Bilindiği gibi, model; "örnek alınarak, öncü kabul edilerek, aynısı yahut benzeri yapılan şey" demektir. Ancak, bir şeyi ya da kimseyi model kabul etmek; onu aşmaya, geçmeye, daha iyisini yapmaya mani değildir.
Ayrıca, örnekler ve öncüler; kendi zamanları, mekanları, şartları, imkanları içinde ele alınıp emsalleri ile kıyaslanarak yorumlanmalıdır. Sonrasında, asıl amaç; onları başlangıç noktası kabul edip, "iki günü bir olan ziyandadır" ilkesine uygun olarak, daima daha iyiye ulaşmak olmalıdır.
Öte yandan, tohumlar-fideler-fidanlar; kendi bünyelerine uygun olan topraklarda ve iklimlerde tutarlar, kök salarlar, dal-budak verirler, çiçek açıp meyveye dönüşürler. Ülkeler ve toplumlar ise; kendi kültür ve medeniyet değerlerinden beslenerek, daha kolay ve hızlı gelişirler.
Bu anlamda, pek çok yönden "üstad-ı azam" (büyük usta) olan ve kendi döneminin Aristoteles'den sonraki "muallim-i sani"si (ikinci öğretmeni) olarak anılan Fârâbi; bizim ümmet ve millet tarihimizin, kültür ve medeniyet dünyamızın, örnek ve öncü şahsiyetlerinden biridir. Başka alanlarda ve konularda olduğu gibi; eğitim alanında da "model" kabul edilebilecek, güncellenerek "marka" haline getirilip iftiharla dünyanın hizmetine sunulabilecek kadar değerlidir.
FARABİ KİMDİR?
870 Yılında, Türkistan'ın Fârâb (bugünkü Otrar) şehrinde dünyaya gelmiştir. Çocukluk ve gençlik yıllarında, iyi eğitim ve kültür merkezlerinde, meşhur muallimlerden ve müderrislerden, iyi eğitimler almıştır.
Bir süre kadılık yaptıktan sonra, ömrünü ilmî araştırmalara adadığı bilinir. Hayatı boyunca, dönemin büyük ilim ve kültür merkezlerini ziyaret ederek; oralarda dersler aldığı, dersler verdiği nakledilir.
Kendi dönemindeki ilimleri ve sanatları, alanları ve değerleri bakımından tasnif edip; Yunan filozofu Aristoteles'ten ve İslam filozofu Kindi'den daha kapsamlı bir şekilde tarif etmiş, tanımlamıştır. Felsefe, mantık, ahlak, psikoloji, metot, usul, fizik, kimya, astronomi, geometri, siyaset, sosyoloji, askerlik, din, dil, edebiyat, musiki, tasavvuf gibi alanlarda; yüzden fazla, telif eser kaleme almıştır.
Hem İslam ülkelerinin, hem de Latin ülkelerinin ilim ehlini derinden etkileyen eserlerinin bazıları; o dönemin ilim dili olan Arapça'nın dışında Türkçe, Latince, İbranice, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rusça gibi dillere de tercüme edilmiştir. Ana dilinden başka beş-altı dil bilen Farabi'nin; aynı zamanda büyük bir musikişinas olduğu, "kanun" denilen sazı ilk defa O'nun icat edip çaldığı, besteleriyle dinleyicilerini ağlatmayı-güldürmeyi-uyutmayı başardığı muteber kaynaklarda belirtilmiştir.
Kimlik ve kişilik olarak; ruh ve ahlak güzelliğini her şeyin üstünde tutan, zâhid ve âbid biridir. Dünya malına ve mülküne değer vermediği, şöhretten ve gösterişten nefret ettiği, mütevazı bir hayat sürüp günlük ihtiyacını karşılayacak dört dirhem gümüş paradan başka ihsan ve ikram kabul etmediği bilinir.
950 Yılında, Dımaşk'ta (bugünkü Suriye'nin Şam şehrinde) hayata veda etmiştir. Az zamanda çok değerler üretip; arkasında derin izler ve değerli ilimler bırakarak gitmiştir.
EĞİTİM MODELİ NEDİR?
Eğitim tarihimizde ilk kez; doğrudan "eğitim bilimleri" ile ilgili fikir üreten, görüş bildiren kişidir. Eğitime dair temel tespitleri ve teklifleri; kısaca, mealen şöyle özetlenebilir:
-Eğitimin nihai amacı; insanın "mutluluk" sırrına erebilmesini, kendisi ve çevresi için "faydalı" hale gelebilmesini sağlamaktır. Gerçek ve geçerli olan başarı; herkes için huzurlu ve güvenli olan bir dünyanın oluşmasına, gelişmesine katkıda bulunmaktır.
-Bu yolda ve yolculukta; hane reisleri aile bireylerinin, öğretmenler ve idareciler kendilerine emanet edilen çocukların ve gençlerin, devlet başkanları ve üst düzey yöneticiler tüm milletin ve memleketin muallimleri, müderrisleridir. Her birisi, Allah indinde de, kul indinde de, sürüsünden sorumlu çobanlar gibidir.
-Öğretim ve eğitim; birbirinden ayrı, ama birbirini tamamlayan şeylerdir. Öğretim "bilgi edindirmek"; eğitim, "bildikleriyle amel ederek hayata geçirmeyi başarabilecek, becerebilecek hale getirmek" demektir.
-Eğitimde ve öğretimde; kolaydan başlanıp, zora doğru gidilmelidir. "Korkutmayın, müjdeleyin; zorlaştırmayın, kolaylaştırın" ilkesine göre hareket edilmelidir.
-Bir şey doğru ve tam öğretilmeden; başka bir şeyin eğitimine ve öğretimine geçilmemelidir. Sorular ve sorunlar teker teker ele alınıp; bütün boyutları ile incelenmelidir.
-Öğretmenler; öğrencilerle tartışmayı, müzakere etmeyi bilmelidir. Anlamak ve kavramak; birlikte üretilen bir değer haline gelmelidir.
-Öğretilmek istenen şeylerin mantığı, felsefesi iyi kavratılmalıdır. Öğrenci, elde edeceği şeyin gereğini, önemini, faydasını anlamalıdır.
-Öğrencinin öğrenme, öğretmenin öğretme isteği canlı tutulmalıdır. Özel uygulamalarla; sürece aşk, şevk ve heyecan katılmalıdır.
-Çocuklar ve gençler, hayatın içinde, hayatla bağlantılı olarak yetiştirilmelidir. Karar verebilecek, yetki kullanabilecek, sorumluluk üstlenebilecek hale getirilmelidir.
-Disiplin ve otorite konusunda, ifrata ve tefrite düşülmemelidir. Fazla sert ya da yumuşak olunmadan, ılımlı bir yol izlenmelidir.
BİZE DÜŞEN
Bize düşen; kendi değerlerimizi yeniden keşfedip, güncelleyerek bugüne taşımak. Başkalarına öykünmekten ve özenmekten vazgeçip; büyüterek ve geliştirerek, kendi gök kubbemizin altında yaşamak.
Bu tercih; insanlık aleminin ürettiği evrensel değerlerden istifade etmeye mani değildir. Sadece; önce bizde var olanı bilmek, bulmak ve muteber kılmak anlamına gelir.
Ayrıca; kimin anahtarı kullanılırsa, onun dairesine girilir. Markalar ve modeller; içinden çıktıkları ve temsil ettikleri kültür-medeniyet değerlerinden bağımsız değildir.
Bizde nice Fârâbi'ler var. Kendi bahçemizde bulunan hazineler gibi, çıkarılıp değerlendirilmeyi bekliyorlar.