz konusu olmamıştı.

Bizdeki tv ekranlarındakilerden niceleri, 'Oraya elbette takım elbiseyle gidilmesi gerektiği'ni söylerken, bazıları da 'diplomasi tarihinde böyle bir rezaletin görülmediği'ni ileri sürüyorlardı.

Diplomaside böyle şey görülmedi, sahi?

Biz bu konuda 1-2 örneği hatırlatalım.

*

'Hind Ayaklanması' sırasında, görüşmeler için davet edilen Hind lideri Mahatma Gandhi, Londra'da İngiliz Parlamentosu'na gittiğinde, o kendine özgü kıyafetiyle oturunca yoğun gülüşmeler başlamış, bunun üzerine o da derhal orayı terk etmiş, 'Siz davet ettiğiniz misafirinizin kıyafetine bile müdahale edecek kadar anlayışsız bir topluluksunuz..' diye oradan ayrılmış ve İngiliz parlamenterleri ondan sonra özür dileyip, onu güçlükle, yalvara-yakara, geri getirebilmişlerdi.

*

Diğeri ise, 1930'lu yıllarda, Mısır büyükelçisinin, başında fes olarak, itimadnâmesini / güven mektubunu vermek üzere gittiği zaman, serpuş /şapka devrimi yapmış bir Devlet Başkanı'nın, o büyükelçinin başındaki 'fes'i başından çıkartıp attırması, daha mı az bir diplomatik falso ve kabalık idi?

Nitekim, o davranış yüzünden, Mısır'la ve halkı Müslüman olan diğer ülkelerden nicelerinin de, bu davranışı saygısızlık sayarak, o kişinin kurduğu rejimle aralarında 80-90 yıla yakın bir soğukluğa yol açtığını hatırlatmakla yetinelim.

*

5 Mart 2025 tarihli yazımda ise, 'Dünya, bir 'çılgın'ın gücetaparlığından kurtulabilecek mi?

başlığı altında yazılan birkaç paragrafı bir daha hatırlayalım; çünkü, bugün de tazeliğini koruyor , dünyadaki gelişmelerin açıklanması açısından:

'Avrupa Birliği, Ukrayna'yı sevdiğinden değil, ama, Rusya'nın bu savaşta zafer kazanması halinde, Avrupa ile Rusya arasında bir engel, bir dalgakıran seddi kalmıyacağından korkuyor.

Ama, korkunun daha büyüğü, Trump'ın yeni açıkladığı 'toprak edinme yöntemi' anlayışından kaynaklanıyor..

Çünkü, Kanada, Grönland, Panama ve Meksika'yı Birleşik Amerika'nın birer eyaleti durumuna getirmek gibi teorilerinden sonra, 'Gazze'yi alacağım, bu konuda kararlıyım.. Gazze halkı ise, dönmek isteseler bile zâten Gazze'de dönecek bir yer kalmadı ki dönsünler. Gazze'nin yıkıntılarını kaldırmak için bile 15 seneye ihtiyaç var.. Buraları bölgenin zengin ülkelerinden alacağım parayla temizleteceğim ve sonra orayı İsrail bize bırakacak..' gibi sözlerdeki mantığı ancak 'orman kanunu'nun hâkim olduğu yerlerde duymak mümkün olur.

Çünkü, Trump, 'savaşla alınan yerlerin iadesi sözkonusu olmaz..' diyor.. Savaş'ın haklılık -haksızlık gibi bir ahlâkî temel şarttan bahsetmeksizin.. Bu mantıkla da, Siyonist İsrail rejimine Filistin'de istediği yerleri, askerî yolla alabileceğinin yolunu açıyor..

'Saldır, baş eğdir, toprakları bütün dünyayı ele geçir.'

Mantık bu.. Teslim olun, barış olsun!. Pax Romana 'Roma Usûlü Barış'ın Amerikancası. (Pax Americana)

Ve bu mantık, elbette ki, Putin Rusyası için de bir ölçü olacak ve Rusya'nın da Ukrayna'dan işgal ve ilhak ettiğini açıkladığı -başta Kırım olmak üzere- bütün toprakların da artık Rusya'ya aid olduğu, tartışılamaz bir raddeye ulaşacak ve bütün saldırganların elini rahatlatacaktır.

Trump ise, Amerika'yı ve Amerikan gücünü daha bir yücelttiği kanaatiyle, kendisinin, 'Abraham Lincoln ve George Washington'dan daha büyük olduğunu' söylüyor ve 'Bunu şaka sanabilirsiniz, ama, gelecekte tarih bunu yazacaktır. ' diyor.. Çünkü tam bir 'megalomania' tablosu.. İleride, kendisini 'Amerikalıların atası' bile ilan edebilir. Şeyh Mucib'ur-Rahman'ın, kendisini Bangladeş'te, 1973lerde, -başka bir yerden ilham alıp- 'Bangabandu /Bengallilerin atası' diye nitelemesinde olduğu gibi.

Tabiî, bu ortamda, Trump-Zelensky arasındaki korkunç ağız dalaşı ve kabalığın da ötesinde, yozluğun zirvesiydi.. Hele de Trump açısından.. ' Biz olmasak sen bir hiçsin.. Sergilediğiniz o direnişler de bizim sâyemizde oluyordu..' diyordu, Elbette o tartışma ve ağız dalaşı sahnelerini Putin ve Rusya halkı zevkle takib ederken, o çarpıcı itirafları Putin de not ediyordu.. Trump'ın mantıkî insicamını tamamen kaybeder gibi olduğu anlarda, devreye yardımcısı Vance , diplomatik usûlde olmayan bir şekilde giriyor, ve Zelensky'yi azarlıyordu.. (İlginçtir, ing. The Guardian'da yer alan bir yorumda, Vance, 'Sahibini korumaya çalışan bir buldog'a benzetiliyordu.)

*

Başta İngiltere ve Fransa gibi hele de silah sanayii açısından; İspanya, Almanya ve İtalya gibi özellikle de ekonomik açıdan diğerlerine nisbetle, daha güçlü sayılan ülkeler.

Ama, 2 Mart günü yapılan ortak toplantılarda, herbirisi, Ukrayna'nın desteklenmesi konusunda görüş birliğine vardılar ve Rusya- Ukrayna arasında bir ateş-kes uygulamasına geçilmesi ardından, ortak bir 'barış gücü' gönderilmesi fikri bile kabul gördü.

Nitekim, Polonya Başbakanı Donald Tusk , yaptığı açıklamada, '500 milyondan fazla nüfusu olan Avrupa, 140 milyon nüfusu olan Rusya tehdidine karşı kendisini savunmak için, 340 milyon nüfuslu Amerika'dan yardım umuyor..' diyordu.

Geçmişte Trump ile yakın çevre olarak çalışmış bazı isimler ise, Trump'ın Zelensky ile görüşmesinde ortaya çıkan tabloyu sert bir dille eleştiriyor ve 'Beyaz Saray'ın Kremlin'in bir kolu, şubesi haline geldiğini' söylüyorlardı. Trump ise, 'Bu savaşta, her gün yüzlerce- binlerce asker ölüyor..' diyerek çok merhametli bir hümanist resmi çiziyordu, ama, aynı Trump, İsrail rejiminin, Gazze'ye, gıda yardımlarının ulaştırılmasının engellemesine destek veriyordu.

*

Bu satırların sahibi, son aylarda defalarca yazdığı makalelerinde, Trump'ın aklî melekelerinin sağlıklı çalışmadığına dair, uzmanların bir kısmınca da teyid edilen görüşleri, onun, 'şizofrenik, depressif megaloman' şeklindeki teşhislerini aktarıyordu

Buna paranoiya durumunu ekleyen psikiatri uzmanları da oldu.

Ama, 'Demokrat' stratejistlerden James Carville, Trump'ın Ukrayna Başkanı Volodimir Zelensky ile yaptığı şok edici derecede diplomatik olmayan görüşmenin ardından, Trump'ı yerden yere vurmakla yetinmeyip, Politicon podcast'inin son bölümünde Cumhuriyetçi başkanı "sahile vurmuş balina gövdeli, şişman bir pislik" olarak niteledikten sonra, 'Trump'ın ellerindeki iddia edilen kırmızı lekelerin, başkanın beynini uyuşturan frengi belirtisi olabileceğini' ileri sürdü. "Bu durumu gördüğünüzde, ilk şüphelendiğiniz şey frengidir," diyen Carville, 'Frengi /Syphilis/ sifiliz' hastalığının ileri devrelerinde beyin hasarına yol açtığını belirtiyordu.

Bazı vak'alarda, bu hastalığın hastalarda dengesiz ve şiddet içeren davranışlar şeklinde kendini gösterdiği bilinmektedir.

Kendisini, 'Amerika'yı daha da yüceltmek ve Dünyanın Kralı olmak için Tanrı tarafından özel olarak korunmuş bir kimse olarak gören' bu kişi için, sahi ne diyebiliriz?

*

(Devam edeceğiz, inşaallah..)

Selahaddin E. Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Selahaddin E. Çakırgil

Selahaddin E. Çakırgil Diğer Yazıları