Bizim kültür ve medeniyet dünyamızın köklü hayat modelinde; bir şeyin ya da kimsenin "muhacir"i veya "ensar"ı olmak, fevkalade önemlidir. Bunlardan biri, inandığı doğruları ve değerleri koruma, geliştirme, yaşayarak ve yaşatarak devam ettirme uğrunda gerekirse sahip olduğu her şeyi geride bırakmayı göze alarak sefere çıkmak; diğeri ise, aynı amaçlara birlikte ulaşmak için, sahip olduğu her şeyi paylaşmayı göze alarak sefere çıkana sonuna kadar destek olmak anlamına gelir.
Allah (cc), onlar için; "bağışlanma" ile "bol rızık" vadeder. Ayrıca, "rıza makamı"na erişeceklerini belirterek; "altlarından ırmaklar akan cennetler" ile müjdeler.
Bugün, Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı, başta Osmanlı Coğrafyası ve İslam Dünyası olmak üzere, değişik ülkelerden ve bölgelerden gelmiş "muhacir"lerden; geri kalanı ise, onları bağırlarına basıp kardeş ilan etmiş "ensar"dan oluşuyor. Hatta farklı dinlerin ve kavimlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin mensubu olan unsurlar; "çoklu yaşama modeli"nin en güzel örneğini oluşturacak ve geliştirecek şekilde, Anadolu Yarımadası'nda buluşuyor.
Giderek daha iyi anlıyoruz ki, asırlardır süregelen bu anlayış ve yaşayış; kişisel, kurumsal, toplumsal olarak direnme, dayanma, var olma gücümüzü kat kat artırmış. Umutları ve güvenleri tazelemiş, dostlukları ve kardeşlikleri takviye edip pekiştirmiş; belirli aralıklarla tekrar eden zincirleme "aşılanma" süreçlerinin sonunda, muazzam bir sosyal ve kültürel yapıyı ortaya çıkarmış.
Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, hayatın bütün alanlarında ve konularında; bu denklemi kurma ve koruma ihtiyacı, aynen ve hatta daha ileri düzeyde devam etmekte. Bu cümleden olmak üzere, öncelikle ve özellikle, stratejik hizmet ya da yatırım alanı olan eğitim sektörü; rutin anlayışın ve işleyişin ötesine geçerek, sorunları teşhis edip çözüm üretecek "muhacirler" ile onları samimiyetle destekleyip mutlu sonun sevabına ortak olacak "ensar"ları beklemekte.
ÇIKIŞ YOLU
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, öngörülen anlamlarda ve alanlarda değişmenin ve dönüşmenin, büyümenin ve gelişmenin, yükselmenin ve ileri gitmenin, huzuru ve güveni temin etmenin yolu; aklen, ruhen, bedenen iyi terbiye edilmiş kalite ve kariyer sahibi insan unsurundan başka bir şey değildir. İnsanın duygu, düşünce, davranış gelişimi ile benlik, kimlik, kişilik oluşumu ise; ana rahminden mezara kadar, adına "eğitim" dediğimiz safha ve süreçlerin içinde gerçekleşir.
İşte bu yüzden, asırlardır devam eden kültür ve medeniyet savaşları boyunca; önce, eğitim kaleleri işgal edildi. Yabancı misyon okullarının öncülüğünü ve önderliğini yaptığı örgün eğitim kurumları; sosyal, psikolojik, siyasal, ideolojik, kültürel, ekonomik, bilimsel, teknolojik işgal planlarının ve programlarının en stratejik ileri karakolları haline getirildi.
Yeni bir istiklal ve istikbal mücadelesi içine girilen son yıllarda, teknik yönden büyük yatırımlar yapılmış, idari yönden ciddi adımlar atılmış olmasına rağmen; metot, usul, muhteva açısından eğitim cephesindeki yoğun kuşatma tamamen kaldırılamadı. Büyüyen ve gelişen Türkiye'nin, kendi kültür ve medeniyet değerlerinden ilham alan yeni, yerli, yeterli bir "eğitim modeli" uygulamaya konularak; bu kalelerin burçlarının ve kulelerinin pek çoğunda, kendi bayrağımızı dalgalandırmaya muvaffak olunamadı.
O halde, mallarımızla ve canlarımızla cihad edeceğimiz, işgal kuvvetlerinin elinden geri alıp yeniden ihya ve inşa edeceğimiz öncelikli ve önemli alanlardan birisi, hatta birincisi; hiç şüphesiz, örgün ve yaygın eğitim hizmetleridir. Bilumum dünyevi ve uhrevi maksatlarımız ve maslahatlarımız; bu işin "muhacir"i olacak yolcuları, "ensar"ı olacak hancıları gerektirir.
Çünkü, adımız gibi eminiz ki; kalelerin kapıları, kapıların kilitleri, kilitlerin anahtarları bu noktada saklıdır. Ülkelerin ve toplumların, iyi yetişmiş insan unsurları; gövdenin başı, başın beyni, beynin selim aklıdır.
YAPILMASI GEREKEN
Biliyoruz, ülkemizde çok sayıda, genellikle de vakıf, dernek, şirket gibi kimlikler altında faaliyet gösteren özel kişiler ve kurumlar ile devletin ilgili bakanlıklarına bağlı alt birimler; eğitim çağındaki çocuklara ve gençlere, yurt ve burs hizmetleri veriyorlar. "Ya öğreten olun, ya öğrenen olun, ya dinleyen olun, ya da bunları sevenlerden olun; beşincisi olmayın, yoksa helak olursunuz" mealindeki hadis-i şerifin manasına ve maksadına uygun olarak; "muhacir"e sahip çıkıp destek olan "ensar" duruşu ve davranışı sergiliyorlar.
Ancak, bütün bu ve benzeri çalışmalar; günü kurtarmanın ve mevcudu devam ettirmenin ötesinde, eğitimde köklü bir değişimi ve dönüşümü sağlamaya yetmiyor. Adrese atışlar yapmadıkça, ana güzergahların geçiş noktalarını tutmadıkça; insan yetiştirme sistematiğimiz içindeki görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tezgahlar ve tuzaklar bitmiyor.
Onun için, artık daha ileri ve işe yarar adımlar atıp; donanımla birlikte yazılımı da değiştirme, dönüştürme niyeti ve gayreti içine girmeliyiz. Kimimiz siyasal ve ekonomik sermayemizden, kimimiz sosyal ve akademik mesaimizden ciddi bölümler, dilimler ayırarak; felsefesiyle, sistemiyle, kadrosuyla, ortamıyla kendi kültürümüzün ve medeniyetimizin "eğitim modeli"ni oluşturmanın, geliştirmenin mücadelesini vermeliyiz.
Bu konuda, öncelikle; kamu, özel sektör, sivil toplum diyaloğunu ve işbirliğini geliştirmeye ihtiyaç var. Yad ellerin oltalarında kimi yem, kimi balık durumuna düşürülen milyonlarca masum çocuğumuz ve gencimiz; siyasal iktidar sahipleriyle birlikte, sosyal ve ekonomik iktidar sahiplerinden de kurtarılmayı ve korunmayı bekliyorlar.