Türkiye'nin Fırat'ın doğusunu sürekli gündemde tutmasının temel sebebi ABD'nin insiyatifinde bu bölgede bir statükonun oluşmaya başlamış olmasıdır. Suriye'de birçok konu müzakere konusu iken ABD bu bölgeyi ve PYD'nin geleceğini DEAŞ parantezine alarak gözden kaçırmaktadır.
Bu tavır, Suriye'nin geleceği, Türkiye'nin terörle mücadelesi ve bölgesel düzen açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. ABD'nin geri adım atmaması durumunda Fırat'ın Doğusunun yalnızca Suriye'yi değil, Irak, İran, Türkiye ve hatta Rusya'yı ilgilendiren bir sorun alanına dönüşmesi kaçınılmazdır.
Bu durumda Türkiye'nin de opsiyonları daralmakta ve askeri seçenek daha da ön plana çıkmaktadır.
Savunma Sanayi Zirvesinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün içinde Fırat'ın Doğusuna yönelik operasyon yapılacağını açıkça dile getirdi ve ekledi, "Hedefimiz ABD askerleri değildir".
Bu operasyon daha önce de gündeme geldi. Dahası TSK ve diğer güvenlik birimleri bu operasyona yoğun bir şekilde hazırlandı.
TSK'nın Tel Abyad başta olmak üzere sınıra konuşlanması, ÖSO'nun eğitilmesi ve Ra'sul Ayn bölgesinin karşısında hazır tutulması, ABD ve Rusya nezdinde gerekli diplomatik girişimlerin yapılması gerekli askeri ve diplomatik adımların atıldığına işaret.
Operasyonun zamanlaması da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında zikrettiği üç temel konu ile ilişkilendirilebilir: DEAŞ'ın örgütsel düzeyde etkinliğini kaybetmesi, buna rağmen ABD'nin tavrının değişmemesi ve Rusya'nın da Fırat'ın doğusundaki gelişmelerden rahatsız olması.
ABD'nin bugüne kadar verdiği sözler bir yana Türkiye ile vardığı mutabakatın gerekliliğini yerine getirmemesidir. ABD'nin Suriye'de PYD'nin korunması, daha fazla alan kazanması ve yerleşmesi için attığı yeni adımlar Türkiye'nin askeri seçeneği öncelemesinin başlıca sebebidir.
Mümbiç mutabakatını sürüncemeye bırakırken, Fırat'ın doğusunda yeni gözlem noktaları kurması bu anlamda dikkat çekicidir.
Bugüne kadar DEAŞ'ı bir gerekçe olarak kullanan ABD'nin bu gerekçe ortadan kalktıkça PYD politikasını değiştirmek bir yana daha da derinleştirmesi ABD ile yürünebilecek mesafenin limitlerini göstermiştir.
Türkiye'nin en yetkili ağızlardan açık seçik ifadelerle ulusal güvenlik meselesi olarak açıkça dile getirdiği bir konuyu geçiştirmeye çalışması kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın DEAŞ'ın Suriye'de bittiğine yönelik açıklamaları bu anlamda ABD'ye önemli bir mesaj niteliğinde.
DEAŞ'ın örgütsel düzeyde devam etkisizleşmesine rağmen ABD'nin pozisyonunu değiştirmemesi Türkiye'yi oyalamaktan başka bir niyeti olmadığını gösteriyor.
Rusya'nın da Fırat'ın doğusunda olan bitenden rahatsız olduğu biliniyor. Lavrov'un "Suriye'de devletçiklerin oluşmaya başladığı" yönündeki ifadeleri ABD-PYD işbirliğinden duyulan rahatsızlığın dışa vurumu olarak anlaşılabilir.
Bu şartlar birlikte düşünüldüğünde Türkiye'nin operasyonu oldukça meşru bir çerçeveye sahip olmakta. Bu noktada en önemli risk ABD'nin bu hamleye vereceği karşılıktır.
Operasyon başlamadan önce yeni tekliflerle gelmesi mümkün.
Kurulması düşünülen gözlem noktalarının iptal edilmesi, silah yardımının durdurulması ya da birtakım silahların geri alınması akla gelen tekliflerden bazıları.
Ancak bu tarz teklifler karşısında Türkiye'nin el düşürme lüksü kalmadı.
Veysel Kurt